Kahramanmaraş’ın düşman işgalinden kurtuluşunun 100’üncü yıl dönümüne özel yazı dizisi başlatan Kahramanmaraşlı Müzik Adamı, Araştırmacı ve Bağlama Üstadı Mehmet Bağlar, Dr. Gökhan Gökşen’in Abdal Halil Ağa’nın hayatını konu alan Beyaz Sessizlik kitabını yazı dizisi şeklinde köşesine taşıdı.

Koca bir millet tek bir fire vermeden sır saklıyor.

Yani millet oluyor. Yanı başlarında ki Ermeniler dahi hakir görüp, hakaret ettikleri, saldırdıkları bu insanların hazırlıklarının şiddetinden haberleri olmuyor.

İşte Kuvva-i Milliye denen milletin gücü budur.

Surda gedik açmadan” aynı amaca odaklanmaktır.

Sivas Kongresinden sonra Osmanlı Hükümeti seçim kararı aldı.

30 Eylül 1919’da yapılan seçimleri kazananlar, Sivas Temsil Heyetinin, Kemal Paşa’nın işaret ettiği Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti üyeleriydi.

12 Ocak 1920’de son Osmanlı Meclisi İstanbul’da bu vekillerle toplanacaktı.

Bu meclis Misak-ı Milli adıyla anılacak olan kararları alacaktı.

Misak-ı Milli denen bu kararların birinci maddesi; Kuvva-i Milliye olarak anılan gücün Osmanlı İmparatorluğunda yaşayan hangi millete ait olduğunu da tanımlamıştır.

Madde–1: Osmanlı Devleti’nin yalnızca Arap çoğunluğu bulunan ve 30 Ekim 1918 tarihli Mondros Ateşkes’in imzası sırasında düşman ordularının elinde kalan bölgelerin geleceğini halkın özgürce vereceği oya göre saptamak gerekir. Sözü geçen Ateşkes’in çizdiği sınırlar içinde, dince, soyca ve asılca birlik, birbirlerine karşı saygı ve özveri duygularıyla dolu, gelenekleriyle toplumsal çevrelerinde tüm olarak Osmanlı İslam çoğunluğunca oturulan bölgelerin tamamı gerçekten ya da hükmen, hiçbir nedenle ayrılmaz bütündür.”

Abdal Halil Ağa’nın hiç düşünmeden “din gardaşlarım” dediği, “bağrına çomak vurmam” diye perçinlediği milletin tanımı, aylar sonra Misak-ı Milli kararlarında yer bulacaktır.

Bu millet Misak-ı Milli kararlarında; “Dince, soyca ve asılca birlik, birbirlerine karşı saygı ve özveri duygularıyla dolu, gelenekleriyle toplumsal çevrelerinde tüm olarak Osmanlı İslam çoğunluğunca oturulan bölgelerin tamamı gerçekten ya da hükmen, hiçbir nedenle ayrılmaz bütündür.” diyerek tanımlanacaktır.

Daha kısası; Abdal Halil Ağa’nın davul sesiyle toplanarak adet ve gelenekleri yaşayanlar, Osmanlıyı işgal edenlerden maddi çıkar değil, özgürlüklerini isteyenler, birbirlerinin bağrına çomak vurmayacaklarından emin olanlar bir millet olmuştu.

Ve bu milletin gücü Türkiye’yi kuran kuvva olacaktır.

Bu kararlar açıklandığı tarihte Maraşlı millet olmuş hatta istiklâline kavuşmuştu.

Çünkü Abdal Halil Ağa’nın tokmak gibi sözleri onları erkenden biraya getirmişti.

Birbirlerinin bağrına çomak vurmayanlar, soğan gapcığına muhtaç olmayı göze alanlar, Abdal Halil Ağa’nın sözünde buluşanlar Maraş’ta millet olmuştu.

Ama Misak-ı Milli kararlarını alan Meclis, İngiliz güçlerince feshedilecek ve bütün mebuslar tutuklanacaktır.

Devleti, ordusu, silahı, genç insanı, okumuş nesli Birinci Dünya Harbi’nde neredeyse yok olmuş bir topluluk ya işgal güçlerinin Müslüman askerleri gibi onların üniformasını giyecek, ya da bedelini kanlarıyla ödeyip evlatlarına istiklâlini kazanmış bir VATAN bırakacaklardı.

Abdal Halil Ağa başka bir ülkenin askeri olamazdı.

Önce Erzurum’da sonra Sivas’ta toplanan bu düşüncedeki insanların Temsil Heyeti tartışıyordu.

Acaba Anadolu’nun Cihan Harbinden artakalan enkazı tam teşekküllü işgal güçleriyle savaşılabilir miydi?

Bu savaşın kazanılabileceğine inananlar olduğu gibi, dışardan himayesiz, desteksiz bu işin imkânsız olduğuna inananlarda vardı.

Tarih kitaplarında ayrıntılarıyla sayfalarca yazılı olan bu tartışmalara birde nokta koyacak olanlar vardı.

Sivas Kongresinden 48 gün sonra olan bitenden, habersiz Maraş Sancağının kenar mahallesinde toprak evinin avlusunda oturan bir davulcu Abdal vardı mesela.

Paşaların halkın önde gelen insanlarının devlet erkân bilen zatlarının tartıştığı, işgale karşı mücadele yapalım mı?

Başarılı olunur mu?

Hangi devletin himayesinde yapalım? Tartışmalarından habersiz bir garip Abdal…

Zerre kadar tereddüt etmeden, bana ne olur demeden, kim benimle gelir düşünmeden, cesaretle aptallık arasındaki çizgide konuşan bir Abdal…

Davulumun gasnağını altınla doldursanız, din gardaşlarımın bağrına çomağımı vurmam! Din gardaşlarımın soğanının gabcığına muhtacım, sizin altınınıza deel..”

Ve bir şehir vardı. Henüz Sivas Temsil Heyeti’nin bile planlama aşamasında olduğu bir mücadeleye, işgale daha fazla dayanamayarak başlayan bir avuçluk bir şehir vardı.

Adı sonradan bu kahramanlığıyla bütünleşecek olan Maraş.

Kahramanmaraş.

Bu topraklar Abdal Halil Ağa’nın eviydi, vatanıydı, namusuydu. Paha biçilemezdi.

İşgalciler istiklâl ruhunu taşıyan bir topluluğun millet olabileceğini görememişlerdi.

Maraş mücadelesinin en can alıcı noktası surda gedik açılmamıştı.

Maraşlı millet olmuştu. Birlik olmuştu. Bütün insanlar hedefe, istiklâle odaklanmışlardı.

Anadolu işgal altındaydı.

Dünyada henüz bu sömürge güçlerin işgalinden sonra özgürlüğü tadabilmiş hiçbir devlet yoktu.

Ama bunları düşünmek korkakların, zafere inanmayan dar görüşlü, kararmış ruhlu, zavallıların işiydi.

Onlar, istiklâl mücadelesi yapan Maraşlıların her biri insan olarak özgürce yönetilmek istiyorlardı.

Canları pahasına bir savaşa girdiler.

Düşünebiliyor musunuz, savaşı kazandıklarında tüm dünyaya hâkim sömürge güçlerin ortasında yapayalnız, küçük bir şehir olarak kalacaklardı.

Ama onurlu mücadelelerinde bunları düşünmediler bile, onlar Müslüman Anadolu’ydu, yekvücut iman etmiş bir avuç topluluktu.

Kadın, çocuk ve bir avuç erkekle silahsız, devletsiz, ordusuz bir savaşa başladılar.

Dünya tarihi şaşkın, atalarının şanlı zaferlerine nazire yapan bu kahraman insanları izliyordu.

Bir zincirin gücü en zayıf halkası kadardır.

Maraşlıların yaptığı mücadelede her halka diğerinden daha da güçlü zafere inanmış, mücadele direnci göstermiştir.

Keskin nişancı olan Bertiz çetelerinin başı Çuhadar Ali’ye Fransız komutan;

Milis güçlerimize katılırsan sana istediğin kadar altın veririm, dediğinde;

Çuhadar Ali bu teklifi kabul etmediği gibi eve gidip anasının bütün altınlarını alacak ve Fransız komutanın masasına altınları bırakıp;

İhtiyacın varsa ben sana altın vereyim, diyerek inancının gücünü gösterecekti.

İmamı, müezzini, subayı, muallimi, doktoru, davulcusu, köylüsü, avukatı, kadınıyla mücadele sırasında inancın zirvesine ulaşmışlardı.

Hiçbiri bir an bile gaflete düşmemiş, gücü yeten savaşmış yetmeyen dualarla güç vermişti.

Allahümme ya vedud,

Gâvurun elini bağla, dilini dut.”

Duası o günlerde evlerden yükseliyordu.

MARAŞ’IN KURTULUŞUNA ETKİSİ

Zafer psikolojisi sağlam olanın bir başka deyişle, zafere inananların olacaktı.

Maraş Harbinde Ermeniler ve Fransızlar Müslüman halkın cesaretini kıracak psikolojik baskılar kurmaya çalışıyorlardı.

Amaç Anadolu Müslümanlarını da sindirmek, özgürlük duygularını yok ederek onları köleleştirebilmekti.

-Sizleri öldüreceğiz.

-Fransızlar deri soyma makinesi getirdiler.

-Derinizi yüzecekler.

-Ay doğdu gün doğdu bura da Ermenistan oldu

Gibi Ermeniler aracılığıyla Maraş’a yayılan söylemler bunun göstergesidir.

Amaç Müslümanların cesaretini kırmaktan başka bir şey değildi.

İşte bu psikolojik unsurların kullanıldığı Maraş Harbinde, Abdal Halil Ağa’nın hiç tereddütsüz büyük bir inançla söylediği sözleri paha biçilmez bir silah gibidir.

Değil bir kese altın, davulumun kasnağını altınla doldursanız, ben gardaşlarımın bağrına çomağımı vurmam. Din gardaşlarımın soğanının gabcığına muhtacım. Sizin altınlarınıza değil.”

Hiç düşünmeden yüreğinden geldiği gibi söylenen bu sözler, Fransız birliklerinden önce Maraş’a yayılmıştır.

Abdal Halil Ağa olayı, savaş başlamadan, çete muharebeleri için halkın cesaretini artıran çok büyük bir olay haline gelmiştir.

Harbin başladığı güne kadar Müslümanlara yapılan her tür psikolojik baskıyı hafifletici bir söz olarak insanlar arasında dilden dile yayılmıştır.

Bu söz yayıldıkça Maraş’ın işgale karşı direnci artmıştır.

Gazilerin dilinden Maraş mücadelesini anlatan Sayın Yalçın Özalp Hocanın derlemesinde geçen bir olay bunu anlatmaya yeter herhalde;

1919 yılında belediye çarşısında leblebici çırağı olarak çalışan ve çete olarak Maraş Harbine katılan 1904 doğumlu Ahmet oğlu Yusuf Kebabçıoğlu o günleri anlatırken;

Gece asker(Fransızlar) sabaha gadar bu yüze çeker eloğluna (Türkoğlu’na), akşam oldu mu bu yüze çeker neymiş asger geliyor, kuvvet geliyor (Maraşlılar)gorksunlar deyu.

Biz bunların aleyhine şey derdik, Abdal Halil’e gel davul çal, askerin öğü sıra deyi söylemişler. Abdal Halil demiş ki, bu din bahsi ben buna nasıl davul çalim.

Bu hususta da Abdal Halil’e çok teşekkür edik davul çalmadı diye.

Aynı kitapta diğer gazilerimizin hatıralarında Abdal Halil Ağa şöyle yer bulur;

Gıloğlu namıyla tanınan İbrahim fındık (1899 doğumlu); Hırlakyan’ın oğlu Setirek, Abdal Halil’i huzuruna çağırır.

-Ulan Halil yanına iki kirve daha al, yarın Fransızı karşılamaya gideceğiz işte sana on madeni lira.’ der.

Abdal Halil

-Setirek bağ! On değil yüz madeni lira versen dahi, din gardaşlarımın bağrına çomağımı vuramam .” diye cevap verir. Setirek;

-Ulan domuz! Nasıl gitmezsin? Yarın bir gün elime ayağıma düşeceksin.” diye tehdit ederse de Abdal Halil hiçbir sözüne kulak asmaz gider.

Mustafa Demircioğlu Divanlı mahallesinden 1898 doğumlu; Ermeniler Fransızların gelmesine çok sevindiklerini ve büyük hazırlıklar yaptıklarını anlattıktan sonra; Maraş’ın Abdal Mahallesine giderek Abdal Halil Ağa’yı bulmuşlar. Fransızları karşılamak için ne kadar davul zurna varsa o gün için istedikleri parayı vermek şartıyla tutmaya kalkışmışlar.

Halil Ağa mert ve vatansever bir adamdı. Onlara şu cevabı vermiş:

- Eğer göndereceğim davulları altınla dolduracak olsanız yine de oraya bir tek davul, bir tek zurna gönderemem.

Ne kadar ısrar etmişlerse de sözünden döndürememişler.

Fransız ve Ermenilere siz bizim abdalımıza bile söz geçiremediniz. Bize hiçbir şey yapamazsınız manasında söylenen bu olay.

Şehirde yayıldıkça Maraşlının kendine olan güvenini, birlik ve beraberliğini de artırmış.

Düşmanla mücadele etmeyi tartışılmaz hale getirerek, Anadolu da hatta dünya da işgale karşı ayaklanarak zafere kavuşan ilk şehir olma ünvanını kazandırmıştır.

Mehmet Abama o günleri anlatırken;

Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nden bahsettikten sonra “cemiyetin ilim adamlarından oluşu maneviyatımızı diri tutardı. İrademizi çelik gibi bilerdi. Gerçekten Maraş halkı kâmilen fedakâr ve azimkârdı. İşte davulcumuz Abdal Halil’in tarihi sözü en bariz örnektir. Mukadderatımız inançla kaim olduğundan gemiyi deldirmedik.” Derken, Abdal Halil’in sözlerinin o dönem Maraş mücadelesinin simgesi olduğunu anlatmaktadır.

Maraş Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Başkanı Aslan Bey başta olmak üzere Çuhadar Ali, Mıllış Nuri, Muallim Hayrullah, Medine oğlu Abdullah gibi mücadele ruhunu diri tutmaya çalışanlar Abdal Halil Ağa’nın saf gönlünden gelen sözleriyle Maraşlının yüreğini şahlandırmışlardır.

Maraş Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti üyeleri işgale karşı savaşacak çete arıyordu.

Sivas Temsil Heyetinden gelen kararlarla Maraşlının mücadele isteğini diri tutmak zorundaydılar.

İki başlılık olmaması gerekmekteydi.

Kuşatılmış İstanbul Hükümetinin emriyle Anadolu da Kuvva-i Milliye’nin karşısına Kuvva-i İnzibatiye birlikleri kurulmuştu.

Bazı şehirlerde Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerinin dışında oluşumlar ortaya çıkmıştı.

Çok başlılık zaten zor şartlarda yapılacak İstiklal mücadelesinde güç ve zaman kaybına yol açacaktı.

Maraş mücadelesinde bunların hiçbirisi yaşanmadı.

Abdal Halil Ağa’nın sözlerinin bunda etkisi olduğu düşüncesindeyim.

Çok net, herkesin yüreğinden geçenleri haykıran, halkın anlayabileceği sözlerdi.

Daha öncede dediğim gibi Maraş Harbi bu sözün söylendiği gün yani Fransız birliği gelmeden bir gün önce psikolojik üstünlükle başlamıştı.

Zaferin kazanılmasında psikolojik unsurların etkisi çok fazladır Maraş Harbinde.