(Kıymetli okurlarım, 2007 yılında kaleme almış olduğum bu yazıyı gereğine binaen yeniden paylaşmak istiyorum.)

Allah’a verilmiş bir borç, karşılığı da cennet olan sadaka, gösteriş ve riyadan uzak, elimizdeki imkanlarımızı diğer insanlarla paylaşmak anlamlarına geliyor infak. Hz. Ali ve Hz. Fatıma Radıyallahü anhümanın bir davranışları üzerine Allah cc. Kuran-ı Kerim’de şöyle buyuruyor. “Onlar kendi canları çektiği halde, yiyeceği yoksula, yetime, esire yedirirler. Biz sadece Allah rızası için yediriyoruz. Sizden bir karşılık ve teşekkür beklemiyoruz. Biz çetin ve belalı bir günde Rabbimizden korkarız, derler. İşte bu yüzden Allah onları o günün fenalığından esirger, (yüzlerine) parlaklık, (gönüllerine) sevinç verir.” ( İnsan 8-11) Hz. Ali Efendimiz’le Fatıma Validemiz üç gün üst üste iftar edecekleri yemeklerini kapıya gelen fakir kardeşleriyle paylaşmış kendileri aç yatmışlardı. Ayeti kerime onların bu davranışlarını övmektedir. Türlü nimetlerle bezenen şu ramazan günlerimizi ve mükellef iftar sofralarımızı hatırladıkça insan bu ayeti kerimeyi anmadan edemiyor. Sahi gerçekten canımızın çektiği bir şeyi mümin kardeşlerimize karşılıksız verebiliyoruz. Peygamberimiz bir birinin kanına susamış cahiliyle Araplarını vahyin ışığında şefkat kanatları altına alıverince onlar birer iyilik meleğine dönüşüverdiler. Bir kere paylaşmanın zevkine eren sahabe-i kiram kıyamete kadar anılacak infak ve yardımlaşma örnekleri sergilediler. Ve bunu top yekun hep birlikte yaşadılar. Eba Derda, Ya Resulallah; Allah bizden borç mu istiyor, diye sorunca Efendimiz (sav.) evet, buyurdular. O zaman uzatın elinizi Ya Resulallah, şahit olun dedi ve hemen hurma bahçesine koştu. Hanımına dedi ki, hanım! hemen evimizi boşalt, bahçemizle birlikte onu Allah’a borç verelim. Hanımı ne yaptı dersiniz, bir yandan eşyalarını toplarken diğer yandan Ya Eba Derda ne kadar karlı bir alış veriş yapmışsın, diyordu. Oturabileceğiniz tek evinizi boşaltıp çıkacaksınız bir yandan da ne kadar karlı bir alış veriş yaptığınızı düşüneceksiniz. İşte asırlara damgasını vuran bizi cihanşumul bir devletin asil fertleri haline getiren bu düşüncedir. Bunun içindeki 19. yüzyılın sonlarında Doğu Anadolu’ da baş gösteren şiddetli kıtlığı istismar ederek ora halkını Osmanlı’ya karşı kışkırtmak isteyen İngilizler uzun uğraşlardan sonra, burada kıtlık var ama açlık yok, dolayısı ile buraları isyan ettirmek mümkün değil, demişlerdir. Şimdi fırından pidemizi, bakkaldan erzağımızı, çarşıdan pazardan bayramlığımızı alırken sizinle beraber oruç tutan, namaz kılan, Kuran okuyan, lailaheillallah diyen, fakat imkanları olmadığından sizin kadar rabbimizin nimetlerini paylaşmayan kardeşlerinize açın gönüllerinizin kapısını kucaklayın onları şefkatle, görün ihtiyaçlarını; inanın o zaman daha şimdiden ramazanınız bayrama dönüşecek, her gününüz bayram olacak. Eğer kıyamete kadar bu şeref bu milletin omuzlarını süslesin istiyorsanız paylaşma kültürünü aşkla şevkle çocuklarınıza da aşılayın. Onlarda kendileri ihtiyaç içinde olsalar dahi kardeşlerini nefislerine tercih edebilsinler. Ramazan günlerini bir de bu açıdan değerlendirmek, doyumsuz aşklara tanıklık etmek demektir. Ne mutlu İslam medeniyetinin eşsiz kardeşliğini tadabilenlere!