Cesur olsun, tokmaklara dayansın, hayata inatla sarılsın diye keçi derisindendir tokmağın vurulduğu yüzü.

Aslında kuzu gibidir, çubukla çalınan yüzü incecik kuzu derisindendir.

Pıt, pıt atar ama hayat sertleşirse öbür yüzünü gösterir.

Tıpkı Maraşlı gibi keçileşir, inatla direnir zalimin karşısında.

Davul da Abdal Halil Ağa gibidir.

Yumuşaktır ama ödün vermez gururundan.

Birleştirir, toparlar, ağlamayın der. Çarpar gümbür gümbür yüreklendirir.

Bizi Millet yapan davul sesidir Anadolu’da.

Maraş’ın halk oyunları da, milletin yaşadıklarından olsa gerek davulu gibi sert oynanır.

Genelde yöresel halk oyunlarına erkek oyunları hâkimdir.

Vakurdur oyunlar, ağır gibi görünse de yere sağlam basar ayaklar.

Birbirine kenetlenerek, omuz omuza oynanır çoğu oyun.

Ayaklar dizden bükülse de başı kolay kolay eğilmez Maraşlının.

Yüzlerce deyim, atasözü söylenmiştir davul üzerine;

Davul bile dengi dengine

Davulun sesi uzaktan hoş gelir.

Başkasının davulunu çalmak.

Davul bizim elimizde, çomak başkasının.

Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az(!)

Bunlar hâlâ kullanılan örneklerindendir.

Orta Asya’da kötü ruhları kovmak için Şamanlar davul kullanırdı.

Şamanlar hastalıkları tedavi için de davul çalardı.

(Maraş’ta ve diğer güney illerinde uzun yıllar sünnet, diş çekme gibi küçük cerrahi işlemleri abdallar yapardı.

İlkel kabilelerde hekimlik görevini Şamanlar gibi dinsel liderler ya da büyücüler yapardı.

Davul çalan Şamanların hekimlik özelliği belki Abdalların bu tıbbi işleri üstlenmesine zemin hazırladı diye düşünüyorum.)

İşte bu birleştirici, toplumsal çalgıyla Abdal Halil Ağa Fransızları karşılayamazdı.

Davul bu milletin yani kendi tabiriyle kardeşlerinin bağrından çıkmıştı, bir milletin yüreğinin sesiydi.

Bu toprağın sesi olan davulu bu toprağı ezmeye gelen, kardeşlerine kan kusturacak zalimlere çalamazdı.

kardeşlerinin bağrına vuramazdı tokmağını” yıllarca düğünlerde, bayramlarda, şenliklerde davulla atmıştı bu milletin kalbi.

Nasıl çalacağını bildiği davulu, nerede çalmaması gerektiğini de çok iyi biliyordu Abdal Halil Ağa.

Kendi eliyle yapardı davulunu, can yoldaşıydı yüreğinin sesiydi.

Sessizliğe, yasa gömülen bir şehrin beyazlara bürünmüş bestekârıydı Abdal Halil Ağa.

Kış günü gelen Fransızların Maraş’ta dinledikleri Abdal Halil Ağa bestesinin adı “beyaz sessizlik” olmalıydı.

Maraş’ta ezan okununca susar davullar.

Bugün kadar ezana saygıda kusur edilmemiştir.

Güneş görününce yıldızların kaybolduğu gibi camiye çağrı başlayınca şenliğe çağrıyı keser Maraş davulcuları.

Yıllarca Şeyh Adil mezarlığının karşısında oturduğum için çok iyi bilirim.

Mezarlığa kadar gümbürdeyerek gelen davullar ölümün olduğu yerde susar, mezarlık kapısında okunan fatihadan sonra yoluna devam eder.

Davulcuların yoğun olduğu Abdallar Mahallesine yakın olması nedeniyle yüzlerce davulcunun geçtiği yıllar boyunca mezarlık yanında davul çalanı hiç görmedim.

Milletin coşkusunu duyurmaktan başka bir amacı olmayan davul bir mahallede, bir sokakta taziye evi varsa susar.

Düğün de olsa, bayram da olsa çalmaz.

Kimse de çaldıramaz Maraşlı davulculara.

Hâlâ süregelen bu adetler davulun bu milletin sesi olduğunun göstergeleridir.

Komşunun yasına ortak olur davul.

Davul bu milletin hislerinin tercümanıdır.

Hüzün varsa, yas varsa susar.

Neşe, sevinç varsa gümbürder.

Bugün dahi askere gönderilecek gençlere Maraş davulu ortak olur. Asker sevki yapılırken, Maraş terminali günlerce davul sesiyle inler.

Maraşlı analar boynuna emzik astığı bebeğini, asker etmenin gururunu davulun sesiyle yaşar. Artık Mehmetçik unvanını alan Maraşlı yiğitler bu, gerekirse can verecekleri vatan boylarına; milletin özgürlüğünün sesi olan Abdal Halil Ağa’nın davullarıyla uğurlanırlar.

Davullar bir başka çalar Maraş’ta…

Sesi de sessizliği de bu milleti anlatır.

KADIOĞLU HADİSESİ VE DAVULLARIN SUSMASI

Abdal Halil Ağa’nın kızı Yeter Davulcubaşı’nın naklettiği bir olayı daha yazmak istiyorum.

Bu olayların sosyal, insani boyutlarının çok iyi tahlil edilmesi gerektiğini düşünmekteyim.

Günümüzde artan maddiyatçı yaklaşımlarla bu olayları anlamanın imkânı yoktur.

Her yıl kurtuluş bayramlarının sesi olan davul;

Bir kurtuluş bayramı arifesinde Kadıoğulları olarak bilinen ailenin bir ferdinin ölmesi üzerine Maraş’ta çalınmamıştır.

Abdal Halil Ağa zaferin coşkusunu yaşarken, acı yaşayan insanların yasını hissederek davulları bir kez daha susturmuştur.

İnsanların acısıyla üzülen, onları yüreğinde hisseden bu kahraman gönül adamının ruh zenginliğini kavramakta, derin deryalar gibi olan yüreğinin ölçüsünü anlamakta zorlandığımı itiraf etmek zorundayım.

Fakir, çaldıkları davul karşılığında aldıkları bahşişten başka geliri olmayan bu insanların hepsi 12 Şubatın coşkusunu ve alacakları bahşişleri düşünmeden bu acıya ortak olmuşlardır.

Kadıoğlu ailesi ise bu ince düşünceye daha büyük bir incelik göstererek yanıt verirler.

Sen ve Maraşlı davulcular bu bayram rızkından olmuşsunuz” diyerek bir bavul dolusu para gönderirler Abdal Halil Ağa’ya.

Abdal Halil Ağa fantastik bir roman kahramanı olsa bu yazdıklarım hayal ürünü bir hikâye olsa parayı almadığını yazardım… Etten kemikten bir gerçek olarak o da aynısını yapmıştı.

Bu dünyada üzerine giydiği bir kat mintanı, iki gözlü toprak kerpiç evi, gün bulup gün yediği rızkından başka bir şeyi olmayan Abdal Halil Ağa hayal ürünü bir kahraman olarak değil, yaşayan, etten kemikten bir insan olarak bir bavul dolusu parayı iade eder.

İşte gönül insanı olduğunu bir kez daha göstermiştir.

Zenginiyle fakiriyle, tüccarıyla- davulcusuyla bir olan millet olan insanlar böyle hassas bir ruh ile bütünleşmişlerdi.

Bir yanda insanların yasına ortak olan bir fakir abdal, diğer yanda onların hassasiyetlerini görmezden gelmeyen, fakirleri gözeten bir aile… Abdal Halil Ağa’ya ısrarla bu parayı almasını tekrar tekrar teklif ederler. En sonunda davulcularına dağıtmak şartıyla parayı alır ve dağıtır.

BİREY Mİ? DEVLET Mİ?

Varı var eden var’ın en şerefli varlığı olan, Allah (c.c.)’ ın meleklere secde etmesini emrettiği insan, kâinatın en değerli varlığı değil mi?

Hayat insanın en önemli sermayesi değil mi?

Bu gün birey mi, Devlet mi daha önemlidir? Sorusu tartışma dahi yapılamayacak bir sorudur.

Birey yani insan ve onun yaşam hakkından daha önemli ne olabilir ki?

Abdal Halil Ağa da birey olarak haklarını savunmuştur.

İnsanca istiklâlini istemiştir.

Elbette her insanın yaşam hakkı vardır, elbette inancını yaşama hakkı vardır. Elbette yeryüzünün halifesi olan insan esas alınarak fikirler oluşturulmalıdır.

Ama şu da bilinmelidir ki sadece Abdal Halil Ağa gibilerin devlet hakkı vardır.

Bunu çağlar boyunca yaşananlar göstermiştir.

Bireyin yaşama özgürlüğü, ibadet özgürlüğü devleti getirmez.

Devlete inanan bireylerin inancının gücü, fedakârlığının derecesi, çalışkanlığı, devleti, gerçek manada istiklâli getirir.

Bugün ekip ruhu, ekip çalışmasını yerleştirmeye çalışan medeniyet, Abdal Halil Ağa’nın inancını incelesin.

Onun gibi on binlercesinin kurduğu özgür bir ülkede yaşayan bireyler bu olayı temel alıp millet olmak nedir; bir düşünsün.

Farklılıkları özümseyerek, maddi çıkarlar için değil, yalnız iyi günde değil, en zor günlerde bir an bile düşünmeden “kardeşlerimin bağrına çomak vurmam” diyebilmektir millet olmak. Dışardan kilometrelerce uzaktan gelen, büyük devletleri dahi alt etmiş, tam teçhizatlı, bir gücün paralı uşağı olarak yaşamaktansa;

Din kardeşlerimin soğanının gabcığına muhtaç olurum.” cevabını verebilmektir millet olmak.

Ne acıdır ki Abdal Halil Ağa’nın kardeşlerine zulüm etmek isteyenler, Tunuslu mazlumları, Osmanlı vatandaşı olan Ermeni işbirlikçileri kullanmaktan dahi çekinmemişlerdir.

Keşke Abdal Halil Ağa’yı, onun temiz kalbini tanısalardı.

Tıbbı kazandığım yıllarda hekimlerin insanları kurtararak dünyanın en önemli mesleğini icra ettiklerini düşünüyordum. Siyasal bilgilerde okuyan bir arkadaşım “siz insanları kurtarırsınız. Biz onların yaşamını, dünyanın düzenini etkileriz” dediğinde toplumlara yön veren düşünürlerin, fikir adamlarının insanlığı topyekün kurtardıklarını idrak etmiştim.

Elbette bireyi kurtaran hekimlik de önemlidir.

Ama birlik olmak, bir millet olmak ya da bir milleti kurtarmak elbette daha önemlidir.

İşte Abdal Halil Ağa da en zor günlerinde Maraş’ın, bir milletin onurunu kurtarmıştır.

PASİF DİRENİŞİN BİR ÖRNEĞİDİR

Yapılan işgal ve zulümleri davulunu susturarak protesto etmiştir.

Pasif direnişin, psikolojik harbin en güzel örneğini Anadolu insanın tarzıyla tarihe yazmıştır.

O dönem gazilerinin hafızasında derin bir iz bırakmıştır bu olay.

Şehirde dilden dile söylenmiştir.

Şehrin kenar mahallesinde yaşayan bir garip Abdalın cesareti örnek olmuştur millete.

Daha Fransızlar gelmeden bir gün önce cereyan eden bu hadise zafere inancı pekiştirmiştir.

İradesi zayıf, kararsız insanlara Abdal Halil Ağa olayı cesaret vermiştir.

Abdal Halil Ağa olayından 10 gün kadar önce Sivas Kongresinde toplanan Temsil Heyetinin amacı da milletin zafere inancını sağlamaktı.

Mustafa Kemal Paşa Başkanlığında toplanan bu Heyet, Anadolu’daki bütün Müdafaa-i Hukuk derneklerinin bir çatı atında toplanması kararı almıştı.

İşgal güçlerine karşı topyekün hareket edilmesi için halkın maneviyatının cesaretlendirilmesine çalışıyorlardı.

Maraşlının yüreği zaten çarpıyordu.

Bütün bu olanlardan habersiz Abdal Halil Ağa işgal güçlerine ve yandaşlarına gereken cevabı vermiştir.

22 günlük Maraş Harbi 21 ocak 1920 de Alikoğlu Ali’nin Fransız devriyelerine ateşiyle başlamıştı.

Maraş Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Başkanı Aslan Bey, Sivas Temsil Heyetiyle irtibata geçtiğinde, hemen savaşa başlanmaması gerektiği bildirilse de harp çoktan başlamıştı bile.

Maraş’ta kuvvet-i maneviye çoktan coşmuştu.

Hazırlıksız düzenli birlikler olmadan başlayan savaş, şehir içinde Müslüman sivil halkın işgale başkaldırısıyla başlamıştı.

Bu harp tarihine geçecek destansı mücadele de Abdal Halil Ağa olayı çok etkileyici olmuştur.

İşgal güçlerine karşı mücadele yapılıp yapılmaması konusunda tereddüdü olanların beynine Abdal Halil Ağa’nın “Din gardaşlarımın bağrına çomak vurmam.” sözü davul gibi gümbürdemiştir.

Millettin işgal güçlerine karşı mücadele etmesi için şehrin ileri gelenlerini iknaya çalışan Muallim Hayrullah’ın, Aslan Bey’in ve diğerlerinin işini kolaylaştırmıştır.

Öyle ya, Maraş’ın Abdalının cevabı buysa okumuş, önde gelenlerinin cevabı ne olabilirdi ki?

Milletin duygularını eğip bükmeden, çomak gibi vurmuştu Abdal Halil Ağa.

Hâlâ iç siyaseti, şahsi çıkarlarını düşünenlere, neme lazımcıların ruhuna da çomağını vurmuştu Abdal Halil Ağa.

Daha ortada ne düzenli birlikler, ne mücadele yapan çeteler vardı. Sivas’ta bir şeyler planlanmıştı ama Osmanlı daha önce de ne planlar yapmıştı.

Nereye varacağını bilmeden, bildiği doğruyu, inanan ruhunun hakikatini söylemişti.

Okuma yazma bilmeyen ama ruhu olan, inançları olan ve insan olmanın değerini bilen bir insan olarak davulunu susturmuştur. Abdal Halil Ağa olayını tüm kalıplaşmış düşüncelerinizi yıkarak satır satır inceleyin ve her kelimeyi bir daha gözden geçirin.

Abdal Halil Ağa’nın sadece ruhuyla bir destan yazdığını o zaman idrak edebilirsiniz.

Abdal Halil Ağa’nın 28 Ekim 1919’da davullarını susturarak işgal güçlerini protesto etmesi.

Günümüz Batı kültüründe de uygulanmaktadır.

Kendi ülkelerinin haksız savaşlarını protestoyu kimi zaman konser vererek, kimi zaman müziklerini susturarak yapmaktadırlar.

Savaşma, seviş” sloganıyla A.B.D.’nin Vietnam Savaşı’nı aylarca protesto eden John Lennon bunların en meşhurudur.