Çok uzun yıllar geçtiği halde insanlarımızda meydana gelmeyen “Kanun Fikri” nin sebepleri üzerine yoğunlaşalım. Acelemi ediyoruz? İlk akla gelen bu. Sosyal olguların şekillenmesi birden bire olmuyor. Nesiller gerekiyor belki de üç nesil. Peki, sosyal değişime ne diyeceğiz? Elimizden altındaki her şey nasılda farklılaşıp nitelik değiştiriyor.

Dünün dünyası!

Yarınların hayatımıza katacağı yenilikler neleri alacakta kendine hayat hakkı bulacak. Şimdilerde “Durağan Hayat” adlı bazı yaşam projeleri duyuyorum özellikle sahil şeritlerinde yer alan kasabalarda uygulamaya konulan, durağan hayatı arkadan takip eden teknolojik imkânların azaltıldığı bir hayat.

Ne yapılmak isteniyor?

Teknoloji ve bilim yaşayacağımız hayatın çok mu ilerisine götürüldü de O’nun ağırlığı insanları rahatsız ediyor.  Dünyayı neye benzeteceğiz? Varlık, bilgi, ahlak temellerine göre şekillenen hayatın kendi varlığından kaynaklanan açık şüphe götürmez hakikatler içerdiği malumdur.

Peki, nedir bunlar?

Sıralamaya başlarsak sayfalarca maddeyi yazmak icap eder, bu değerler kendi başlarına anlamlıdır.  İnsanın ulvi kabul ettiği kuralları Ömer Nasuhi Bilmen şöyle tarifle bize anlatıyor,“Din, Allah’ın bir kanunudur ve birtakım hükümlerin, hakikatlerin mukaddes bir mecmuasıdır ki bunu peygamberleri vasıtasıyla insanlara lütuf ve ihsan buyurmuştur. Bu kanun insanları hayra götürür. İnsanlar, bu ilahi kanun hükümlerine kendi güzel ihtiyarlarıyla riayet ettikçe doğru yolu bulmuş hidayet üzere bulunmuş olurlar. Dünyada da ahirette de selamete saadete kavuşurlar.

Baş tarafta Bilmen Hocaefendiden yaptığım bir alıntı vardı. Kendi bakış açısıyla dinin kuşatıcısı alanında var olan hakikatlere bizleri çağırıyor her iki dünyadan söz ediyordu.

“Kanun Fikri” nin zemin bulmamasının en önemli sebebi din olgusunun efradına cami ağyarına mani şekilde anlam bulmamasıdır. 

Modern zamanlar dini öyle bir alana taşıdı ki din mensupları olarak neyle karşılaştığımızı anladığımızda şok olduk. Din ancak vicdanlarda makes bulabiliyor. Yüzlerce yılın ortak dini mirası görmezden geliniyor. İnsanlık evrensel birikimden mahrum bırakılıyordu.

Ayasofya’yı diri tutan o Polatlı yürekleri bugün kim anlayacak?

Asrı Saadetin hüzün sağanağından esinlenerek Naatlar kaleme alanları kim kendine Pir kabul edecek?