Nedendir bilinmez ama ya coğrafyanın kadersizliğinden veya talihin kemliğinden başımızdan bela bir türlü eksik olmuyor. 80’lerde Asala terörü vardı, o bitmeden PKK terörü başladı, 30 yıldır bu melanetle uğraşırken bu sefer de FETÖ’nün 15 Temmuz darbe girişimine maruz kaldık. Milletimizin feraseti, devletimizin dirayeti ile bu bela da defedildi derken bu sefer de Türkiye’nin ekonomik istilasını hedefleyenler hücuma geçtiler. Sürekli ateş etmeliydiler, ateşi hiç kesmemeliydiler. Nasıl olsa bir ıskalasalar, iki ıskalasalar kursun sonuna kadar ıska geçmeyecekti! Hedeflerine bir şekilde ulaşacaklardı. Amerikan Başkanlık seçimleri sonrası bütün dünya piyasaları dalgalandı. Bu durumdan en çok da bizim gibi gelişmekte olan ülkeler etkilenmeye başladı. Kriz severlere gün doğmuştu. Türkiye batacaktı!..  Döviz önce 3 TL’yi, ardından 3,5 TL’yi aştı 4 TL’ye doğru gidiyordu. Kriz severlere göre 4 de yetmezdi, önce 5, sonra 6 gittiği yere kadar gidecekti. Milletimiz 15 Temmuzdan sonra kısıtlı imkânlarıyla da olsa tekrar sahaya çıktı. TL’yi güçlendirelim kampanyalarına yurt çapında büyük destekler verildi. Dolardaki dalgalanmanın bir süre daha devam edeceği anlaşılıyor. Vatandaşın yanında kamu maliyesinin ve kamu kurumlarının da TL kullanımına ilişkin bir kısım kararları sembolik de olsa moral verici olmuştur. Öte yandan kurun beklenmedik ve kontrolsüz yükselmesi aleyhimize olduğu kadar lehimize de olabilir. Zorunlu kalemler (enerji, ileri teknoloji ürünleri vb) dışındaki ithalatımız göreceli olarak azalacaktır. Hükümet gerekli destekleri sağlarsa yerli üretim ve ihracatımız artacak, rekabet gücümüz yükselecektir. Kötü komşu insanı mal sahibi yaparmış. Bugünlerde yaşadığımız buna benziyor. Kötü komşu yüzünden kendi öz kaynaklarımıza daha da önem vereceğiz. Türkiye sırf fiyat farkı sebebiyle bugüne kadar yerli üretimi korumadı. Dışarıdan temel gıda maddelerinin yanı sıra saman bile ithal edildi. Bu da bir taraftan ülke kaynaklarının heba olmasına diğer taraftan ise üreticinin yok olmasına sebep oldu. Bizim temel sorunumuz sistem sorunudur. Sistemi çalıştırma noktasındaki problemlerimiz bir türlü giderilememektedir. Avrupa devletleri iki dünya savaşı gördü, hepsi de SİSTEM sayesinde kısa sürede kendini toparladı ve kalkındı. Buna karşın biz daha 1. Dünya savaşının kritiğini yapmayı bitiremedik. Siyasi pozisyon ve düşüncelerimiz farklılık arz edebilir. Aynı düşünmüyoruz, aynı kulvarda hareket etmiyoruz diye birbirimizin hasmı gibi hareket etmemiz de gerekmez. Rakibimiz kaybetsin de millet de devlet de kaybetsin diyemeyiz. Mesela eğitimde ilerleyeceğimize geriliyoruz. Çok kısa süre önce Uluslararası öğrenci performans değerlendirmesi (PISA) sonuçları açıklandı. Türkiye 72 ülke arasında 50 inci sıralara düştü. Önceki yıllarda bu sıralama 45 ler civarındaydı. Bizim tıpkı 1. Dünya savaşı kritiklerimiz gibi şu an yaptığımız Avrupa batıyor, batacak kritiklerinin de eğitimdeki gerilemeye hiçbir katkısı olmaz. Bir an önce elbirliğiyle, gönül birliğiyle bu aziz vatana hakkıyla hizmet etmeliyiz. Evet biliyoruz ve inanıyoruz. Bütün kötülüklere, bütün saldırılara rağmen Türkiye batmayacak. Ancak biz niye Türkiye batacak, batmayacak konusunu tartışıyoruz ki. Bizim tartışacağımıza bırakalım onlar kendi ülkelerinin batıp batmayacağını tartışsınlar. Biz önümüze bakalım. Sistemimizi kuralım ve bu sistemi saat gibi tıkır tıkır işletelim.  Aksi takdirde bugün olmazsa yarın, olmadı orta veya uzak gelecekte benzer sıkıntılarla karşı karşıya kalacağız. Son Söz: “Araba devrilince akıl veren çok, iş zora gelince herkes yok olur.”