Modern çağın getirdiği hayatı yaşıyoruz hepimiz. Ama isteyerek, ama istemeyerek…

Her arzumuzu önümüze seriyor bu hayatın renkleri…

Modern insanın her şeyi doydu… Cebi, midesi, evi, makamı, arzu ve ihtirasları. Hatta beyni bile bilgiye açlığın tesirinden kurtuldu. Fiziksel ne varsa hepsine az veya çok ulaşıyor insan. Ancak öyle bir şeyi var ki, diğer tüm benlikleri doyar ve dolarken bedel olarak boşaltıldı orası. İnsanı insan yapan, diğer canlılardan üstün kılan ve insanı, insan-ı kâmil yapan âlemlerin rabbinin karargâhı olan kalbi boşaldı modern insanın…

Fiziksel tüm açlıklar doyuruldu. Lakin maneviyatı aç bırakıldı. Kalbin beslenmesi ihmâl edildi. Maneviyat pınarları kurutuldu. Kalpler katılaştı ve kalp gözleri kapandı. Yaratıcısıyla arasına mesafe girdi ve o mesafede iblis dikildi insanın karşısına. Hiç birimiz bu tahribattan nasipsiz kalmadık. Hepimiz az veya çok bir şeyler kaybettik. İçimizde bazı duygular sönükleşti, nefsimiz hiç olmadığı kadar dizginleri eline aldı. Netice? Her şeyi matematiksel hesaplarla yaşamaya çalışan, maddeyle anlamlandırmaya çalışan ama ruhunun açlığına çare bulamayan zavallı modern ve madde kölesi insan…

Müslümanlığımız bizi bu tahribattan azade kılmadı. Çünkü yaşam tarzımız ruhlarımızı zayıflattı. Manen toparlanmaya ihtiyacımız var. Ruhlarımızın beslenmeye, manevi açlığımızın giderilip, kalplerimizin rikkâtle dolu hale getirilmesine ihtiyacımız var.

Osmanlı toplumunda manevî beslenme kaynakları vardı ve her yaş ve toplumsal tabakaya hitap ederdi. Bir gelenek halinde cami-medrese-tekke üçlüsü toplum maneviyatının inşa mekânlarıydı. Belki zaman içerisinde fonksiyonlarında zayıflama olmuşsa da adres doğruydu ve her Müslümanın aidiyet duygularını taşırlardı.

Şimdilerde başta İstanbul, Ankara, Konya, Bursa gibi şehirlerde devam ettirilmeye çalışılan bu geleneğimiz bazı camilerimizi daha fonksiyonel hale getirmektedir. İslam dünyasının tamamına mal olmuş klasik İslâm eserlerinin okunma geleneğinden bahsediyorum. Buhari-i Şerif Sohbetleri, Şifa-yı Şerif sohbetleri gibi. Kahramanmaraş’ımızın bir kısım tarihi camilerinde veya tarihi olmasa da büyük camilerinde de bu sohbetleri müftülüğümüz pekâlâ başlatıp, yıl boyu devam eden bir gelenek hâline getirebilir.

İnsanımız vakit geçirmek için çeşitli yerler arayışında. Kahvehanelerden, parklara varıncaya kadar çok çeşitli mekânlarda vakit harcarken, bir kapı da camilerimizde açılsa ve namaz vakitleri dışında da camilerimizde manevi gıdalar saçılsa ne kadar güzel olur.

Mesela Ulu Cami, Bey, Abdulhamid Han, Acemli, Hz. Yunus, Divanlı, Medine, Şazibey, Arasa, Saraçhane Camileri gibi sayısız camimizde düzenli sohbetler vakit namazları arasında yapılsa ne hoş olur.

Tefsir, Siyer-i Nebi, Şemâil-i Şerif, Sünnet-i Seniyye, Buhari-i Şerif, Şifa-yı Şerif,  İhyâ-ı Ulûmi’d-Din, Tasavvuf, Mesnevi-i Şerif, ilmihâl gibi çeşitli konular ve eserler ana kaynaklarımız üzerinden insanımızın istifadesine sunulsa ne büyük bereket ve rahmet kaynağı olurdu. Manevi hastalıklarımıza ve kalplerimize şifa olacak bu gıdalar yıl boyu camilerimizde insanımızı beslese. İnanın toplumsal çalkantılarımıza ve dertlerimize, ahlaki erozyonumuza ne güzel bir çare olurdu.

Müftülüğümüz bu geleneğin hayata geçirilmesinin adresi olarak bu iradeyi gösterip, şehrimize yepyeni bir can damarı açmakla mükelleftir. Hem dünyevî, hem uhrevî manevi bir sorumluluk, hem de muazzam bir ecir kapısıdır. İnşallah müftülüğümüz böyle güzel bir adımı atarak, şehrimize bu manevi rahmet kapısını kıyamete kadar kapanmamak üzere açar diye ümid ediyorum.

Selam hidayete tabi olanların üzerine olsun.

İbrahim KANADIKIRIK