Kahramanmaraş’ın düşman işgalinden kurtuluşunun 100’üncü yıl dönümüne özel yazı dizisi başlatan Kahramanmaraşlı Müzik Adamı, Araştırmacı ve Bağlama Üstadı Mehmet Bağlar, Dr. Gökhan Gökşen’in Abdal Halil Ağa’nın hayatını konu alan Beyaz Sessizlik kitabını yazı dizisi şeklinde köşesine taşıdı.

Sivas Kongresi sırasında Fransızların şehri işgal edeceği söylenerek kongre heyetine baskı kurulmuştu.

Teslim olsalar; muhtemelen bir soykırım olacaktı.

Kuvva-i Milliye ile yani Anadolu’daki halkın gücüyle, mücadelenin kazanılabileceğini savunan Kemal Paşa belki muhalif vekillere bunu izahta zorlanacaktı.

Belki de bu güçlerle kazanılan bağımsız bir ülke olmayacaktı.

Güney cephesi olan Maraş, Antep, Urfa’nın işgalden erken kurtulması, düzenli birliklerle yapılan Batı cephesi muharebelerinde askeri gücün bölünmemesini sağlamıştır.

Yunanlılarla yapılan muharebelerde Güney cephesinden emin olunarak harp yapılmıştır.

Maraş Harbi sömürge güçlerden kurtuluşun halkın gücüyle olabileceğinin ilk ispatı olacaktı.

Ama insanca yaşamak isteyen insanlardan oluşan, yiğit bir milletin içinde; sivillerin topyekûn bombalandığı, kadın-çocuk, sivil-asker ayrımı yapılmadan soykırıma dönüşebilecek bir savaşın ruhsal yıkımını yaşayanlar olmuştu.

Milleti zafere götüren kahramanlar mücadele azmiyle en önde şahadet şerbetini tatmıştı.

Çete başlarının çoğu şehit olmuştu.

Zaten onlar atalarının özgür ruhlarının yanında yer almak için savaşmamışlar mıydı?

Savaşın son iki gününde Aslan Bey, sokak mevzilerinde bu nedenlerle büyük boşluklar görmüştü.

Zaten yetersiz olan silah ve mermi sayısı daha da azalmıştı. Hatta bazıları savaşın kaybedildiği hissini yaşamaya başlamışlardı.

Bütün bunlara rağmen mevzilerinde şehitlik rütbesi bekleyen yiğitler sayıları azalsa da mücadeleye devam etmekteydi.

Şehirden hâlâ dualar yükseliyordu.

Allahümme ya vedud

Gâvurun elini bağla dilini dut.”

İşgal günlerinde Fransızlar ve Ermeniler de büyük bir şok yaşamaktaydı.

Ermeniler, Fransız General Keret’e Müslüman halkın elinde çakmaklı tüfekten başka bir şey olmadığını söylemişti.

Ama daha ilk çatışmada İngiliz, Alman, Fransızlara ait mermi ve tüfeklerin kullanıldığını gören Keret büyük bir şok yaşamıştı.

Bu silahların çoğu giden İngiliz birliklerinden, Cihan Harbinden, Osmanlı cephaneliğinden sağdan soldan devşirilmişti.

Ama Keret “Bu millette yedi düvelin silahı var.” diye Ermenilere kendisini yanılttıkları için kızmıştı.

Maraşlılar oturdukları evleri dahi silah olarak kullanmışlardı. Evlerini ateşe vererek şehir içinde işgal birliklerinin birleşmesine mani olmuşlardı.

Kendilerine ateş açılan, kale gibi inşa edilmiş Ermeni konaklarının önünde, ateş açmalarına engel olan kendi evlerini, kendi elleriyle yakarak düşmanı ateş menzilline alacaklardır.

Evsiz kalma pahasına yakılan evler nedeniyle; Maraş’ın karlarının üzerinde, keskin Şubat soğuğunda harbe devam edeceklerdir.

Bu yazı Şubat ayında yazıldı. Maraş’ta kar var.

Soğuktan Maraş caddeleri bomboş… Sıkı sıkı giyinmesi için kızıma öğüt verdim, soğuktan okulların tatil edildiğini söyledi. Böyle bir havada kadın ve çocuklarını Maraş dağlarına bırakan ve ölümüne savaşan insanlar olduğunu düşünebiliyor musunuz?

Tek barınakları olan evlerini yakmakta tereddüt dahi etmeyen kahraman insanlar…

Fransız ve Ermeniler, Maraş halkının kararlılığından dehşete düşmüş, hem kendilerini hem de düşmanlarını şehirle birlikte yakacaklarına inanmışlardı.

Bu güne kadar ciddi bir direniş olmadan sömürüye alışmış Fransız ordusu, Osmanlı nizami birliklerinden sonra kadın, çocuk, yaşlı, genç Maraşlı sivillerle savaşın bu kadar çetin olacağını herhalde hiç beklemiyordu.

Korku ve dehşetin hüküm sürdüğü şehirde, silahların gölgesinde psikolojik üstünlüğü sağlayanın kazanacağı bir muharebe yapılıyordu.

Bu zaferi Kahraman Maraş halkı kazanacaktır.

12 Şubat sabahı düşmanın gittiğinin farkına dahi varmayacaklardır.

Çünkü zafer psikolojik üstünlükle kazanılmıştır.

Maraşlının mücadele azminin bitmeyeceğine inanan işgal güçleri;

Ve 1920 yılının 11 Şubat’ı 12 Şubat’a bağlayan gecesi atlarının ayaklarına keçe bağlayarak ölüm, barut ve ateş getirdikleri karlar altındaki bu şehirden sessizce İslahiye’ye doğru kaçacaklardır.

Agop Hırlakyan’ın evinde; masada yemekleri, ocakta bir kazan döğme pilavı kalacak, kendisi ise ihanet ettiği bu toprağın lanetine uğrayıp ebediyen kaçmak zorunda kalacaktır.

KURTULUŞ DAVULLARI

12 Şubat 1920 sabahı, Fransız Ordusu’nun gizlice şehirden kaçtığını anlayan halkı büyük bir sevinç kapladı.

Zulüm bitmişti. Birlik olup, millet olup yaptıkları mücadeleyi kazanmışlardı.

Günlerdir, aylardır yas tutan, savaşan, eğlenmeyi, neşeyi unutan şehir halkı harap, bitap, fakr-u zaruret içerisinde ama özgürlüklerini, istiklâllerini kazanmışlardı.

Abdal Halil Ağa ve davulcuları bu düğün gününde elbette davullarını aldılar.

Şişmanzadelerin damına çıkan Abdal Halil Ağa başta olmak üzere, şehrin dört bir yanında davullarını çalmaya başladılar. Özgürlük; yıllar süren savaşlardan, ölümlerden sonra yaşadıkları en güzel duyguydu.

Bir heybe dolusu altının, ölüm tehditlerinin çaldıramadığı davullar, özgürlükle, istiklâlle nasıl çalmazdı.

Günlerce çalan davullar, edilen dualarla birleşerek gökyüzüne yükseldi.

Saltanatın simgesi bayrak ve davul İstiklalin simgesi olmuş, Maraş semalarından Ahır Dağına ulaşıyordu.

Bu ses Abdal Halil Ağa’nın davuluydu.

Şehre Fransızların girişini Abdal Halil Ağa’nın beyaz sessizliğiyle duyan Maraşlı, Fransızların çekildiğini de Abdal Halil Ağa’nın davul sesiyle duydular.

Duydukları bu ses; inanarak yekvücut olmuş insanların yüreğinin sesiydi.

Bu ses zaferin sesiydi.

Düşman atlarının ayaklarına ses çıkmasın diye keçe bağlayarak beyaz karlarla kaplı şehirden sessizce kaçmıştı.

Karanlık gecede bir kez daha beyaz bir sessizlik duyuluyordu.

12 Şubat sabahı, Fransızlar geldikleri günden beri beyaz sessizliğinden başka bir şey göremedikleri bu kahraman şehrin, bembeyaz karlarının arasından İslahiye’ye doğru kaçmışlardı.

Bu şehir Maraş’tı.

Dünyada ilk kez sömürge güçler girdikleri bir şehri boşaltmak zorunda kalmışlardı.

Şimdi ne olacaktı?

Bir devlet yoktu. İmparatorluk teslim olmuştu.

Komşu iller Antep, Urfa bile hâlâ işgal altındaydı. İstanbul, Ege vilayetleri kısacası Anadolu hâlâ işgal altındaydı.

Ama özgür insanların şehri, istiklâl davullarının duyulduğu ilk şehir olmuştu.

Günlerce davullar çalındı. İnsan olarak, birey olarak zaferlerini kazanmışlardı.

MUSTAFA KEMAL ATATÜRK ÜN TELGRAFI

Düşmanın taarruzuna karşı kahramanca silaha sarılan Maraşlı kardeşlerimiz yirmi güne yaklaşan bir zamandan beri kan ve ateşler içerisinde istilacı Fransızlara ve onların silahlandırdığı hunhar Ermenilere karşı savaşmakta idiler. 10-11 Şubat 1920 gecesi düşmanı İslahiye istikametinde firara mecbur ederek, mevcudiyet-i millilerini kazanmaya muvaffak olmuşlardır.”

Hey’et-i Temsiliye Adına

Mustafa Kemal

KAZIM KARABEKİR İN TELGRAFI

Maraş Kahramanlarının Türklüğe has olan celadet ve fedakârlıkları neticesinde sevgili Bayraklarımızın yine Maraş üzerinde dalgalandığını haber almaktan bütün Kolordum büyük sevinç duymaktadır. Öldünüz fakat Türklüğü öldürmediniz. Tarih-i Millimize kanınızla ve hayatınızla emsalsiz bir menkibe-i celadet yazdınız. Maraşlıların ve sizlerin alnınızdan öper, Kolordumun hissiyat-ı samimiyetini arz ederim.”

15. Kolordu Komutanı

Kazım Karabekir

ABDAL HALİL AĞA 12 ŞUBAT’I BAYRAM YAPTI

Daha sonraki yıllarda da Abdal Halil Ağa her 12 Şubatta günler öncesinden davul sesleriyle şehirde şenliklerin başında, çetelerin yanında yer aldı.

Kızı Yeter Davulcubaşı;

-Babam ölene kadar her 12 Şubat’ta davul çaldı. Maraşlı davulculara da çaldırdı, demiştir.

Çünkü davulu; istiklâlin sesiydi, ilk gün zaferi duyuran ve bugünlere bile anlatan bestenin enstrümanıydı.

Abdal Halil Ağa’nın davulu millet olan toplumun yüreğinin sesiydi.

Bir daha bu davul hiç susmayacaktı (Kadıoğulları vakası hariç).

Kurtuluş Bayramında, her 12 Şubatta Maraş’ta davullar çalındı.

Yıllar geçiyor, kahraman nesil yeryüzünün yenilmez gerçeği ölümle tanışıyorlardı.

Ecdatlarının makberini düşmanlara çiğnetmeyen kahraman neslin bizden, mezarlarını kim olursa olsun ne maksatla bulunursa bulunsun, gül bahçesi gibi korumamızı istemekten başka talepleri yoktu.

Bizleri rahmet, dua ve ziyaretten mahrum bırakmayın. Bunu ısrarla siz imanlı nesilden istemek hakkımız değil midir? diyorlardı.

Onların evlatları da ruhlarında yaşattıkları kurtuluşun, istiklâlin coşkusunu aynı sevinçle yaşadılar.

Abdal Halil Ağa’nın çocukları da babaları gibi yıllarca davullarını Maraş’ın İstiklali için çaldılar.

Abdal Halil Ağa bugün dahi coşkuyla kutlanan 12 Şubat Kurtuluş Bayramını çaldığı davuluyla bambaşka bir bayram yaptı.

12 Şubat’ın diğer şehirlerin kurtuluş bayramlarından en büyük farkı; Abdal Halil Ağa'nın davullarıyla düğün havasında kutlanmasıdır.

Ev ev, sokak sokak, adam adama yapılan Maraş Harbi, Atatürk’ün “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır, bu satıh bütün vatandır.” diyerek başlattığı yeni mücadele şeklinin ilk zaferi olmuştu.

Maraş Harbinin muzaffer çeteleri bu şanlı hatırayı, elbette her yıl aynı coşkuyla yaşadılar.

Anadolu’da pek çok şehir kurtuluş gününü aynı coşkuyla kutlasa da Maraş’ta 12 Şubat bayramı bir başka olur.

Maraş’ta savaşan çeteler yöresel kıyafetlerini giyer, her mahallenin çeteleri toplanarak zaferi kutlar.

Ama hiçbir mahalle çetesi davulsuz bu bayrama katılmazlar.

İşte bu davullar yıllardır 12 Şubat Kurtuluş gününü diğer tüm kurtuluşlardan ayırır.

Şehrin kurtuluş bayramını bayram yaparlar.

Davulsuz bir 12 Şubat olmamıştır.

Eskiden 12 Şubat gelince, kadınlar-çocuklar damlara çıkar, çaylarını, tarhanalarını, piknik tüplerini yanlarına alır, günlerce damlardan Maraş çetelerinin Abdal Halil Ağa’nın davuluyla kutladığı bayramı izlerlermiş.

Bir gün bu coşkuya kapılan bir kadının Şubat ayazında üşüyerek;

-Dondum, dondum. diyen çocuğuna, davuldan gözünü alamayarak;

-Evet oğlum dom! dom! dediği ve çocuğun donduğu rivayet edilir.

Maraş Harbinde düşmana zarar vermek için kendi evini yakmak zorunda kalan bir kadının; her 12 Şubat kutlamasında, (evsiz olmasına rağmen) sanki savaştaymış gibi aynı heyecanla evinin harabesini yaktığı vakidir.

Ama davullar her 12 Şubat’ta günlerce gümbürder.

Sonra üçüncü kuşak bizler aynı neşeyi ruhu yaşamaya başladık. “Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür.” derler.

Yani insan aklında unutkanlık hastalığı vardır.

Bu davullar Kurtuluş Bayramında âdet haline gelmiştir.

Ancak kurtuluşun neden davulla kutlandığını daima hatırlamamız gerektiğini ve bu davullara gereken saygının gösterilmesi gerektiğini düşünüyorum.

Bu olayları çok iyi bilen tarihçi ve gerçek bir Maraşlı babam Ahmet Gökşen’den çok sık dinlediğim için olsa gerek herkesin bu olayın ayrıntılarından haberi varmış gibi geliyordu.

Zamanla anladım ki bazıları Abdal Halil Ağa’nın ismini bile hatırlamıyor.

Bazıları olayları karıştırıyor. “O da kim?” Diye soruyorlar.

Bana göre kilolarca altına, ölüm tehditlerine rağmen bir milletin onurunu çiğnetmeyen bu insanın unutulması ona yapılabilecek en büyük saygısızlıktı.

Tarihe olan ilgisizliğimiz, bilinçli(?) bilinçsizliğimizin eseri olan değerlerimizi ihmalimizden olabilir.

Ama bu unutkanlığımız bizi birleştiren değerleri de ihmal etmemize yol açmamalıydı.

1919 yılında neyin etrafında birleşeceğini bilemeyen mazlum bir toplumu Abdal Halil Ağa’nın sözleri bir millet yapmıştır. Onlar birbirlerine güvenen, birbirlerinin bağrına çomak vurmayacak, parayla satılmayacak bir topluluk, bir millet olmuşlardı.

Onlar artık kardeş olmuşlardı. Bu gün dahi bizi birleştirecek değerler aradığımızda Abdal Halil Ağa’nın sözlerini aklınıza getirin.

Hepimizin bir olduğunu, kardeş olduğumuzu, millet olduğumuzu kalbinizde hissedeceğinize eminim.

Bir birimizin bağrına çomak vurmadığımız sürece tartışalım, istemesek de kavga edelim, doğrularımızın peşini bırakmayalım ama kardeşlerimizin bağrına çomak vurmayalım. Hepimize yabancı, farklılıklarımızı kavgasından faydalanacak güçlere davul çalmayalım.

Göreceğiz ki aslında yok birbirimizden farkımız.

Bir ümmi abdalın sözlerini, bu toprağın yüreğini okumuş bu insanları artık anlayalım…

Bizi millet yapan bu sözlere yapışalım…