Mehmet Bağlar, Kahramanmaraş’ın tarihini, kültürünü, değerlerini, insanlarını ve bugüne kadar gelmiş geçmiş sanatçılarını anlatan arşivini sadece Manşet Gazetesi ile paylaştı. Bağlar, Arşivinde 7’den 70’e Maraş ile ilgili bilgiler olduğunu söyleyerek, bu özel arşivini sadece bizimle paylaştı. Kahramanmaraş’ın tarihi dokusunu ve kültürünü ele aldığımız bu özel arşivde, şehrin geçmişten bu güne gelen ozanlarını, bestekârlarını ve sanatçılarını ele alıp bu özel kişilikleri tek tek sayfa sütunlarımıza taşımaya devam ediyoruz. Her hafta Pazartesi günü gazetemizde siz değerli okuyucularımız için yazılar yazan ve arşivinde ki tarih kokan notları bizimle paylaşan Bağlar, bu hafta ise Osmanlı döneminde padişah Sultan Abdülmecid tarafından kurulan Müsika-i Hümayün’ün sonra Türkiye’de kurulan en eski 2’nci bando olan Kahramanmaraş Belediye Bandosu’nun kuruluş öyküsünün devamını yazdı.

Volkan Müzik Galerisi Yöneticisi, araştırmacı ve bağlama üstadı Mehmet Bağlar ’ın kaleminden Kahramanmaraş Belediye Bandosu’nun kuruluş öyküsünün devamı;

1936-1937 YILLARINDA MARAŞ’TA VALİLİK YAPAN SALİH CEMAL GÜLEN’İN VEFATI SONRASI NAAŞI ULU CAMİ’DEN BANDO EŞLİĞİNDE İSTANBUL’A GÖTÜRÜLÜŞÜ VE YENİ GELEN İLBEY (VALİ) OSMAN ŞAHİNBAŞ’IN MARAŞ’A GELİŞİ 1937.

İlin en yetkili yöneticisi İlbey (Vali) Şahinbaş İlbey masanın üzerine dayadığı kolunu kaldırmaksızın bileğini oynatarak dört parmağı ile masaya vuruyor, umutsuz ve umarsız gözlerle boşluğa bakıyor, ara sıra kendi kendine söyleniyordu. "Gömüt açılacak, tüm işlemler aksatılmadan yapılacak, gömütün kimseyi incitmemesi, kimseye usanç vermemesi sağlanacak, gerekli özen gösterilecek." "Kara yazgım beni il beyliğimde bile buldu. Oof, of! Ne kara yazgılı adammışım ben! İlbey miyim gömüt açıcı mı? Aylar geçmiş, çürümüş bedeni kimseye ürküntü, tiksinti vermeden toplayıp taa İstanbul'a göndereceğim. Olacak şey mi bu? Ah kara yazgım ah!" diyordu Şahinbaş İlbey. Başkaca bir söz söylemiyordu. Şahinbaş toplu atamalar yapılmadan İlbey olmuştu. Çok da sevinmişti. Böyle bir yetki ancak çok seçkinlere verilirdi. Bu görev çok büyük bir görevdi. İldeki herkesin beyiydin artık. Ağanın da, paşanın da, öteki yöre beylerinin de. Yoksulun da, varsılın da, delinin de bilginin de. Ne yalan söylemeli, böyle bir atamaya neden olan olaya da sevinmemiş değildi. Önceki İlbey ölmüştü. Yüzlerce adayın arasından kendisi İlbey seçilmişti. İlbey olduğunu öğrendiğinde başının göğe erdiğini sanmıştı da elinin ayasıyla başını nasıl sıvazlamıştı. Kendisinde olduğuna inandığı üstün nitelikleri sonunda görmüşlerdi. Çok sevinmişti ama ilbey-liğe seçilmesini çok olağan bir işmiş gibi yansıtmak istemişti, içi içine sığmıyordu. Dağlara koşmak, ovalarda doludizgin at sürmek, çılgınca eğlenmek istiyordu. Ama hiçbirini yapmıyordu. İlbey ağırbaşlı olmalıydı. İçine kapandı. Kutlamaları çok küçük gülümsemelerle karşıladı. Aradan beş ay geçmişti, İlbey oluşuna neden olan ölüm şimdi başına büyük sıkıntı açmıştı. Öyle ya gömüt açılacak, gömü toparlanacak, İstanbul'a gönderilecekti. Bu sıkıntılı, tiksindirici, zor bir işti. Bu işi yapabilecek bir kişi bile bulunamamıştı. Ama beklenen gün gelip çatmıştı. Bir çözüm üretilememişti. Bir gömüyü bile taşıyamadın, denilerek il beylik elinden alınabilirdi. İl beyliğe atanmak ne denli gurur verici ise suçlanarak görevden alınmak o denli onur kırıcıydı. Şahinbaş İlbey umarsızdı. Şahinbaş İlbey yerel hizmetlerin en yetkilisi uray başkanını aratarak onunla buluşmuştu. İkisi de ilin yerlisi değildi. Baş başa ortak sorunlarına çözüm arıyorlardı. Ama çözüm için en ufak bir umut ışığı yoktu, işi zamana bırakmışlardı. Zaman da kendilerine bir olanak sunmuyordu.

YIL 1937...

Ülke Kurtuluş Savaşından çıkalı on beş yıl geçmiş ama kalkınma sağlanamamış. Ülkenin bir ucundan öteki ucuna en hızlı araçlarla ancak on günde gidile biliniyor. O da hava koşulları iyi giderse, araçlarda bozukluk olmazsa. İli yöneten en yetkili kişi İlbey, yerel hizmetlerde en yetkili Uray (Belediye) Başkanı. Bir Balkan göçmeni olan Gülen İlbey bir buçuk yıl önce iç Akdeniz bölgesinde bir ile İlbey olarak atanmıştı. Ülkesini seven, sevecen biriydi Gülen İlbey. Uray başkanı da burada görev yaparken başkanlığa yetkilendirilmiş bir doktor. Tükel başkan hem Gülen İlbey ile çalışmış hem de Şahinbaş İlbey ile çalışmakta. Tükel başkanla İlbey Gülen ülke için, kent için güzel işler yapmak istemişler hep. İlbey halkın tuttuğu bir yöneticiymiş. Uray başkanı içme suyunda yaptığı iyileştirmelere karşın istenmeyen biri olmuş çıkmış. Kapalı kanalcıklardan gelen başıboş Pınarbaşı suyu sağlıklı borulara alınmış ve para karşılığı halka sunulmuş. Tükel başkan bu nedenle eleştiriliyor. Ama o doğru yaptığını bildiği işleri sürdürmekte. Olağan işler olağan bir biçimde sürüp giderken Gülen İlbey ansızın sağlığını yitiriyor ve ölüyor. Onu o günkü ortamda kendi iline gönderme olanağı bulunamıyor. Dahası kentte olmayan eşine durumu bildirmekte bile büyük güçlükler çekiliyor. Ne yapacağını bilemeyen yetkililer onu görev yaptığı kentin gömütlüğüne gömüyorlar, ilbeyin ölümünden sonra beş ay geçmiştir ama eşi ancak gelebilmiştir. Üç gün trenin kalkışı beklenmiş, İstanbul'dan da üç günde ancak Fevzipaşa'ya ulaşabilmiştir. ilbeyin cipi onu kente seksen kilometre uzaklıktaki Fevzipaşa'da karşılamış, kıvrımlı ve tozlu yollardan geçerek iki saatte kente ancak getirebilmiştir. Kentte taş yollardan geçip ilbeyin konağına vardığında herkes yorgunluktan neredeyse ölüyormuş.

Kasım ayının sonuydu. Öğleye doğru odada bir aşağı bir yukarı geziniyordu Şahinbaş İlbey. Görevlilere kimse ile görüşmek istemediğini bildirmişti. Gerçi kim gelip gidecekti. Halk kendine küskün gibiydi. Kente ilk geldiğinde önceki ilbeyin halkla iyi ilişkiler içerisinde olduğunu, geleninin gideninin çok olduğunu öğrenmişti. Ama kendisi bu işi becerememişti. Vatandaş hep istiyordu, ilbeyin halka dağıtacak dolu kasası yoktu. Bir iki kişi ile görüşüp haksız dileklerini yerine getirmeyince hemen yüz çevirmişti halk kendisinden. Üç beş varlıklı ile bir iki yönetici vardı görüştüğü. Başka kimselerle ilişki kuramamıştı. Kasım ayı da bu denli sıcak mı olur, diyordu Şahinbaş ilbey. Mayısın başından beri bir damla yağmur yağmamıştı. Bir aralar bulut, fırtına oldu ise de yağmur yağmamıştı. Çok da sıcaktı, kurak ve sıcak. Ama altı ay kurak ve sıcak olamazdı. Sıcaktan iyice bunalmıştı. Artık gölgeler serindi, geceleyin rahat uyunabiliyordu. Yaz aylarında ne çekilmişti bu sıcaktan. Birazdan Gülen ilbey'in hanımı gelecekti. Telgrafta öyle diyordu İçişleri yetkilileri. Gerekli ilgi ve özen gösterilsin, diyordu. Gülen İlbey dört beş ay önce ölmüş ve buraya gömülmüştü. Gelen bilgilere göre hanımı gömütü açtıracak ve Gülen ilbey'in bedenini İstanbul'a taşıyacaktı. Kim neyi nereye nasıl taşırsa taşısın kendisini ilgilendirmezdi. Ama gömüt açılacak, beden toplanacak, hava sızdırmaz tabuta konacak ve bir sorun çıkmadan İstanbul'a taşınacaktı, ilbey olmak güzeldi. Ama ilbeylik gömüt açmak, ölü taşımak demek değildi. Böyle bir iş ancak kendisini bulurdu. Tabut yaptırmak zordu. Zorluk içinin, kapağının su ve hava sızdırmaz biçimde kapatılacak olmasıydı. Kimse bu işe yanaşmıyordu. Bir ara pencereden dışarı baktı. Yemyeşil bir ova, yeşillikler içinde bir kent ve çıplak bir dağdı görünen. Ova ve kent birbirine kaynaş-

Haber: Emre Akkış

Editör: Mahmut Beyaz