Bazı meslekler vardır. Herkesin ilgi odağıdır. Tıp, hukuk, mühendislikler gibi. Toplumun büyük bir kısmı hizmet sektöründe çalışmak istiyor. Fakat hizmet sektöründe iş alanı sınırlı. Üniversite sınavlarına yaklaşık 2 milyon öğrenci giriyor. Genel olarak ilk 100 bine giren öğrencilerin iyi bir meslek sahibi olacağına inanılıyor. Peki geriye kalan 1milyon 900 bin gence eğitim sistemimiz ne vadediyor.

Bugün biraz da bu konuyu konuşmaya irdelemek istiyorum.

*

Herkes kendi tercihlerinin sonucunu yaşar. Mesleki tercihlerimiz de öyledir. Ya sevdiğimiz işi yapacağız. Ya da seçtiğimiz işi seveceğiz. 

Ötesi yok bu işin!

Sizi bilmem ama bu yayımda olsa bile standart bir hayat beni yıpratıyor ve mutsuz ediyor.

Üretime katkı sağlamak, sosyal yaşama bir şeyler katmak, insanların yaşam standardının yükselmesine destek sağlamak, yaşanabilir bir toplum oluşturulmasına yüreğimizi ortaya koymak istiyorsak sevdiğimiz iş için mesai formatından çıkmamız gerekiyor.

Nihayetinde gazeteci devlete memuru değildir ve onun mesai mefhumu yoktur, olmamalıdır da…

Bu durum sadece kişisel bir durum değil, ülkemizin ekonomisi açısından da böyle. 

*

1969 yılıydı. Ticaret Lisesini zar zor bitirince soluğu, bugün Uzunoluk’ta bulunan, ancak gazete-matbaa konumundan çıkan, patronluğumuzu merhum Nadire Tolun’un yaptığı Memleket Gazetesi’nde aldım. Ki gazetemizin eski adı da Engizek idi ve 1948 yılı 1 Nisan’ında yayın hayatına başlamıştı.

Nadire ablamız da essahtan gazeteciydi. Saygındı, itibarlıydı.

Kentin en eski, en köklü ve en etkili gazetesiydi. 4 sayfa siyah beyaz çıkardık. Gazetede bir Maraş manzarası, bir belediye başkanının ve bir de valinin resimleri olurdu. bu kalıplar hiç değişmez, diğer haberlere resim konulmazdı. imkanlar maniydi buna.

Zamanın teknolojisini kast ediyorum.        

*

Köşe yazarı olarak da bugün aramızda olmayan merhum Muzaffer Kırmacı, Haydar Okur, Osman Sayın (hepsine bir kere daha rahmet diliyorum) ve bendeniz, haftada birkaç kez yazar, sonra da koltuğumun altına kaptığım gibi Uzunoluk’tan aşağı ‘yazıyor, yazıyor…’ diye bağırarak dağıtır veya satardım.

Kurşun harflerden gazete dizer, zehirlenmeyelim diye günde bir-iki kilo yoğurt yemek zorunda kalırdık.

O günlerden geldim bu günlere…

Yani mektepli ve alaylı meselesi…

*

Gazete dağıtıcılığı yaparak iş hayatına atıldım. Boğaz tokluğuna ama severek koştururduk, yazardık. Bir haberimiz çıkınca sevinir, ablamızdan aldığımız aferin ile mutlu olurduk.

Aradan seneler geçti, şimdi kendi gazetemizin patronuyuz.  

Çok büyük veya çok zengin olmaktan ziyade, mutlu olacağın işi yapmak daha önemli. Ne kazanırsanız o kadar harcarsınız. Kazanmanın üst limiti yok.  Ve tabii ki harcamanın da. Para bizi mutluluğa götüren araç olmalı amaç olmamalı!

Zira hayat öğrenmeyi ve kendini geliştirmeyi mecbur kılıyor.

*

Meslek tercihi yaparken genelde aile yaşantısı ve aile beklentileri öne çıkar. Bizim ne yapmak istediğimiz ya da ilgi ve yeteneklerimiz çoğu zaman gözardı edilir. Bu nedenle ilgi ve yeteneğinizi bilmeden bir alana, mesleğe zorla yönelirseniz hayata 1-0 geriden başlıyorsunuz. Yaşadıklarım sevdiğim işi yapmam gerektiğini öğretti bana. Önümüzde uzun bir zaman dilimi olmasa da, 1-0 geriden başlasam da yıllar sonra pişman olacağım bir işi yapmaktansa her gün seveceğim, mutlu olacağım işi yapmak istiyorum.

Ve yapıyorum da.

*

Yaşınız kaç olursa olsun işinizi sevmiyorsanız alternatif alanlara yönelebilirsiniz. Severek yaptığınız iş sizi zengin etmeyebilir. Ama kendi tercihiniz olduğu için mutlu olmanızı sağlar. Hayatın anlamı da mutlu olmaktan geçmiyor mu?