Büyük bir tevafukla bu sene üç aylar nisan ayına denk düştü, bir de 14-20 Nisan günlerinin Kutlu Doğum Haftası'na rastladığını sayarsak yoğun bir maneviyat mevsimi ile Türkiye Cumhuriyeti'nin istiklal ve istikbal mücadelesinin taçlandığı 16 Nisan referandumu iç içe kucaklaşmış vaziyette.

Uzun bir yürüyüşün önemli dönüm noktalarından birine yaklaşırken daha donanımlı, daha dikkatli, daha antrenmanlı, maddesi ve manası daha zengin bir toplum olmaya özen göstermeliyiz. Üç aylar bu yenilenme ve tazelenme için çok büyük bir fırsat. 

Alemlere rahmet olarak gönderilen; günahlardan beri kılınmış masum bir peygamber olmasına rağmen Efendimiz, sair mevsimlere göre üç aylarda ibadet hayatını daha bir zenginleştirmiştir. Oruçlu günlerinin sayısı oruç tutmadığı günlere göre artan, bu yükseliş Recep'ten Şaban'a, oradan da 30 gün oruç tutmamızın hepimize farz olduğu Ramazan'a kadar doruğa ulaştığı bir seyir takip etmiştir. Yalnız oruçla değil; geceleri sabahlara kadar, ayakları şişinceye dek namazla, tefekkürle, sükutla, tesbihatla geçirilen ve ilmek ilmek dokunan bir dini hayatın en güzel örneklerini sergilemiştir Efendimiz (sav).

Efendimiz'in önderliğini yaptığı ve mübarek gecelerle taçlandırılan bu üç aylar mevsimi ümmetin yetişmesinde Sahabe-i Kiram'ın (Rıdvanullahi aleyhim ecmain) olmalarının sağlandığı en büyük eğitim dönemleridir. Ashab-ı Kiram sloganlardan, yaşanmayan şeylerin kuru kuruya haykırılmasından fevkalade rahatsız olurlardı. Onlar kendi öz dünyalarını öyle zengin bir dini hayatla donatırlardı ki yeri ve zamanı geldiğinde gerekeni yapmaktan bir lahza çekinmezlerdi.

Efendimiz (sav) ile öyle aynileşmişlerdi ki eğer O karnına taş bağlamışsa ashabının da karnında taş bağlı idi. Eğer Efendimiz üzgünse, sakinleşinceye kadar ashabı da üzgündü. Bütün savaşlarda, seferlerde, umresinde, veda haccında dizi tutan herkes Efendimiz'in etrafında idi. Hasılı, Ashab-ı Kiram'ın en önemli görevleri Efendimizle aynı havayı teneffüs etmekti. Efendimiz'i takipte o kadar hassastılar ki, bazen Efendimiz onları ikaz etmek zorunda kalırdı. Mesela, sabahlara kadar ibadet edip uyumayan, her gün oruç tutup yemeden içmeden kesilen, hanımlarıyla yataklarını ayırmaya kalkışan bir kısım sahabi, Peygamberimiz tarafından uyarılmış, ifrat ve tefritten sakındırılmışlardı. Ama onlar yine de ruhlarına sirayet etmesi muhtemel kötülüklerden uzak kalabilmek için azami gayret gösterirlerdi, mübahlardan bile uzak dururlardı. Aralarında tatlı bir yarış, bir imrenme yarışı vardı. Kıskançlık demiyorum, tam bir imrenme hareketi. 

Hz.Ömer Efendimiz, Tebük Seferi hazırlıkları sırasında malının yarısını Peygamberimiz'e götürerek Hz.Ebubekir Efendimiz'i geçmek istiyordu. Peygamberimiz'in huzuruna vardığında Hz.Ebubekir Efnedimiz'i orada gördü. Meğer Hz.Ebubekir Efendimiz malvarlığının tümünü getirmiş. "Anladım ki Ebubekir kardeşim, seni asla geçemeyeceğim." demişti Hz.Ömer. yine H.Ebubekir ve Hz.Ömer Efendilerimiz diğer sahabenin ileri gelenleri Hz.Peygamber'in son arzusu Usame b.Zeyd'in kumandasındaki orduya seve seve katılmışlardır. Oysa ashabın en önde gelen şahsiyeti idiler. Usame ise Efendimiz'in azadlı kölesinin oğluydu. 

Hayatları sade, dini hayatları çok zengin, cömertlikleri tarihe geçmiş bu güzel insanlar "keşke bir saman çöpü olsam da hesap günü hesaba çekilmekten kurtulsaydım" temennisi ile hesap gününe hazırlanmaktan daha önemli bir meselesi olmayan şerefli insanlardı.

Yere yatırdığı düşmanı yüzüne tükürünce onu öldürmekten, sırf nefsine uymak korkusuyla vazgeçen Hz.Ali size bir şey anlatmıyor mu?

Şimdi bir de bizim cemiyetimize göz atalım. Toptancı bir düşünceyle üç aylar mevsiminin tüm faaliyetini birkaç mübarek gece camiye gitmekle tamamladığını zanneden. Mübarek gecelerde bile yatsı namazı kılınınca, kendisini tekrar sokağa atan. En büyük ibadeti sosyal medyadan kopyalayıp gönderdiği mesajlar zanneden. Dini hayatı çok perişan, konuşunca mangalda kül bırakmayan ama icraata gelince sermayesi sıfır olan bir toplum olduk. 

15 Temmuz gibi ölümcül bir felaketi atlatan bizler, Rabbimin yardım ve inayetiyle savuşturduğumuz o beladan sonra, lüzumsuz bir kuruntuya kapıldığımızı düşünüyorum. Oysa Allah korusun, yeniden bir kalkışma olursa topyekûn bir karşı koyuş için sahip olmamız gereken iman salâbetini muhafaza edip etmediğimizi hiç gözden geçirmedik. Hepimiz bireysel olarak bizzat kendimizin ortaya koymamız gereken gayretler yerine Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip ERDOĞAN'ın kahramanlıklarıyla övünüyor, O'nun gölgesine sığınıyoruz. Her birerimiz yapacağımız onlarca hazırlık varken, daha 100 metre koşamaz, basit bir silahı söküp takamaz, karşılaştığı düşmanı yere serebilecek gücü elinde bulunduramazken varsa yoksa konuşuyoruz. Akşamlara, sabahlara kadar mesajlaşıyoruz. Bazen farkında olmadan bir algı operasyonunun parçası olduğumuzu, kullanıldıktan sonra anlıyoruz. 

Üç aylar mevsimi hürmetine ne olur artık oruçlu günlerinizi çoğaltın, ezan okunduğunda oluşan ilk cemaate katılın. Merhametli olun, ekmeğinizi fakir muhacir kardeşlerinizle paylaşın, nafile ibadetlerle gecelerinizi tezyin edin. Zikrullaha devam edin, her gördüğünüz mesaja yorum yazmayın. Size bir fasık (yani facebook, twitter, whatsapp) bir haber getirirse, aslını öğrenmeden paylaşmayın. Kafirlerin değirmenine su taşımayın, teröriste dönüşmemiş, oğlu kızı yakını vasıtasıyla bir terör örgütüne sempati beslemiş, lakin 15 Temmuz felaketiyle aklı başına gelmiş, tövbekar olmuş kardeşlerinizi dışlamayın. Unutmayın birkaç yıl öncesinde siz de o sempatizanlar arasındaydınız. 

Şimdi birbirimize sahip çıkma, büyük Türkiye hayalimizi hayata geçirme, haçlı ordularına karşı içerde yekvücut olma günüdür. Her günün sabahında en nazınızın geçtiği bir insanı hedef seçerek onu devletine sahip çıkacak bir donanıma ulaştırmak olmalıdır idealiniz. 

Fırat kalkanına katılan bir uzman çavuşumuz bir canlı bomba ile karşılaşır. Militan, bomba yüklü haliyle "şehadete koşuyorum" diye bağırarak mehmetçiğimizin üstüne atlarken yiğit Mehmetçik bir yumrukla yere serdiği canlı bombanın üstüne oturur ve haykırır: "Ben de şehadete koşuyorum, çek ulan bombanın pimini." Canlı bomba bu iman celadeti karşısında şok olmuştur. Pimini çekemez, teslim olur. (Kaynak: Abdullah Ağar)

Vesayetten kurtulan ordumuzun imanlı bir neferinin bu tarihe geçen kahramanlığı hepimize ibret olsun. Yeri geldiğinde suça bulaşan kardeşlerimizi şefkatle kucaklayıp yanlışlarından vazgeçmelerini sağlayabilmek, yeri geldiğinde teröre bulaşmış canlı bombaların alnına yumruğumuzu yapıştırmak. Ve bütün bunları yaparken bir gün hesaba çekileceğimizi hiç mi hiç aklımızdan çıkarmamak. Asıl üç aylara yakışan manevi mesuliyet bu olmalıdır.

16 Nisan'a yaklaşırken üç ayların zırhını kuşanarak bu son 13 günü dolu dolu geçirelim. Yarının aydınlık ufukları bugünden milletimize ve İslam alemine hayırlı olsun. 

Kalın sağlıcakla.