Milli mücadelenin büyük komutanı; Arslan Toğuzata Bey, 1886 yılında Kahramanmaraş ili Göksun ilçesi Fındık köyünde dünyaya geldi. Babası Jandarma çavuşu Hasanbeyzade Abdullah Efendi'dir. Ailesi baba tarafından 1858-1859 yılları arasında Kafkasya'dan göç etmiş, Toğuzata aşireti mensupturlar.
Arslan Toğuzata Bey, ilk ve orta öğrenimini Elbistan'da tamamladıktan sonra 1898 yılında yine Elbistan'da Medrese eğitimi görerek Arapça öğrenmiş, 1908'de Halep'e giderek polislik mesleğine geçmiştir. Meslekteki başarısı dikkate alınarak kısa sürede komiser muavinliğine, iki yıl sonra da baş komiserliğe yükselmişti. Ama doğduğu toprakların  işgal edilmesi üzerine Maraş'ın Kurtuluşu için Maraş'a koşup geldi.
Arslan Toğuzata Bey, Mustafa Kemal Paşa'nın Sivas'tan, Maraş'a gönderdiği Yüzbaşı Kılıç Ali, Yüzbaşı Yörük Selim, Evliya efendi, Doktor Mustafa’nın yardımlarıyla şehri 10 bölgeye ayırmış ve her bölgenin başına askerliğini yedek subay olarak yapmış tahsilli ve sevilen kişileri getirerek, görevlendirmiştir.
Aslan Bey, Maraş'taki Jandarma deposunda bulunan tüfekler ile Elbistan'dan gönderilen toplam 2.500 kadar eski modası geçmiş tüfek ile 2,3 makineli tüfekle, 4.000 kişilik modern silahları olan Fransız armadası ile 2.000 kadar silahlı Ermeni milislerine karşı Maraş'ı topyekûn, inançlı olarak bir savaşa hazırlamıştır. Aslan Bey 21 Ocak 1920 günü General Keret'in taarruz edeceğini bir saat önceden haber alarak, önceden kararlaştırılan işaretle Fransız ile Ermeni'lere karşı 22 gün - 22 gece sürecek savaşı başlatmıştır. Bir saatte kritik kavşak ile yerleri denetim altına alarak Fransız'lara karşı durum üstünlüğü sağlamış, küçük bir evden savaşı yöneterek durum üstünlüğünü savaşın sonuna kadar sürdürmüştür. Maraş'ın madalyalı tek şehir sanını almasında başrol oynayan Aslan Bey, savaşı izleyen ilk Meclis'te Maraş Milletvekili olarak görev yapmıştır. 1946 yılında Maraş'a yerleşti. Pazarcık'ta çiftçilik yaparken, 7 Haziran 1963'te vefat etti.
 Arslan Bey’i eşi Nazmiye Hanım anlatıyor:
-Harbin en çetin günleriydi. Sivas'ta, Mustafa Kemal ile bağlantı kurmak amacıyla Ahır Dağında bir mağaraya gizlice bir telgraf makinesi yerleştirmişler. Arslan Bey de bir kaç gündür orada, dağın başında... Ortalık kış kıyamet… O zaman i n s a n ı n her istediğini bulması mümkün değil. Ben de o üşümesin diye oturdum, pantolon'un altından giymesi için yünden, uzun paçalı iç donu örüyordum. Arslan bey, bir gece sabaha karşı o emir eri çocukla çıkıp geldi. Hemen gün ağarmadan geri döneceğini söyledi. Bir gözü açık, bir gözü kapalı şöyle birazcık uzandı. Ben hemen alelacele yün işimi bitirdim, lastiğini geçirdim, giymesi için sevinçle ve sabırsızlıkla Arslan Bey'e uzattım.
Arslan Bey, emir erini çağırdı
-Abdullah, içeri gir! Abdullah, utana sıkıla içeri girdi.
-Al şunu, pantolonunun altına giy! Dedi.
Aaaa! Şaşırdım kaldım vallahi... Gecemi gündüzüme katıp o üşümesin, o dağın başında diye yaptığım şeyi, hiç önemsemeden, yüzüme bile bakmadan emir erine vermesine çok içerledim, çok kırıldım, Çekine çekine:
-Ama Bey diyecek oldum... Ben onu... Sana...
Konuşmama bile fırsat vermedi:
-Nazmiye Hanım... Ellerine sağlık... Bak, milletin bekası bu çocuklara bağlı. Ben mağaranın içinde iken o mağaranın dışında nöbet bekliyor. Ben içeride çalışıyorum, o dışarıda donmamaya çalışıyor. O çocuk giyerse, emin ol, ben de üşümem... Haydi, için rahat olsun..."dedi.