Avrupa Birliği mevzuatına uyum kapsamında ürün ihracatı ile e-Ticaret'te uygunsuz ve güvenilir olmayan ürün satışına müeyyide uygulanması gibi düzenlemeleri de içeren Ürün Güvenliği ve Teknik Düzenlemeler Kanunu Teklifi, TBMM Genel Kurulunda kabul edildi. Kanun, piyasaya arz edilmesi hedeflenen, arz edilen, piyasada bulundurulan veya hizmete sunulan tüm ürünleri kapsayacak. Avrupa Birliği (AB) üyesi ülkelere ihraç edilen veya ihracı hedeflenen ürünler, bu düzenleme kapsamında piyasaya arz edilmiş sayılacak. TBMM Genel Kurulunda kabul edilen “Ürün Güvenliği ve Teknik Düzenlemeler Kanunu” teklifinde MHP grubu adına Kahramanmaraş Milletvekili Sağlık, Aile Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Katip Üyesi Prof. Dr. Sefer Aycan, söz aldı. Aycan, Milliyetçi Hareket Partisi olarak, Ürün Güvenliği ve Teknik Düzenlemeler Kanunu Teklifini prensip olarak desteklediklerini söyledi.

HER ÜRÜN, İNSANA AZ VEYA ÇOK ZARAR VEREBİLİR

Türkiye'de üretilen bir ürünün insanımız için en uygun olur şekilde üretilmesi gerektiğinin altını çizen Aycan, “Ürün, insanın kullanımı için üretilen her şey anlamına gelir ve bu çok geniş kapsamlıdır. Bunun içerisinde gıda var, bunun içerisinde giydiğimiz ayakkabı var, giysimiz var, her türlü materyal var, kozmetik ürünler var, deterjanlar var, yüzümüze sürdüğümüz kremler var. "Ürün güvenliği" denildiği zaman da bu ürünün insan sağlığına ve çevreye uygun olmasının, zarar vermemesinin anlaşılması lazım. Şimdi, bu önemli bir konu. Bir ürün insana zarar verebilir mi? Verir; her ürün, insana az veya çok zarar verebilir. Bir kısmını kullanıyoruz, yüzümüze sürüyoruz, saçımızı yıkıyoruz, gıda olarak alıyoruz, evimizde kullanıyoruz. Sadece bilinen gıda meselesi değil; örneğin, kullanılan boya, kullanılan yapıştırıcı, kullanılan çözücüler, çocuklarımızın kullanması için, oynaması için verdiğimiz oyuncaklar; bunların hepsinin içerisinde kimyasal maddeler, yapıştırıcılar ve boyalar var. Evimizin duvarına kullandığımız boya bile insan sağlığına etki edebilir. Boyanın içerisinde oluşan formaldehit, insan sağlığı için çok ciddi bir sorundur ve buna bağlı olarak "hasta bina" sendromu denilen bir klinik tabloya sebep olur. Kullandığımız cep telefonundan bilgisayara kadar her şey insan sağlığına az ya da çok zarar verir. Çevre sağlığı, çevre güvenliği ise daha önemli bir konudur çünkü bir ürünün bir insana zarar vermesi o insanla sınırlı kalırken çevreye verilen zarar daha geniş kapsamlıdır, daha uzun sürelidir. Hatta sadece şu anda yaşayan insanlara değil, gelecek nesillere de zarar verebilir. Onun için, çevrenin bozulması veya çevrenin zarar görmesi insanın hastalıklarının da temelini oluşturur. Bildiğiniz hastalıkların yüzde 90'ı çevresel nedenlerle oluşur ve bu yüzden de çevreyi kontrol etmeden hastalıkları önleyemeyiz. Geriye kalan yüzde 10 hastalık "kromozom anomalisi" diye geçer ama bunun da sebebi çevresel faktördür. Durup dururken bir kromozom anomalisi, gen bozukluğu oluşmaz, bunu da tetikleyen çevresel bir faktör vardır. Onun için, Milliyetçi Hareket Partisi olarak, Ürün Güvenliği ve Teknik Düzenlemeler Kanunu Teklifi'ni prensip olarak destekliyoruz, doğru buluyoruz, olması gereken bir konu.

  1. HALKI İÇİN, TÜRK MİLLETİ İÇİN EN NİTELİKLİ ÜRÜNLERİ ÜRETMEMİZ LAZIM
    Hatta bu teklif içerisinde olumlu birkaç nokta daha var. Örneğin, her ürünün üretilmesinden tüketilmesine kadar takibini getiren düzenlemeler bizce çok olumludur. Bugünkü teknik anlamda, ürün, üretilmesinden tüketilmesine kadar takip edilebilir. İkinci olumlu husus şu: Bir ürünün sadece normal satışının değil, internet üzerinden satışının da bu kapsama alınmasını yine çok olumlu buluyoruz. Onun dışında, kusurlu ürünlerin, ayıplı ürünlerin toplatılması veya geri çağrılmasını da çok olumlu buluyoruz. Bu teklifte bununla ilgili düzenlemeler var ama teklif çok zor bir alanla ilgili, çok da sorun olan bir alanla ilgili. Elbette yasa çıkarmak yetmiyor, özellikle bunun uygulanmasıyla ilgili yönetmeliklerin olması, kurumların buna hazırlıklı olması ve uygulamada da standart getirilmesi gerekiyor. Orada söyleyeceğimiz bazı şeyler var. Bunlardan birincisi: Öncelikle, bir ürünün, Türkiye'de üretilen bir ürünün insanımız için en uygun olur şekilde üretilmesi lazım. Yani ürün güvenliği, insana zarar vermemesi önemsenerek veya dikkat edilerek yapılmalıdır. Sağlık öncelikse -ki öyle olması gerekir her şeyin üstünde olması lazım. Bu, denge güdülerek yapılacak bir şey değildir. Eğer bir ürün insana zarar veriyorsa ona "olmazsa olmasın." diyebilmemiz lazım. Bu yüzden Türk halkı için, Türk milleti için en nitelikli ürünleri üretmemiz lazım; "Avrupa Birliği istiyor." diye üretmememiz lazım; Türk insanı en iyiye layık olduğu için üretmemiz lazım. Burada Avrupa Birliği normları esas alınıyor. CE belgesi, Avrupa'ya uygunluk belgesidir, bu bir güvence belgesidir. Birçok belge var. Bu belgeler de karışıklığa sebep oluyor.

AVRUPA BİRLİĞİ BİZİM OLMAZSA OLMAZIMIZ DEĞİLDİR

Biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak Avrupa Birliğiyle karşılıklı nezaket içerisinde ilişkilerimizin sürmesini istiyoruz. Avrupa Birliği bizim olmazsa olmazımız değildir. Onurlu bir ilişki istiyoruz, tüm dış ilişkilerimizde olduğu gibi. Ama bu ürün güvenliği konusunda da CE belgesi mutlak doğru değildir ya da Avrupa ülkelerinin hepsi aynı derecede dürüst değildir. Ben birçok örnek biliyorum, daha önce ki bürokratik deneyimlerimi söyleyeyim. Ülkemizde alınamayan CE belgesinin yurt dışından alındığını da biliyoruz. Yani bu CE belgesi almak her sorunu çözmüyor. Bazı ülkeler buna çok ciddi, dürüst davranırken bazılarının başka şekillerde bu belgeyi verdiğini de biliyoruz. Onun için kendi standartlarımız çok daha önemli. TSE belgemiz vardı, sertifikamız vardı, bence çok daha anlamlıydı ve ürünün üzerinde olan "Türk Malı" ifadesinin sadece buradaki vatandaşlar için değil tüm dünya için de itibar meselesi olması lazım. Türk veya Türk'ün ürettiği ürünün herhangi bir sahtekârlıkla anılmaması gerekir. Bunun için kamunun buna dikkat etmesi lazım. Ayıplı ürünleri ihraç eder duruma düşmememiz lazım. O yüzden çok hassas olmamız gerekir ve Türk malını, Türk markasını, Türk kimliğini koruyan bir şekilde ticaret yapmamız da gerekir. Şimdi, burada, bu konuda birçok sorun. özellikle ürün güvenliği konusunda denetim yetersizliklerimiz var. Ürün denetimini daha çok belge üzerinden yapıyoruz ama bu belgeleri, verilirken mutlak doğru kabul ediyoruz. Ürünün niteliğiyle ilgili inceleme yapamıyoruz. Bunu yapacak altyapıyı oluşturmamız lazım, bunu yapacak laboratuvar imkânlarını oluşturmak ve teşkilatı oluşturmak lazım.

PİYASA DENETİMİ KONUSUNDA EKSİKLİKLER GÖRÜYORUM

Bir diğer konu, ürünün piyasa denetimidir. Belki de en eksik olduğumuz alanlardan biri ürünün piyasa denetimidir. Ben, Ticaret Bakanlığı’nın yaptığı denetimlere baktım. Denetimler, daha çok şekilsel denetimlerdir, belge denetimleridir, etiket denetimleridir ve bu denetimler nitel denetimler değildir. Evet, etiket önemlidir, mutlaka her ürünün etiket içermesi gerekir ve o etiketin içerisinde hangi ürünlerin, hangi malların bulunduğunun, hangi maddelerin kullanıldığının belirtilmesi lazım ve bu maddelerin insan sağlığına ne kadar uygun olup olmadığının da belirtilmesi gerekir. Okunamayacak kadar küçük yazıların ya da içerisine sadece belirli maddelerin adını yazmanın tüketici açısından hiçbir faydası yoktur. Bunun insan sağlığı üzerine ne gibi olumsuz etkileri olduğunu belirten etiketler olması lazım. Onun dışında da piyasadan örneklem yapabilmemiz lazım. Onların getirdiği ürünü değil, bizzat kamu görevlileri, piyasadan ürünler alarak, bu ürünleri analiz yaparak, nitelik analizleri yaparak, bunları denetlemeli, değerlendirmelidir. Çünkü piyasaya çıkan her ürün, belge alan her ürün, devletin güvencesi altında olur ve tüketicinin bunu bilmesi, bunu analiz etmesi, değerlendirmesi de mümkün değildir. Ürün güvenliğinin ciddi bir iş olduğunu ve sorumluluk gerektirdiğini belirtmek istiyorum. Yasada özellikle piyasa denetimi konusunda eksiklikler görüyorum. Caydırıcı cezalar olması lazım. 20'nci maddede verilen idari para cezaları arasındaki limitler hakikaten çok fazla, 10 katı. Bu, uygulanmasını ve tarafsızlığını olumsuz etkileyen bir durum. Hatta 20'nci maddenin bir fıkrasında da şöyle bir ifade var: "Üreticinin ekonomik durumuna göre ceza kesilir." diyor. Bunu demek zaten taraflı davranacağınız anlamına gelmektedir. Bu hüküm kamu güvenliği açısından doğru bir yaklaşım değildir. Onun için bu ifadeyi kaldırmak ve özellikle limitleri daraltmak ve inisiyatifi ortadan kaldırmak lazım ve bu cezaları da uygulamak lazım, cezaları uygulayabilmek için de mutlaka bu işi yapan kamu görevlilerine de destek olmak lazım. Bu işi yapan kamu görevlilerinin en büyük sıkıntısı, arkasında devletin, hükûmetin desteğinin olmamasından dolayı yılmışlıktır. Bilmiyorum, içinizde bu işi yapanlar var mıdır? Bir bakkala gücü yetmez; oradaki bir üründen dolayı tutanak tutacak olsa, bununla ilgili ceza verecek olsa başına gelmedik şeyler kalmaz. O zaman da bu işi yapan insanlar yılar, bu işi yapmaktan vazgeçer ya da oyalar. Onun için yasalarımızda çok ciddi cezalar var, idari cezalar var ama bu cezalar caydırıcı olmuyor. Cezaların caydırıcı olması için uygulanması ve tarafsız bir şekilde, ayrım yapmadan kullanılması lazım. Buna inandırdığımız zaman herkesin de riayet edeceğini düşünüyorum. Hatta bu cezalar bile yeterli değil; kasten, bilerek hile yapan, aldatan, insanın sağlığıyla oynayanlara Türk Ceza Kanunu'na hükümler koyup en ağır cezaları vermek ve bir daha da bu kişilerin bu işi yapmasına engel olmak lazım. Onun için, idari para cezalarımız caydırıcı olmalı, hatta Türk Ceza Kanunu'na bununla ilgili düzenlemeler koyup insan sağlığıyla oynayanları en ağır şekilde cezalandırmamız gerekir” şeklinde konuştu.

Editör: Mahmut Beyaz