Zaman bilmecesinin çözümü için insanoğlunun bitip bilmek bilmeyen çabaları olmuştur. Her insan zaman nedir diye bir soruyu kendine bir vakit konu edinmiştir.

Zaman hareketdir.

Çevremizde bulunan her varlığı tanımladığımız gibi zaman olgusu da tariflere girerek hayatımızın düzen, intizamını sağlanmıştır.

Takvimler yüzlerce yıldan beri kullanılır. Güneş ve ay’ın temel çıkış noktası olduğu takvimler için “Ay”ın özel bir önemi bulunur. Aya bağlı takvimlerde kameri ayların bazıları 29 gün, bazıları ise 30 gün olarak kabul edilmiştir; dolayısıyla bu takvimlerde ay süreleri sıra ile 30 ve 29 gün alınmıştır. Bu durumda on iki ayın süresi 354 gün eder ve ayrıca her yıldan 0,367068 gün artakalır ki bu miktar da otuz yılda 11 güne ulaşır, bu ise Ramazan ayının her mevsime yayılması gibi bir sonuçla karşımıza çıkar.

Hicri takvimde aylar: Muharrem, Safer, Rebiyülevvel, Rebiyülahir, Cemaziyelevvel, Cemaziyelahir, Recep, Şaban, Ramazan, Şevval, Zilkade, Zilhicce’dir.

İlk takvim, bugünkü uygarlığın temelini oluşturan Mısır ve Mezopotamya’da düzenlenmiş ve zaman ölçü birimi olarak güneşle birlikte ayın safhaları benimsenmiştir. Mezopotamya ay takvimi Araplar tarafından da uzun yıllar kullanılmıştır. Bu sebeble İslamiyet’ten sonra düzenli bir toplum haline gelen Araplar’ın, sonra da bütün müslümanların yaygın bir şekilde kullandıkları takvim Mezopotamya kökenli ay takvimi olmuştur. Hz. Peygamber (s.a.)’in hicret ettiği yılın 1 Muharremi (16 Temmuz 622) kameri yılbaşı sayılması üzerine takvim “hicr-i kameri takvim” adını almıştır.

Yeni aya ait Hilal’in tesbitinde saşanan bazı problemler sonucu iki çeşit hicri kameri takvim kullanılmış bunlardan biri, tarihçiler tarafından ve devlet düzenin de ileriye dönük belli günlerin tesbiti için kullanılan, yeni Hilal’in görülmesi kesin şekilde şart olmayan takvim, diğeri ise dini günlerin, özellikle ramazanın başlangıcı ile ramazan ve kurban bayramlarının tesbiti için kullanılan, yeni Hilal’in görülmesinin zorunlu olduğu ayların tesbitini içeren takvimdir.

Fani günler baki olan ahiret hayatının yolu olmak gibi sırrı içinde taşır. Hayatın tecelli ettiği yokluk aynasının bir gün sırrı aralanacak insanoğlu ebediyet ikliminin kapısından içeri girecektir.

Fanilik ve ölüm gibi iki kapı önünde duran insan için anahtar, iman ve islamdır. Hayatı kuşatan korkulara kaynaklık eden ölüm ve yokluk duyguları terbiye edilmezse felaketlere yol açar, saadet asla bulunmaz.

Dünya lezzeti ve saadeti ancak ölüm hasretini ebedi vuslata tebdil etmekle elde edilir. Bu da ölüm hakkında bilgi ve irfana ulaşmakla sağlanır. İslam’a göre “hayat” ile “ölüm” imtihan gayesiyle yaratılan iki kardeş hakikat olup dünyada bulunmanın gayesi fazilet mücadelesi olarak anlatılmaktadır.

İmanın özü murada ermektir, bu da ancak ilim, ahlâk ve amelî kıymetlerin birleşmesiyle mümkündür.

Kapı tekrar aralandı!

İşte üç ayların bereketi eşikte bizi bekliyor. Allah’a ait zaman dilimlerini kendi tezgahımızda motif motif işlemekse bu demlerde mümkün. Oruçlar, zikirler, ruhların coşkusuyla yaşayacağımız üç ayların esenlik iklimine vesile olması en büyük arzumuz olmalıdır.