Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın 15-Temmuz darbe girişiminden sonra çok net biçimde ortaya koyduğu süreç yönetiminde hangi ilkeler dikkati çekiyor ve bunlara bağlı olarak en doğru şekilde algılanan gerçekler neler acaba. Gerçekten dünya tarihine geçecek düzeyde önemli ve örnek teşkil edecek  bu “siyasi tavır ve tarz” mercek altına alındığında, şunları görüyoruz: Sayın Cumhurbaşkanımız, müdahil olduğu her konuyla ilgili olarak, meseleye taraf olan tüm aktörleri ve faktörleri büyük bir titizlikle dikkate alıyor. Üstelik, ilgili meseleye taraf olan tüm değişmezleri ve değişkenleri, sahip olabilecekleri farklı önem, öncelik ve ağırlık kapsamında ayrı ayrı değerlendiriyor ve bu paydaşlarla en üst düzeyde empati yapıyor. Ulusal veya uluslararası düzeylerde değerlendirdiği konularda, paydaşlara ve taraflara değer vermesi, bunu beyan ederek hissettirmesi ve oluşturduğu bu zeminde attığı adımlar, süreçler sırasında, çok daha etkin, makul, ikna edici çözümlerin sağlanmasını kolaylaştırmaktadır. Mesela, güncel olarak, “cinsel istismar yasası” diye, tüm medyanın ve açık oturumların en önemli başlığı haline gelen konuda, kendisinin son dakika müdahalesi, süreci daha makul bir şekilde yönetme ve yönlendirme imkanı verdi. Sonunda,
algılama farklılıkları nedeniyle gerilen toplumun rahatlatılması sağlandı. Siyasetin millet adına ve millet için yapılması gerektiği ilkesinin ne kadar doğru olduğu bir kere daha ortaya çıktı. Şimdi gelelim, Sayın Cumhurbaşkanımızın uluslararası siyaset dünyasındaki son derece tutarlı ve gerçekçi çıkışlarının yankılarına. Globalleşen dünyamızın en güncel uluslararası sorunlarına bizzat müdahil olan Cumhurbaşkanımızın samimi beyanları, süreçleri tanımlaması, Türkiye’nin bunlara niçin, nasıl ve nereye kadar müdahil olacağını, gizli gündemlerin arkasına saklanmadan açıkça ifade etmesi, dünyadaki tüm muhataplarımız tarafından dikkatle izlenmekte ve herkes yeni pozisyonunu adeta Türkiye’nin deklare ettiği doğrulara göre yeniden gözden geçirmektedir. Hemen özetlememiz gerekirse, Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa Birliği, İngiltere, Rusya, İsrail, Suriye, Yunanistan, Ermenistan gibi sorunlarımıza en yakın çok sayıda ülke ismini hemen sayabiliriz. Tüm bunların ötesinde, Şangay beşlisi olarak isimlendirilen ekonomik ve stratejik birlikteliğe Türkiye’nin girebileceğinin beyan edilmesi, Rus ve Çin yönetimlerinin buna sıcak bakması, ilk nükleer enerji santralimizin Ruslar tarafından projelendirilmesi, hatta Türkiye’nin, Rus malı S-400 füze sistemlerini ciddi şekilde değerlendirmeye başlaması, gerçekten dünyada ve bölgemizde bir çok ezberi bozacak nitelikteki yaklaşımlardır. NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, hemen beyanat verdi: "Eminim ki Türkiye, ortak savunma anlayışını, 5. maddeyi, NATO birliğini zayıflatacak hiçbir şey yapmayacaktır" dedi. Bunlar Türkiye’nin önemini nasıl yeniden hatırlamak zorunda kaldıklarını gösteriyor. Ülkemizin ortaya koyduğu bu yeni dış politika konsepti, Türkiye ile ilgili olarak çok daha önemli unsurların muhataplarımız tarafından yine birer birer hatırlanacağını göstermektedir. Yani, hafızalar güçlenmektedir. Tabii, Türkiye’nin Şangay beşlisine dahil olmak istemesi, diğer uluslararası ilişkilerinin düzeyini azaltacağı anlamına asla gelmez. Bu konulardaki teminatlar, gerek AB, gerekse NATO düzeyinde zaten verilmiştir. Muhataplarımız da bu konudaki çok yönlü seçeneklerimiz arasında, birini diğerine tercih yerine, hepsini en doğru şekilde değerlendirmek istediğimizi çok iyi bilmektedirler. Fakat, bu kadar hızlı güçlenen, bu kadar yüksek inisiyatif kullanabilen ve bu kadar çok seçeneklere ait avantajları kendi uluslararası ilişki ağına sorunsuzca katabilecek seviyedeki dinamik bir Türkiye, dostlarımız tarafından alışılmadık bir tavır şeklinde görülmekte ve yadırganmaktadır. Ama, alışacaklar ve bunun kendileri için de olumlu geri dönüşleri olacağını gördükçe rahatlayarak yadırgamaktan vazgeçeceklerdir. Türkiye, artık mahkum, mecbur, edilgen ve pasif bir tutum yerine, uluslararası arenada gündemi belirleyen, muhataplarını etkileyen, süreçlere yön veren ve yöneten, gerektiğinde ilkeleri ve kuralları koyan global bir aktör haline dönüşmüştür. Bu durum, tüm terör örgütlerini dahi korkudan titretmektedir. Çünkü, Türkiye terör konusunda, artık saldırıları beklemeden, terörü ve teröristleri bulduğu yerde yok etmeye, pasif savunma yerine, aktif taarruzu tercih etmeye karar vermiştir. Bir yandan ülke içindeki terör her noktada vurulurken, öte yandan uluslararası terör temsilcileri bulundukları yerlerde hızla köşeye sıkıştırılmaktadırlar. Şimdi en güncel haber, Türkiye Cumhuriyeti mahkemelerinin, PYD terör örgütü lideri Salih Müslim hakkında, “canlı bombaları azmettirmek” suçundan yakalama kararı vermek suretiyle çok önemli bir süreci başlatmış olmalarıdır. Savcılarımızı ve hakimlerimizi kutluyorum. Bu durumda, artık Salih Müslim denilen bu teröristbaşının Türk Silahlı Kuvvetlerimiz tarafından en kısa zamanda derdest edilerek yüce Türk Adaletine teslim edileceği ve hesap vereceği günler çok yakındır. Kendisi şimdiden gizlenmeye başlamıştır. El mi yaman, bey mi yaman, yoksa Türkiye Cumhuriyeti mi yaman, herkes görecektir.

Dr. Yıldırım Ramazanoğlu