Kahramanmaraşlı müzik adamı, araştırmacı ve Bağlama Üstadı Mehmet Bağlar, hiç kimsede olmayan özel ve çok önemli arşivinden derlediği bilgilerle, Kahramanmaraş Belediye Bandosu’nun kuruluş öyküsünün devamını kaleme alarak gazetemizle paylaştı.

Mehmet Bağlar, Kahramanmaraş’ın tarihini, kültürünü, değerlerini, insanlarını ve bugüne kadar gelmiş geçmiş sanatçılarını anlatan arşivini sadece Manşet Gazetesi ile paylaştı. Bağlar, Arşivinde 7’den 70’e Maraş ile ilgili bilgiler olduğunu söyleyerek, bu özel arşivini sadece bizimle paylaştı. Kahramanmaraş’ın tarihi dokusunu ve kültürünü ele aldığımız bu özel arşivde, şehrin geçmişten bu güne gelen ozanlarını, bestekârlarını ve sanatçılarını ele alıp bu özel kişilikleri tek tek sayfa sütunlarımıza taşımaya devam ediyoruz. Her hafta Pazartesi günü gazetemizde siz değerli okuyucularımız için yazılar yazan ve arşivinde ki tarih kokan notları bizimle paylaşan Bağlar, bu hafta ise Osmanlı döneminde padişah Sultan Abdülmecid tarafından kurulan Müsika-i Hümayün’ün sonra Türkiye’de kurulan en eski 2’nci bando olan Kahramanmaraş Belediye Bandosu’nun kuruluş öyküsünün devamını yazdı.

Volkan Müzik Galerisi Yöneticisi, araştırmacı ve bağlama üstadı Mehmet Bağlar ’ın kaleminden Kahramanmaraş Belediye Bandosu’nun kuruluş öyküsünün devamı;

YENİ İLBEY (VALİ) OSMAN ŞAHİNBAŞ’IN SEVİNCİ
Yeni İlbey konuşulanı duyunca az daha sevinçten havalara hoplayacaktı. Öyle ya bu sıcak bölgede gömütü açacaksın ve yeniden gömül­mesi için bin kilometre yol gitmesini sağlayacaksın. Tüm sorumluluk doğal olarak kendisinde olacak. Birden can sıkıntısı dolu nice günleri atlatmış olduğu geldi usuna. Hiç ayırımında olmadan duvara usulca üç kez vurdu. Kiş kiş, dedi içinden. Eşi de büyük bir sıkından kurtul­muştu. Sarılıp öperek kutlayacaktı az daha eski ilbeyin hanımını. Ama yakışık almazdı. Ne de olsa yas yeri sayılırdı burası. Bir an oluşan ses­sizliği İlbey bozdu. "Çok yerinde bir karar verdiniz hanımefendi. Soğuk ve yağışlı günlerde bile yeni ölüyü Miradan on kilometre öteye götür­mek çok zor oluyor. İlbeyin ölümünden sonra altı ay geçmiş. Gömütü açmak, yeniden tabutlamak, sızdırmazlık sağlayarak bin kilometre taşımak. Bu iş belki de ilbeyimizi incitmekle eşdeğer olurdu. Bu denli sevilen ilbeyimizi çevreyi sıkıntılandırarak halkından soğutmak, yata­ğında incitmek olurdu. Çok yerinde bir karar saygıdeğer hanımefendi, çok yerinde." Aslında İlbey gömütü açmak, gömülüyü yeniden tabutlayarak ka­zasızca yollayabilmekten kuşkulu olduğu için işin böyle olmasına se­vinmişti. Ancak inanmadan söylediği bu sözlerin gerçek olduğunu da sonradan kavramıştı. Yerinde duramıyordu. Bilinçsizce bir o yana bir öteki yana gidip geliyordu. Elleriyle, gözleriyle istemsiz devinimler ya­pıyordu. Ara sıra ağzından kimi sözcükler çıkıyordu. Ama kendi bile ne dediğini anlamıyordu. Herkes yeniden, ölüp giden ilbeyin ne denli yüce kişi olduğunu anlatmaya koyuldu. Dikkat edilse idi hepsinin de yapmacık davrandığı anlaşılabilirdi. Ölen ilbeyin eşi ise gerçekten mutlu idi. Sevgili eşi sevil­diği bir yerde ölmüş ve gömülmüştü. Gömütün üzeri belli ki her gün sulanıyordu. Yabancı otlar ayıklanıp çiçekler canlı tutulmuştu. Dahası gömütlüğe giren herkes Gülen İlbeyin başında duruyor, ona saygı gös­teriyor, gözleriyle sessizce alkışlıyordu. Zincirlikuyu'da yatsa bu denli geleni gideni olmayacaktı. Çabucak unutulacaktı. Eşinin ve kendisinin akrabalarının çoğu ne değiş tokuşla ne de göçmen olarak gelememişlerdi Türkiye'ye. Sınır ötesi yerdeydi tanıdıklarının çoğu. Doğrusu kişilerin doğup büyüdüğü yerleri bırakıp gelmesi kolay bir iş değildi. Eşini bundan böyle ilbeyliğini yaptığı bu yerde bırakacaktı. Birden yeni ilbeye döndü ve "Birkaç gün daha bu­radayım. Gömütlüğe her gün gidip geleceğim. Hafta sonunda da bu­radan ayrılıp gideceğim. Sonra çocuklarımla sıradan bir konuk gibi geri geleceğim. Kimseye bilgi vermeden otelde ya da handa yatacağım. Eşi­min toprağını koklayıp sessizce geri döneceğim. Hafta sonu İstanbul'a dönüşümü ayarlarsanız çok sevineceğim beyefendi." dedi.


Derleyen: Emre Akkış