O, Hep Şampiyon Keşfetti Yaşar iyi güreşçiyi bir bakışta anlardı. Hatta İsmail Ogan’ı kendisine göster­diklerinde; Çürük İsmail olarak tanıtmışlardı. Ama o İsmail’in iyi bir güreşçi ola­cağını söyleyip yanına aldı ve yetiştirdi. İsmail, Yaşar’ın yüzünü kara çıkarmadı ve iyi bir pehlivan olduğunu herkese kanıtladı. İyi olduğunu düşündüğü bir güreş­çinin peşini bırakmazdı, Yaşar. Gider köyleri dolaşır başarılı gençleri Ankara’ya getirir, kalacakları yerden tutun da işine kadar her tür ihtiyacını temin ederdi. Bir kere kancasını taktığı sporcuyu şampiyon yapmadan bırakmazdı ve mutlaka başa­rıya ulaşırdı da.

Yaşar Ciddi Bir İnsandı

En yakın arkadaşı Celal Atik oldu. Daha sonra birlikte antrenörlük de yaptı­lar zaten. Ama her ikisi de birbirinden çok farklı insanlardı. Celal, daha dışa dö­nük; Yaşar ise ailesine bağlıydı. Celal şakadan çok hoşlanır; Yaşar ise hiç sevmez­di çünkü ciddi bir insandı. Özellikle kendisine güreş konusunda yapılan şakaları asla kaldıramazdı. Şaka mahiyetinde bile olsa birisi “Ben, seni yeneceğim.” deyip bacağına sarılsa dayanamayıp o kişiyi tutar yere yatırırdı.

Celal ile çok iyi arkadaş oldukları için birbirlerine hiç bir zaman rakip olma­dılar. Mindere hep farklı sıkletlerde çıktılar. Biri kilo çıksa öbürü mutlaka inerdi. Yaşar’ın başarıları herkes tarafından kıskanılırdı; ancak bunu pek belli etmek is­temezlerdi. Biz güreşçiler birbirimizi ne kadar kıskanırsak kıskanalım kozlarımızı mutlaka minderde paylaşırız, dışarıda değil.

Özellikle kol burgusunu çok iyi tatbik eder ve bu pozisyondan sayı alırdı. Ne­fesini de iyi ayarlar, yorulmak nedir bilmezdi

Yardım Etmek O’nun Yaşam Tarzıydı

Yaşar’ın insani yönü de çok fazlaydı. Eğer bir insanın başı sıkışmışsa yanında göreceğiniz ilk isim Yaşar Doğu olurdu diyebilirim. Müsabakalar öncesinde bana da çok yardımı dokundu. Zaten birbirimize hep destek olup açıklarımızı kapat­maya çalışırdık; ama bir olay var ki onu hiç unutamıyorum. Bir gün, 1948 Lond­ra Olimpiyatları’ndayız ve müsabakalar öncesinde kilo düşmemiz gerekiyor. Hep birlikte saunaya girdik. Herkes fazla kilosunu düştü; ben, ne kadar çabalasam bir türlü olmuyor. Yaşar, sürekli şöyle yap böyle yap şeklinde bir yandan taktik verir­ken, düşeceksin bu kiloyu, başaracaksın deyip duruyor; ama ben bir türlü başarı­lı olamıyordum. Sonunda sıkıldım ve ben vazgeçtim düşemeyeceğim, diyerek çık­maya teşebbüs ettim. Ama ne mümkün? Yaşar, kolumdan tuttuğu gibi beni yine içeriye soktu. Öyle şey olur mu? Deyince birlikte saunaya girdik. Kendisi gerekli kiloyu düştüğü halde benimle birlikte bir süre daha içeride oturdu ve kilo düştüğü­me kanaat getirdikten sonra dışarıya çıktık.

Yenilmez Arkadaşım, Oğlumun da İsim Babası

Ayrıca biz Londra’dayken ikimizin de aynı anda oğlu olmuştu; bizler bu habe­ri Vehbi Emre’ den öğrendik. Her ikimiz de kilolarımızda Olimpiyat şampiyonu ol­duğumuz için Vehbi Emre, çocuklarımızın isimlerini “Zafer” koymamızı istedi ve biz de gerçekten isimlerini Zafer koyduk.

Salonun Açılışına Celal Bayar Geldi

Yaşar’ı devlet büyükleri de çok severdi. O dönemler Ankara’da güreşecek sa­lon dahi yoktu. Yaşar, buna çok tahammül edemiyordu. Her zaman: “Ne bu böyle kedi yavrusu taşır gibi oradan oraya minder taşıyoruz.” derdi. Sonunda, Hasan Bal- dudak ile bu konuyu konuştu. Ne yaptı etti, Gölbaşı Sineması’nın altında çok güzel bir salon yaptırdı. Açılışına da kim geldi biliyor musunuz? Celal Bayar Güreş, yaşamı boyunca onun her şeyi oldu desek yanlış olmaz. Kendisini adeta bu spora adamıştı ve çevresindeki herkesi güreşe yönlendirmek için elinden geleni yapardı. Örneğin: Anadolu’dan getirdiği sporcuların iyi birer güreşçi olması için her türlü sorunlarını gidermek için elinden geleni yapardı. Çiçek Lokantası’nın dili olsa da anlatsa... Her zaman dışarıdan getirdiği güreşçilere cebinden burada ye­mek yedirirdi. Lokanta’nın sahibi sürekli: “Yaşar Bey iflas edeceksiniz, bunlar çok yiyor.” dediğinde, o da bunlar pehlivan tabii çok yiyecekler. Ne istiyorlarsa getir, derdi. Maddiyata hayatının hiçbir döneminde önem vermedi.