Ekonomide hep daha alt kademede tartışma konusu olan zirai faaliyetler, aslında kalkınmakta olan ülkelerde hem sermaye birikiminin hem de büyümenin kaynağı olmuş, olmaya da devam etmektedir. Genel olarak sanayi, tarım, hizmetler ve inşaat olarak dört büyük grup altında inceleyebileceğimiz ekonomik yapı, biribirine bağlı ve aynı öneme sahip sektörler kanalıyla gelişir, istihdam yaratır, rekabetçi olur ve halkın refahını yükseltir. Diğer bir ifade ile, sektörlerin birliği bir ekonomiyi yukarlara taşır, biri fazla büyür diğeri onu takip eder. Ama bir sektör gelişirken diğerinin ölümünü seyretmek telafi edilemeyecek toplumsal yaralar açar, tarımda olduğu gibi.

1980’ler ile başlayan dışa açılma, ihracatla büyüme modeli, beraberinde sanayi sektörününün gelişmesini sağlarken, maalesef tarım için aşağı yönlü hareketi de başlattı. Daha 80’lerin ortasına gelinmeden bir çok köylü iflas konumuna geldi. Aslında neden ve sonuç da belli idi: serbest piyasa ekonomisi mantığıyla herşeyi, ne olduğu da pek anlaşılamayan oluruna bırakmaktı. Halbuki hiçbir ülke özellikle tarımsal faaliyetleri bu piyasanın acımasız çarkına bırakmaz ama biz bunu başardık.

1980’ler ile başlayan dışa açılma, ihracatla büyüme modeli, beraberinde sanayi sektörününün gelişmesini sağlarken, maalesef tarım için aşağı yönlü hareketi de başlattı

Bu dosyamız tarımın tarihi sürecinden çok günümüzdeki geldiği durumu, sorunlarını ürün ve faailiyet kapsamında ele almak, çiftçinin beklentilerini açıklamaya çalışmak olacaktır.

Ekilen Tarla ve Verimlilik

Günlük yaşamın her noktasında bizimle beraber olan gıda sektörü basit anlamıyla gıda olmaktan çıktı ve bir uluslararası ticaret savaşının konusu oldu. Gıda enflasyonu, ithalat, üretici fiyatları ile marketlerdeki fiyatlar arasındaki uçurum yani aracı sorunu hayatımızda hep güncel konular oldu ve siyasiler de bu konuların tartışma zeminini hep sıcak tuttular. Kırmızı et siyaseti, fiyat uçurumlarının sorgulanması, ekim alanlarına inşaat izinlerinin verilmesi, gıda güvenliği hep siyasi gündem de yaratttılar. Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür ama öncelikle tarım ve hayvancılığın fotoğrafını sunarak başlayalım.

Tarakya Bölgesi’nde çiftçimiz Halit Meydanoğlu’nun sözleri sanırız fotoğrafın en net karesini veriyor. Çiftçimiz Meydanoğlu, “tarım ve hayvancılık yapan kişi ve kuruluşlar bundan 10 sene sonra bu faaliyetleri yapan kimse bulamayacak. Şu an sadece Trakya’da köyde doğan fakat şartlardan dolayı büyükşehirlere gidenler artık dönmek de istemiyorlar. Temel nedeni açık: bakıyor ki baba ve dede bu işten bir şey kazanmamış” diyor. Aslında bu yorumun içindeki sorunlar raporumuzun özünü ortaya koymuş. İçerik olarak tespit gibi gözüken bu cümleler özü itibariyle de “neden böyle oldu, hatamız neydi ki bu maliyeti toplum olarak yükleniyoruz” sorularını da içeren bir serzeniş gibi. Gelin sayılarla başlayalım analizimize....

Sektör hacmi’nin en önemli göstergelerinden birisi o sektörde çalışılan saat ve kalite bazlı büyüme rakamlarıdır. Dönemsel olarak tarımsal faaliyetler Şekil 1’de verilmiştir. Olumlu yönde baktığımızda mavilerin aşağı yönlü hareketi yani arazide çalışılan saatteki büyümenin devamlı düşmesi bir bakıma gelişimin, tarımdan sanayiye geçişin bir süreci olarak algılanabilir. Diğer yandan, bu zaman aralığında, kalitenin ve verimliliğin saatle ikame derecesi farklı olduğundan kendimize yeter durumundan, günümüzde net ithalatçı konumuna geldik yorumu da ortaya çıkabilir. Aslında tam da öyle: ekim alanlarımız azaldı, çalışılan saat azaldı ve artan verim ve kalite ise bunu yerine koyamadı.

Şekil 1. Tarımsal Büyüme

Çoğalan nüfusu besleyecek bitkisel ürünleri sağlamak, gıda güvenliği politikalarını oluşturmak ve üretim fazlasını da ihraç etmek tarımsal faaliyelerdeki başarı çıtasını gösterir. Şekil 2’de 2016 ve 2017 yılında seçilen bitkisel ürünlerin üretim miktarlarını aldık. Şeker pancarı ve buğday üretimi başta olmak üzere, mısır ve pamukta önemli avantajlara sahip ülkemizde, ürün miktarlarının yıllar itibriyle ya sabit kaldığını ya da azaldığını gözlemlemekteyiz. Artış olan yıllarda da temel faktörler, çalışılan saatin azalmasına rağmen, teşviklerin ve verimliliğin artması olarak karşımıza çıkıyor.

Çoğalan nüfusu besleyecek bitkisel ürünleri sağlamak, gıda güvenliği politikalarını oluşturmak ve üretim fazlasını da ihraç etmek tarımsal faaliyelerdeki başarı çıtasını gösterir


 

Şekil 2.

Çalışma saati ve verimlilik yanında ekilen alanlar da önemli göstergeler olarak karşımıza çıkıyor. Dünya Pamuk İstatistikleri’ne göre Türkiye’de 2011 yılında ekilen pamuk alanı 542 bin hektardan günümüzde 440 bin hektara düşerken, üretim hekar başına 1353 kg’dan ortalama 1845 kg’a çıkmıştır. Makinalaşma ve tohumlardaki genetik değişimin de buna etki ettiği unutulmamalıdır. Kurubaklagillerde de resim farklı değil; üretim ve ekilen alan hızlı bir şekilde aşağı yönlü hareket etmektedir. Böyle giderse, fındıkta da süreç farklı olmayacak.

Tüm bu üretim rakamları 80 milyon ve göçmen nüfusu besleyecek yeterlilikte değildir. Toprak Mahsulleri Ofisi’nin buğday ithali konusunda açtığı ihalelelerden sözkonusu arz kıstılığını görmek mümkün. “TMO 144 on hububat ithal edecek, Dünya Gazetesi, 4 Aralık 2017)”, “TMO 230 ton ekmeklik buğday ithal edecek, Hurriyet, 9 Kasım 2017” gibi haberler sanırız bu arz eksiğimizin ne derecede ciddi rakam ve boyutlara ulaştığını gösteren sadece bir kaç örnek.

Gıda üretim yetersizliğinin bir çok sebebi var. Bunlardan birisi ekim alanlarının azalması. Örneğin yine TMO verilerine göre 2007 yılında 8.097.700 hektar olan buğday ekim alanı 2016 ve 17’de 7.600.900 hektara gerilemiş ve ekim alanları diğer alternatif bitkisel üretim için de kullanılmamıştır. Yani tüm ekim alanlarında bir gerileme tespit edilmiştir.


 

Örneğin yine TMO verilerine göre 2007 yılında 8097.700 hektar olan buğday ekim alanı 2016 ve 17’de 7600.900 hektara gerilemiş ve ekim alanları diğer alternatif bitkisel üretim için de kullanılmamıştır

Gıda üretiminde etkili olan ve özellikle fiyat oluşumunun serbest piyasaya bırakılması ile devamlı artış gösteren girdi maliyetleri ve onu katlanılmaz hale getiren ürün fiyatlarının yetersizliği.... Biraz da bunu detaylandıralım.

Yüksek Girdi Maliyetleri

Girdi maliyetleri her sektör için önemli birer kalemdir ama bunun etkisini de en çok çiftçimiz hisseder Çiftçi yıl boyunca emeğini verir, tüm maliyetleri devamlı bir şekilde yüklenir ve aylar sonra ancak hasadını aldıktan sonra zaten çoğu borç olan bu maliyetleri öder. Sanayide bu süreç kısa olduğundan hem nakit hem de maliyetler ürün fiyatı içinde kendilerine yer bulurlar. Çiftçi yüklendiği maliyetleri fiyata yansıtamadığından her şeye razı bir konumda bekler. Yani üretim riski sanayi ve hizmetlere göre çok daha yüksek ve aynı zamada gelir garantisi de olmayan bir yapıdadır. Öyleki, yüksek maliyet kalemleri oluşturan mazot, gübre, sulama giderleri ile kısıtlı alanda satış olanakları, üründe elde edilecek geliri oldukça azaltmakta çoğu zamanda eksiye düşürmektedir.

Yüksek maliyetli üretimin temelinde de girdilerin ithalata ve döviz fiyatlarına çok sıkı bir şekilde bağlılığı yatmaktadır. Örneğin gübrenin hem hammaddesi hem de doğrudan ithal etme zorunluluğu, çitfçiyi dolaylı da olsa yurtdışı finansal piyasalara bağlı kılıyor. Özellikle döviz fiyat artışlarında da girdi fiyatları hızla artarken dövizdeki düşüşlerde aşağı yönlü yavaş bir hareket etmektedir. Diğer bir deyişle, tarımsal faaliyetler yıl boyunca tamamen yurtdışı fiyat hareketlerinin kontrolü altında kalmaktadır.

Tarımsal faaliyetler tamamen yurtdışı fiyat hareketlerinin kontrolü altında kalmaktadır.

Gelelim mazot fiyatları ve onun ekonomisine.... “Toprağa küsmeyin, toprağı küstürmeyin derlerdi eskiler.... (iyi de nasıl olacak bu).. Toprağa ve toprağı işleyen, gıda üreten çiftçilerimizin üretim girdilerinden sadece mazot örneği şöyle: Traktörün 8-10 saatlik bir iş için deposuna aldığı mazotun maliyeti 70 litre o da eşittir 350 TL” diyor Şanlıurfa’dan ziraatçi ve aynı zamanda bir sosyolog olan Müslüm Öğün. Bu yönüyle, yıl boyunca girdi fiyatları ve maliyetler devamlı artarken onun katlanılamaz sınırı da çiftçinin katlanamayacağı seviyelere gelmektedir.

Sadece böylemi? Tarımın bir de finansal piyasalarla kaynaştırılması var. Çiftçinin doğrudan banka kredilerine maruz kalması, ürün yapısı gereği borsalar ve döviz piyasasındaki oynaklıklar bile tarlaya şu veya bu yönde yansımakta.... özellikle, yurtdışı piyasalara ticaret ile bağlılık oranı ürünlerin fiyat ve kazanç riskini daha da fazlalaştırmakta, yurtdışı şoklara karşı çiftçiyi korumasız bırakmaktadır. Tarımın finansal piyasalaştırılması da diyebileceğimiz bu süreç, bizim gibi gelişmekte olan ülkelerin çiftçilerini derinden etkilemekte ve gıda güvenliğini riske atmaktadır.. Zaten çiftçi başına düşen ekilebilir alanın diğer ülkelere göre küçük olmasının yarattığı ortalama maliyet yüksekliği, bir de finansal piyasa oynaklığı ile birleşince ağır bir yük oluşturmaktadır.

Tarımın finansallaştırılması çiftçilerin üzerinde bir yük oluşturyor

Çiftçi ile yıllardır sıkı bir bağ kurmuş olan devlet bankaları dışında kalan finansal kuruluşlar ile çiftçi arasındaki yakınlaşma son dönemde tehlikeli hal almaya başladı. Özellikle traktör yenilemesi, bireysel krediler ve benzeri parasal ilişkiler çiftçiyi üretim planı yapmaktan alıkoyup başka sorunlarla uğraşmaya itti....

Bu yakınlaşmayı önleyici politikaların ilgili devlet bankalarınca yeniden gözden geçirilmesi, çiftçilerin özel sektör finansal kuruluşlar ile bağının kesilmesi gerekir. Bu bağ sadece bireysel çiftçi anlamında geçerlidir. Öte yandan, büyük tarımsal faaliyet içinde bulunan kuruluşların bu kategoride değerlendirilmesi de farlı bir konudur.

Üretimdeki diğer bir aksama köylerde genç nüfusun hızla azalması ve geriden gelen jenerasyonun neredeyse tamamının şehirleşmeye kaymasıdır. Aslında bu kalkınmanın bir doğal sonucudur. Ülke kalkındıkça eğitim talebi, gelirden pay alma isteği, ilerleme arzusu nüfus yapısını değişime uğratabilir. Öte yandan, sürecin sadece talebe bağlı bırakılması da beraberinde gıda güvenliği sorununu da beraberinde getirebilir. Tabi bir de köyde kalanların eğitim seviyesinin yetersizliği...

Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Üyesi Gökhan Özertan tespiti bu açıdan önemli. Özertan “AB çiftçilerinin %55’i 55 yaş ve üstü, %23’ü ise 45-55 yaş arasında” olduğunu belirten tespitine şunu ekliyor: evet dünyanın heme her yerinde üreticiler yaşlı. Ancak bir çok ülkede sektöre gençlerden de ilgi var, bizde yok, cazip hale getiremiyoruz. İkincisi, bizim(çiftçilerin) eğitim seviyesi düşük ve gelişmiş ülkeler ile aramızdaki bu fark da gittikçe açılıyor” diyor.

Destekleme ne Kadar etkili?

Tarımın ekonomik etkisini toplam zirai ürün satış değeri olarak düşünmek yanlıştır. Aksine yarattığı katma değer ve çalışan sayısının toplam ekonomik değeri olarak ele almak daha faydalıdır. Türkiye’de günümüzde sanayi alanında ne kadar istihdam mevcutsa bir o kadarı zirai faaliyette çalışma olanağı bulmaktadır. Yani doğası itibariyle milli gelirden düşük pay alan tarımsal faaliyetlerim hayata dair etkisi diğer sektörlere göre daha az değildir. Örneğin milli geliri 20 trilyon dolar olan ABD ekonomisinde zirai faaliyetlerin yarattığı ekonomik etki değeri 6.9 trilyon dolardır. Yani üretiminden tüketimine tüm zincirlerde sağlanan gelirin toplamı olarak hesaplanan değerdir bu. Bizde de durum farklı değil.

Tarımsal faaliyete verilen önem destekleme miktarları ile doğru orantılıdır. Bu desteklemeler hem taban fiyat ve dekar başına prim olarak belirlenir ve kademeli olarak piyasa düzenini sağlar. Destekleme politikasını iki yönlü inceleyeceğiz. Birincisi taban fiyat ile destekleme, diğeri ise prim oran veya miktarı ile destekleme.

Çiftçilerin ilk göz ağrısıdır taban fiyatlar... yıl içinde belki de konuşulan yegane konu ve onun tadıdır. Ama o tat son yıllarda ekşimeye başladı. Sebebi ise artık taban fiyat kavramının referans fiyatı olarak dillendirilmesi ve daha kötüsü referans fiyatının bile develet tarafından hasat ortasında ya da sonunda belirlenmesi. Bunun son örneğini 2017 hububat fiyat politikası başlığı ile TMO (Toprak Mahsulleri Ofisi) nun 13 Temmuz 2017’de kamuoyu bilgilendirme yazısıyla gördük (http://www.tmo.gov.tr/Main.aspx?ID=1887). Bu bir başarısızlık örneğidir özünde. Hasat sonu belirlenen referans fiyatı çiftçiyi tamamen serbest piyasa diye dillendirilen alıcı tekelinin insiyatifine terketmekten başka bir şey olmayacaktır, diğer anlamıyla.

İkinci destekleme alanı devlet primleri... Bu Şekil 3’de verildiği üzere pek iç açıcı değil. Aksine, tam anlamıyla masa başı yapılmış istatiski bir hesaplama gibi görülmektedir. Gıda ve tekstilin temel ürünlerine 2018 yılı için verilecek desteklemeler bir önceki yıl ile karşılaştırılıp sunulduğu bu tabloda kuruş bazında artışların olduğu görülmektedir.


 

Şekil 3.

Destekleme primlerinde artışların bir bakış açısıyla aslında bir defalık mazot zammı veya 2 kuruşluk dolar değerlemesi ile yok olacağını söylemek yanlış olmaz.

(Devamı yarın)