Meşhur adıyla Osmânlıca, teknik ismiyle Osmanlı Türkçesi…

                Hepimizin az veya çok bilgi sahibi olduğu bir imlâ… Ama ne yazık ki, farklı bir dil algısına maruz bırakılmış 1000 yıllık yazımız. Son zamanlarda üzerinde lehte ve aleyhe tartışmalar iyice alevlenmiş durumda.

Lâikçi-jakoben kafa tarafından lanetlenen bir medeniyetin, kendini sanatsal yazısıyla ifade etme tarzıdır Osmânlıca… Yeniyi çağdaşlık adıyla kutsarken, maziyi gerilikle itham eden skolostik bir kafanın hücumuna inadına direnen bir hakikattir Osmânlıca…

Türkün; İslâm’la müşerref olmasıyla birlikte tarihinden kültürüne, inancından ilmine, edebiyatından sanatına, siyasetinden mimarisine, ez-cümle tüm hayatına hâkim kıldığı yazısıdır, Osmânlıca…

Osmânlıca terk edilmeli miydi, yoksa devam mı etmeliydi tartışmalarına girmenin şu aşamadan sonra kimseye bir faydasının olmayacağı aşikârdır. “Osmânlıca, okuma yazma oranının yükseltilmesi için terk edildi”, şeklindeki ifadeler ilmî bir değerlendirme olmaktan çok uzaktır.  Osmânlıca’nın, siyaseten ve kültüren yeni bir medeniyet tercihi sebebiyle terk edilmiş olduğu malumdur. O halde, bundan sonrası mühimdir.

Son üç asırda Batı karşısında uğradığımız yenilgilerin sonucu yaşadığımız travmayı, devlet ve millet planında atlatmış ve önemli ölçüde kendine güven sorununu aşmış bulunuyoruz. Artık devlet aklı da geçmişi inkâr politikasını terk ederek, Selçuklulardan beri gelen Türkiye Tarihi’nin son halkası olduğunu gayet tabi bir şekilde kabul ederek, cihân şümul misyonunu deklare etmektedir.

Bu aşamada 1000 yıllık muazzam bir evrâk hazinesi olan Osmanlı Türkçesi, Türkiye’nin bugünden yarınlara uzanan ana can damarlarından biridir. Dehşetli bir hafıza, çok sağlam bir gelenektir. Biz bu toprakları ecdâddan miras aldık, ecdâd ise Osmanlının bizzat kendisidir. Yani Osmanlı Türkü hepimizin üç nesil ötesi dedeleri, nineleriydi.

Zaman zaman bazı insanların bilgisizlik ve bilinçsizlik içinde; “Osmânlıca öğrenip de, ne yapacağız, bize ne faydası var” şeklindeki ifadeleri sıkça duyulmuyor değil. Tüm dünyası maddi çıkar hesapları üzerine kurulan kişiliklerden böyle şeyler duymak da, her halde garipsenmese gerek. Savunma psikolojisine hiç girmeye gerek yok. Bugün dünya üzerinde bizden başka tarihi birikimine sırt çevirmiş kim var? Japonlar, Çinliler, Koreliler, Yahudiler mi, yoksa Avrupalılar mı? İlginçtir, ama son asır içinde Avrupalı Haçlılarla birlikte koro halinde ecdadımıza küfretmeyi çağdaşlık zannetmiş bir garabeti yaşadık!

Latince, Romalıların diliydi, İncilin ve kilisenin diliydi. Bugün pratik olarak Latince konuşulmuyor. Ama Avrupa’dan ABD’ye tüm Batı Uygarlığı, Latinceye sahip çıkıyor ve yaşatıyor. Tıp literatürü önemli ölçüde Latince, biyoloji de öyle. Doların üzerindeki “novus ordo seclerum” yazısı bile Latince! İnternette basit bir araştırma yapın, hayvan ve bitki adlarının günümüz adının yanında bilimsel ismi Latince olarak karşınıza çıkar. Yani adamların hâlâ bilim dili konumunda. Biz ise sadece imlâ dediğimiz, yazı dili olan Osmânlıca’ya öcü muamelesi yapmaya utanmıyoruz.

Efendim, dilde çok sayıda Arapça, Farsça unsur olduğu için anlaşılmıyormuş… İşte sana ezberlettirilmiş bir yalan daha. Arapça ve Farsça kelimelerin zaten çoğu kendi doğası içinde Türkçeleşmişti. Dilde sadeleşme devrimine rağmen dilimizde halen Arapça, Farsça o kadar çok kelime var ki, saymakla tüketemezsiniz. İsimlerinizden tutun da, günlük konuşup anlaştığımız dile kadar. Hangisi anlaşılmıyor? Farsça kökenli “namaz” veya Arapça kökenli “millet” kelimelerini kullandığınızda ne anlıyorsunuz? Şu makalenin içerisinde o kadar çok Türkçe kökenli olmayan kelime var ki, acaba hangisi sözlük yardımıyla anlaşılıyor? Osmanlı Türkçesinin en ağır ve ağdalı olan kısmı yoğunlukla “Divân Edebiyatı” idi. O da zaten işin edebî sanatlar boyutu idi ve dar bir alandı. Tüm hayat divân edebiyatı üzerinden şekillenmiyordu ki!

Dil kendi canlılığı içinde farklı dillerle etkileşimle kelime alır, kelime verir, bu şekilde zenginleşir de zenginleşir. Ama galiba biz dilde fakirleşmeyi daha çok seviyoruz! Bu sebeple de artık dünya çapında dev edebî karakterleri yetiştiremiyoruz. Yetişen de zaten zengin Türkçemize aşina olanlardan çıkıyor.

 Resmi devlet arşivlerinde, özel koleksiyonlarda, kütüphânelerde, aile arşivlerinde, kurum arşivlerinde, mimari eser kitâbelerinde, para, silah, deri gibi her türlü malzemede ve nihayetinde mezar taşlarındaki yüz milyonlarca Osmânlı Türkçesiyle yazılı dünyanın en zengin arşivlerinden birine sahibiz. Evraklar, defterler, kitaplar, haritalar, fermanlar, anlaşma metinleri, sanat eserleri… Bu yazının girmediği alan yok. Türkiye dışında kalan eski Osmanlı topraklarında ve yabancı ülkelerin arşivlerinde bulunanlar bu saydıklarımızın dışında korkunç bir yekûndür.

Ecdâdın mirası bizim gücümüz ve yolumuzun ışığıdır.

Haydi, Osmânlıca’ya sahip çıkalım. Koruyalım, öğrenelim, öğretelim, yaşatalım.