İnsan ne zaman gerçekten ölür? Günümüzde gerek tıp gerekse teknoloji alanındaki gelişmeler ile insanlar gerçekten ölümsüz olmanın yollarını ciddi şekilde arıyorlar. Tıp alanında her türlü organ değişimleri, hastalıkların ciddi şekilde tedavi ediliyor olması, ömrü uzatıcı sıra dışı deneyler ile insan ömrü her geçen gün biraz daha uzatılmaya çalışılıyor. Gerçekten de çok ileri yaşta olmalarına rağmen tıbbın sunduğu imkânları değerlendirerek genç gözüken ve ömrü uzun insanlar yaşıyor çevremizde.

Teknoloji de insanların ömürlerini uzatmak amacıyla birçok çalışma yapıyor. Robot ve makina teknolojileri vücudumuz yaşlanıp bizi terk edecek bile olsa beynimizi hayatta tutacak ve bizi çok uzun yıllar yaşatacak deneyler ve araştırmalar yapmaya devam ediyor.

Bir insan bu dünyadan göçüp gittiğinde, onu anacak en son insan da göç edene kadar yaşar. Nesiller değiştikçe isimlerini dahi bilmediğimiz, hatırlamadığımız, bu dünyaya veda etmiş insanlar tamamen silinip giderler. Bir de öyle insanlar gelip geçer ki dünya sahnesinden, öyle izler bırakırlar ki asla ölmezler. Gözümüz görmese de bir yerlerde sanki yaşamaya devam ediyorlarmış gibi gelir. Atalarımız “kişinin eseri ikinci ömrüdür” derler. Kişinin isminin unutulmaması gerçek ölümsüzlük değil midir?

Hiçbir zaman eskimeyecek, üzerinden yüz yıl da geçse okunan herkesi sarıp sarmalayacak ve kendine ait bir şeyler bulmasını sağlayacak kitaplar vardır mesela. Bir yazar çıkar ve der ki: “İnsan düşleri öldüğü gün ölür”. Hiçbir zaman ölmemiş gibi gelir insana ve aslında hiçbir zaman da ölmeyecektir. Tamamen öldürmek için tüm eserlerini yok etmek gerekir. Öyle bir iz bırakmıştır ki hayata, ne kadar toprak döksen o iz silinmez.

Öyle bir şiir yazarsın ki halkın tüm ortak duygularını dile getirir. Marş olur, coşku olur, yüzyıllar geçer aynı coşku ile okunur. “Âşık öldü diye sala verirler. Ölen bedendir, âşıklar ölmez” dersin; zaten yüzyıllar boyu ölmeyecek adaletin, hoşgörün, mesajların ve öğretilerin insanların yüreklerine işler. Ders diye okutulur, örnek diye anlatılır. İsmin asla silinmez.

Öyle bir rol oynarsın ki teneffüs bitiş zilleri ile özdeşleşirsin. Ne zaman biri eline bir zil alıp herkesi sınıfına ya da toplantıya çağırmak için çalsa senin gibi koşası gelir. Gülüşün ve neşen işler insanların yüreklerine. Sürekli açıp izleyesi, sesini duyası gelir insanın. İnsanları gülümsetenler de asla ölmez.

Ne ölür? Kendimiz için yaptığımız her şey ölür. Biz yok olduğumuzda hepsi bizimle beraber silinir gider. Kim ki başkaları ve dünya için bir şeyler yapmış ve eserler bırakmıştır işte onları öldürmek çok zordur.

Gönüldür asıl ölümsüzlüğün var olacağı yer. Topraklara gömülmek değil, kalplerde yer bulmaktır. Her yere resimlerini de assan, heykellerini de yaptırsan, dört bir tarafa ismini de yazsan kar etmez. Arkanda; insanların ruhlarına işlemeyen, onlarda iz bırakmayan, sarılacakları bir eser bırakmadıysan ölmeye mahkûmsundur. Gerçek ölümsüzlüğün aranacağı yer yine insanın kendi ruhu mudur acaba?

Umudunu kaybetmiş, ne yapacağını bilemez, geleceğinden endişe eden ve birlik olmanın bir kıvılcımını bekleyen bir ulusa umut olursun, yön gösterirsin. Umutsuzluğa umut, karanlığa aydınlık olursun. İnançları yeşertir, el ele ve gönül gönüle bir birlik yaratırsın. Öyle bir eser bırakırsın ki seni hiç görmemiş olanlar bile sana hayran olur. Seksen bir yıl geçer, seni hiç tanımamış görmemiş gözler seni anarken gözyaşı döker.

Ölümsüz bir ölümdür. Çünkü fikirler ölmez…