TEK BAŞIMA

Dün bir başıma oturup, yılları saymayı bıraktım. Kendi kendimle sohbete daldım… Önce ellerime takıldı gözlerim, sürekli gözümün önündeydiler. Hala on iki yaşındasın dediler bana. Ara ara gerildiğimde tırnaklarımı kemirmemden şikâyet ettiler. Artık biraz büyümem gerekiyormuş. Olur, mu dedim, baksana damarlarınız çıkmış ortaya, bayağı kırk yaşındasınız işte. Neden küçültüyorsunuz beni… Utandılar ben böyle çıkışınca. Birden yirmi yaşında oldular. Mahcup mahcup bükmeye başladılar parmaklarını. Sonra nerede duracaklarını bilemeyip dizlere dayandılar. Dizler birden yükü taşıma bilinciyle dikildiler. Otuz beş yaşın sorumluluk ve geleceğe dair tutunabilme hırsıyla doluyuz dediler. Artık yirmi yaşın aklı havada halleri yokmuş kendilerinde. Aralarındaki tartışma ne kadar sürdü bilmiyorum ama bir süre sonra umutsuz ve yorgun çöküşünü gördüm
dizlerin. Çok yaşlıyız aslında biz dediler, dayanacak gücümüz tükeniyor artık…
Bu sefer ayaklar bağırdı aşağıdan “Ne çok söyleniyorsunuz” diye dizlere. Bütün yükü yıllardır taşıyan biziz hiç sizin kadar söylenmiyoruz dediler. Bence haklıydılar ama, araya girmek istemedim doğrusu. Tam dizlere “Ne çabuk pes ettin, el ele verseydik her işi başarırdık” diye çıkıyordular ki araya kalp girdi. Zaten araya dalmasa şaşardım. Biliyordum, birazdan yüklerini kıyaslamaya başlayacaklardı. Aynen de öyle oldu sonunda.
Sen bedenin ağırlığını taşıyorsun, bense ruhun dedi kalp. Durumu şaşkınlıkla izleyen gözlere sataştı birden. Bunlar durup durup aynaya bakmasalar on yaşımdan bir adım öteye gitmeyeceğim. Ne ağrı, ne sızı, ne kaygı… Kalacağım orada. Hep bu gözler yüzünden… Bir bakıyorum yirmi beş; âşık oluyorum. Bir bakıyorum otuz beş; gelecek kaygısı. Bir bakıyorum kırk beş; iş güç borç telaşe. Bir bakıyorum elli beş; ağrılar, sızılar, olumsuzluklar, gerçekler. Bir bakıyorum altmış beş; hala koşmak istiyorum ama yapamıyorum. Hep bu gözlerden dedi… Oysa Reşat Nuri Gültekin ne demiş: “Kalbin gözleri, vücudun gözlerinden çok daha iyi görür.”
Bunca lafın üzerine şaşkın kalakaldı gözler, hatta susmak bilmeyen bir çalçene olan ağız bile sessiz kaldı. Sanırım onlar da kendilerinden pek hoşnut değillerdi. Yoksa susmazlardı eminim. Kulaklar ve burun bu tartışmaların içine girmemeyi tercih ettiler. Kulaklar “Arada az işitsem de ben halimden memnunum yeter ki siz anlaşın” dediler. Ben tam bir şekilde her şey sükûnete eriyor diye umarken hiç beklemediğim bir noktadan geldi veryansın. Akciğer sesleniyordu. Nefes olmasa ne yapacaksınız acaba diyordu. Hepinizin canlılığının tek kaynağı benim. Her nefes bir mucize… Ben kendi içimde telaşla bir başına olmanın ne kadar iyi bir fikir olduğunu tartışırken şımarık bir çocuk gibi bağırdı mide. Ben açım… Mideye en çok karaciğer ve bağırsaklar bağırdı. Bıktık artık senden. Yoruyorsun bizi dediler. Biraz yaşına göre davran. Ne varmış yaşımda dedi mide. Hala her şeyi keyifle öğütüyorum…
Durup dururken karıştırdım yine ortalığı. Bir türlü anlaşamadılar kaç yaşında olduklarına dair. Hepsi bir ağızdan konuşup tartışırken duyuldu aklın sesi. Yaş almak kaçınılmaz ama yaşlanmak sizin elinizde diyordu. Boşuna tartışıp duruyorsunuz. Nasıl hissediyorsanız öylesiniz. Ne yaşıyorsanız ve ne hissediyorsanız hepsi ile barışmak zorundasınız. Her şey sizde gizli dedi. Birden hepsi sustu…
Pek de biliyor mübarek…