Acemli Camii avlusu… İmam Abdullah Hoca… Yaşı elliyi yeni geçmiş… Her zaman vakurluğu ve ciddiliğiyle tanınan hoca, bu defa süzgün ve düşünceli bir hâlde musallaya doğru adımladı. Cemaatin yanından geçerek musallanın başına geldi. Çoğu kırlaşmış sakalı titriyor, ağzından çıkan nefesinin şiddetli soğuğun tesiriyle yüzüne çarptığını hissetmiyordu bile. Sarığını düzeltti… Gözlerini kapadı… Müezzinin “unzuru bi ‘ayn’il itibar (bakın da ibret alın)” diye başlayan cenaze namazı niyet seslenişini ancak “er kişi niyetine” sesiyle kendine gelerek algıladı.  Titrek ve ağlamaklı bir sesle “Allahu ekber”  diyerek tekbir aldı.

           

Cemaatin hemen arkasında, cami avlusunun medrese odaları tarafında gencecik bir kadın… Şerife Hatun… Biri kucağında altı aylık oğlu Hasan Fehmi, diğeri bileğini acıtırcasına sımsıkı tuttuğu 2,5 yaşlarında kızı Muazzez… İki yavrusuyla gözü musallada yatan cenazede… Ağlamaktan şişmiş gözlerinden yanaklarına akan yaşlar sanki bir dere yatağı oluşturmuş… Şehid kocasının cenaze namazında…

            Harbin onbeşinci gününde Maraş en yiğit evladlarından birine, en büyük kahramanına ağlıyor, son vazifesini yapıyordu... Evkaf Müdürü ve çete komutanı İbrahim Evliya Efendi’nin cenaze namazına “er kişi niyetine” diyerek saf bağlanmıştı Acemli Camiinde…

***

1881 yılında Maraş’ın Evliyazâdeler ailesinden Defter-i Hakani memuru Mustafa Bey ve Elife Hatun çiftinin çocuğu olarak Maraş’ta dünyaya gelir İbrahim Evliya Efendi… Beş yaşında Kur’an’ı hatmeder. 1895 yılında rüştiyeyi (ortaokul) bitirdikten sonra, Bektutiye Medresesi Müderrisi Hocazâde Muhammed Mümtaz Efendi’den (ö.1917) Arapça dersleri alır. İstanbul’da Evkâf Mektebi’nde tahsilini tamamlar. 1912’de Maraş Evkâf Dairesine memur olarak girer, 1914 yılında Yaycıoğullarının kızı Şerife Hatun ile evlenir.

1919 yılının yaz sonları… Maraş’ın pek ağzının tadı yok… Zihinler meşgul, çehreler endişeli, dudaklar duada, semaya kalkan eller titrekti. Trablusşam’dan dönerek Maraş’a gelen Arslan Bey, Kuyucak’ta Şeyh Ali Sezai Efendi Tekkesi’nde muhterem şeyhin huzurunda diz çökmüştü. Elinde tesbihi, dilinde zikrullahı, çehresindeki mehabet ve tebessümle karşısındakine daima huzur veren Ali Sezai Efendi, Arslan Bey’in;

    “ –Hocam, şehirdeki durumun nazikliğini bildiren davetinizi aldım. Bir an tereddüt etmeden Maraş’a döndüm. Anavatanımız Kafkasya’yı Şeyh Şamil’in esaretinden sonra Moskof keferesine karşı muhafaza edemedik.  Anadolu bizim sığınağımız, Maraş vatanımız oldu. Aynı şeylerin tekrarlanmasına müsaade edemeyiz. Kaybedecek başka vatanımız yok. Maraş ya bize, ya düşmana mezar olacak. Dua buyurun; teşkilatlanıp, mücadeleye gireceğiz. Sizin yanımızda olmanız milli mücadelemize güç katacaktır” sözleri üzerine;

İnsanlar, iman ettik demekle, imtihan edilmeden bırakılacaklarını mı zannederler. Andolsun, biz onlardan öncekileri de imtihan etmiştik” Ankebut suresinin mealindeki ayet-i kerimesini okuyarak; inanç, azim, sebat ve fedakarlıkla inşallah neticenin hasıl olacağını belirtip, dualarıyla Arslan Bey’in gönlünü hoş eyledi.

 Mondros Mütarekesi akabinde İngilizler’in Maraş’ı işgal etmesi, Ellik Gavuru’nu azdırmış, sınırsız bir cür’et içerisinde taşkınlık ve sarkıntılık yapmaya başlamışlardı. Fakat İngilizler’in şehirdeki havayı çabuk algılayıp, Ermenilerin taşkınlıklarına kapılmamaları, ayrıca askerlerinin içerisinde çok sayıda sömürge Hintli Müslümanların varlığı gibi sebeplerle politik davranmaları Ermenilerin heveslerini kursaklarında bırakmıştı. Ancak sonbaharla birlikte durum değişmiş, yapılan anlaşma gereği şehrin Fransızlar’a teslim edileceği haberi tüm şehirde kısa sürede yayılmıştı.

Ermeni ev ve konaklarında bayram havası esiyor, Hırlakyanlar hazırlık üzerine hazırlık yaparken, sarhoş Ermenilerin salyalı ağızlarından çıkan naralar sırtlanları bile iğrendiriyordu. Hırlakyan Agop Ağa Kilikya Ermeni Prensliği hayalleriyle yatıp kalkıyor, Maraş Taşnaklarının lideri kardeş Hırlakyan Avadis ise yapacağı katliamlarla Maraş’ı nasıl bir kan deryasına çevireceğinin planlarını yapıyordu. Batı’nın her türlü desteğini arkalarında hissetmenin azgınlığı içerisindeydi Ellik Gavuru…

***

Evliya Efendi, İngiliz İşgalinden itibaren Aslan Bey’in milli teşkilatlanma için görüşmeler yaptığı grubun içerisinde faal olarak bulunur. Zaten Aslan Bey’le daha öncesinden tanışıklıkları mevcuttu. Maraş’ın Fransızlara devr edileceğinin kesinleşmesi ile birlikte teşkilatlanma işine hız verilir. Evliya Efendi, bu amaçla yapılan istişari toplantılarda yer alır.

Fransızların şehri teslim almasına yakın günlerden bir geceydi.  Evliya Efendi Acemli Camii’nde yatsı namazını kılmış, cemaatten birkaç kişiyle ayaküstü bir zaman görüştükten sonra evinin yolunu tutmuştu. Mahallenin dar sokaklarında dalgın dalgın yürürken, karşısından sallana sallana iri kıyım bir sarhoşun geldiğini gördü. Yaklaştığında gelenin komşusu Ermeni Setirek olduğunu gördü. Setirek, sarhoş olmasına rağmen Evliya Efendi’yi tanımıştı. Sallana sallana yaklaştı. Arahı kokan ağzını açtı, tütünden iyice sararmış dişleriyle sırıtarak kinini kusmaya başladı:

  • Evliya Efendi! Artık bizim vaktimiz geloor. Haç zafer kazandı. Siz Dacikler’i çok zor günler bekloor çok, dedi. Evliya Efendi;
  • Neymiş o zor günler, deyince Setirek;
  • Bana bak Dacik! Artık efendi biziz. Camileriniz kilise oloor, erkekleriniz öloor, karılarınız ve kızlarınız bizim oloor, der demez iğrenç bir kahkaha attı.

Kan beynine sıçrayan Evliya Efendi sol eliyle sarhoş Ermeni’nin yakasını tutarken, sağ elini yumruk yapıp tam ağzının üzerine indirecekken, Ali Sezai Efendi’nin birkaç gün önce yaptığı tembih aklına geldi. Ali Sezai Efendi, Ermenilerin taşkınlıklarından dem vuranlara; “Evladlarım tahriklere kapılmayın, sabırlı olun. Bizi tahrik ederek işgal kuvvetlerini aleyhimize harekete geçirmeye çalışıyorlar. Teşkilatlanma sürecindeyiz. Irzınız ve canınızın korunması dışında sataşmalara kapılmayın” diye nasihat etmişti. “lâ havle velâ kuvvete illa billah” dedi. Ermeni’nin yakasını silkeleyerek evinin yolunu tuttu.

Evine geldi, eşi ve çocukları uyumuştu. Yatağa uzandı. Saatlerdir yatakta dönüp duruyor, uyku tutmuyor, gözünün önünden çocukluğundan beri yaşananlar geçiyordu. Daha on dört yaşında rüştiyeyi yeni bitirdiğinde 1895-Zeytun İsyanı patlak vermişti. Ne acı günlerdi, o günler… Hınçakların örgütlediği 10 bini aşkın Ermeni eşkıyası Zeytun Kışlası’nı basmış, esir edilen 600 küsür asker elleri ayakları bağlı bir şekilde Kanlı Köprü’den ve Kepez Tepesi’nden Ermeni mamaları tarafından boğazlanarak aşağı atılıp, şehid edilmişti. Bu isyanda 13000’i asker olmak üzere yaklaşık 20000 Müslüman vahşice katledilmiş, isyanın elebaşları İngiliz-Fransız konsolosları tarafından Avrupa’ya kaçırılmıştı.

1915 Zeytun ve Fındıcak İsyanları ise çok taze idi. Ellik Gavuru bu sefer de, Fındıcak’ta 2000’i asker 7000 Müslümanı katletmişti. Civarda yaşanan münferit katliamların ise haddi hesabı yoktu. Baltalarla parçalanan erkekler, derileri yüzülen, gözleri oyulan, köstek çivileriyle azalarından çakılan mazlumlar, en iğrenç şekillerde tecavüze uğrayarak katledilen acuzeler, kadınlar, gelinler, kız çocukları, süngülenen bebekler, karınları deşilerek bebekleri çıkarılan hamile kadınlar, gaz yağına batırılarak diri diri yakılan küçük çocuklar… Daha niceleri dayanılmaz acılarla zihnini yaktı kavurdu. Son ferdine kadar Maraş direnmezse, mücadele etmezse, Ellik Gavuru’nun Maraş’ta canlı bir tek Müslüman koymayacağı aşikârdı.

Kalktı, abdest aldı, seccadeyi serip teheccüt namazına durdu. Sure-i Yusuf’tan okudu. “Kâle innema eşku bessi ve huzni ilallahi” (…derdimi ve hüznümü Allah’a arz ederim) ayetini okurken gözyaşlarını tutamadı, rüku ve secdeye vardı, seccade ıslanana kadar mevlâya niyaz etti… Kendine geldiğinde Acemli Camii minaresinden sabah ezanı okunmaya başlamıştı…   

***

28 Ekim 1919 Cuma… Kaledeki Türk bayrağı geceden Ermeni kızı Helena’nın gönlünü etmek isteyen Yüzbaşı Andre tarafından indirtilerek yerine Fransız bayrağı çekilmiş, sabahtan itibaren Maraş kahır ve öfke içinde kaynamaya başlamıştı. Avukat Mehmed Ali Bey’in yazdığı ve “Alem-i İslâm’a Hitap!” diye başlayan bildiri kısa sürede tüm şehirde yayılmış ve ahali bölük bölük Ulu Cami’de toplanmaya başlamıştı. Ezan öncesi Ulu Cami’de toplanan kalabalığın içerisinde bir Ermeni’nin olduğunun fark edilmesiyle halk galeyana gelir. “Bomba atılacak” bağırışları içerisinde sükûnetini muhafaza eden Evliya Efendi, Ermeni’yi yakalayarak Çarşı Karakolu’na götürmüş ve yapılan tahkikat neticesi Ermeni’nin Fransız kumandanı tarafından camii hatibine yazılmış bir mektubu getirdiği anlaşılmıştı. Böylece Evliya Efendi sinirlerin gergin olduğu bu çok nazik ortamda soğukkanlı davranarak sonuçları kestirilemeyecek muhtemel bir kargaşanın da önüne geçmiş olur.

Evliya Efendi, Bayrak Olayından hemen sonra Arslan Bey’in başkanlığında oluşturulan “Maraş Müdafa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti Heyet-i Merkeziyesi”nin kurucularının arasında aza olarak yer alır. Sivas Kongresinde oluşturulan Anadolu ve Rumeli Müdafa-i Hukuk Cemiyetinin nizamnamesini esas alarak cemiyetin tüzüğünü hazırlar (2 Aralık-1919).

Fransızlar ve Ermeniler şehri bilinçli olarak geriyor, patlamaya hazır bir bomba hâline getiriyorlardı. Bir taraftan da silah ve cephane taşıyorlardı şehirdeki müstahkem mevkilere. Büyük bir kıyımın hazırlığı yapıldığı iyice belirginleşmişti. General Keret’in yerine getirilemeyecek isteklerde bulunması ve Çukuroba Camii’ne bomba atılması üzerine Evliya Efendi’nin girişim ve gayretleri ile 17 Aralık 1919’da Acemli Camii hücresinde 447 imzalı protesto metni hazırlanarak, General Keret’e verilir. Kızılca kıyametin kopması yakındı…

Bir gün Fransız komutan Hükümet Konağı’nda kendisi için bir oda ister. O anda orada bulunan Evliya Efendi, Fransız komutanına tercümanı vasıtasıyla;

Bu herife söyleyin! Bizim memleketimizde kendilerine değil hükümet dairesinde bir oda, bir karış bile verecek yerimiz yok! cevabı ile komutanı bir daha hükümete uğramaz hâle getirir.

Artık şehirde bir çatışmanın kaçınılmaz olduğunu gören ve Maraş’ı tümüyle kontrol altına almak isteyen Fransız işgal kuvvetleri komutanı General Keret; Ermeni kiliseleri, konakları, misyoner okulları gibi tüm gayri müslim noktalarını müstahkem birer mevki durumuna getirdiği gibi, kenti kontrol edecek diğer noktalara da asker yerleştirmeye çalıştı. General, bu amaçla şehrin merkezinde yer alan ve tüm şehre hakim bir özelliği olan Maraş Kalesi’ni de işgal altına almak isterse de, Evliya Efendi emrindeki kuvvetlerle buna mani olarak, daha harp başlamadan evvel bu çok stratejik mevkiye Fransızların yerleşmesinin önüne geçer.

Aslan Bey başkanlığında oluşan kumanda heyeti ise; milli müdafaa için şehri 10 semte ayırır. Evliya Efendi; Devecili, Akçakoyunlu, Karamanlı, Acemli mahallelerini kapsayan dördüncü şubenin reisliğini üstlenir. Ardından düşman kuvvetlerinin şehirde oluşturduğu toplam 28 müstahkem mevkiin (Kışla-kiliseler-eytamhane-misyoner okulları-Ermeni Konakları vs.) aralarındaki irtibatın koparılarak, düşürülmesi ve dışarıdan gelecek düşman lojistik desteğinin Maraş’a girişinin engellenmesi esasına dayanan bir harp stratejisi belirlenir.

***

Sonunda mukadder gün gelip, çatar. 21 Ocak 1920 Çarşamba günü General Keret konuşma bahanesiyle Kışla’ya davet ettiği Maraş eşrafının bir kısmını tevkif etmiş, diğer kısmını da gözdağı vererek salıvermişti. Bu olay bardağı taşıran son damla olmuştu. Şehrin önde gelen yöneticilerini tutuklamakla muhtemel direnişi felç ettiğini düşünen generalin emriyle, Fransızlar hedef göstermeksizin çarşıya makinalı tüfek atışına başlamıştır. Tüm mahallelerde peşi peşine tüfekler sıkılmasıyla harbin başladığı duyulmuş olur. Arslan Bey karargâhı olan Sarıkatipzâde Hasan Efendi’nin evinden meşhur bildirisini yayınlar;

Arkadaşlar harp başlamıştır. Allah’ın inayeti, peygamberimizin ruhaniyeti, din kardeşlerimizin fedakârlığı ile her şey göze alınmıştır. Vatanımız, bir ferdimiz kalıncaya kadar düşmana teslim olmayacaktır. Gayret bizden, tevfik Allah’tan!”

Düşmanın müstahkem mevkilerinden sürekli top ve makinalı tüfek ateşiyle şehri delik deşik ettiği, çıkan yangınların gece-gündüz mahalleleri yakıp kül ettiği, iki tarafın da erzak ve gıda sıkıntısı çektiği, sokaklardaki cenazelerin bile alınamadığı, kar yığınlarının 2 metreyi bulup, sıcaklığın geceleri -20 dereceye kadar düştüğü bir harp ortamındadır artık Maraş…

***

İbrahim Evliya Efendi harbin başlamasıyla birlikte; Acemli, Devecili, Mağaralı, Şekerdere, Zımmiyan ve Tekke Mahallelerindeki Ermeni ev ve kiliselerini etkisiz hale getirmek için emrindeki çetelerle birlikte Acemli Mahallesinden başlayarak kendi mıntıkasındaki harekâtı başlatır.

Harbin 4. günü gelip çatmış, muharebenin şiddeti günden güne tezâyüd ediyordu. Acemli’de Evliya Efendi kuvvetlerinin muvaffakiyetli taaruzları üzerine, intikam sevdasına düşen Ermeni Seferoğlu Avadis kendi evini ateşe verir. Evine bitişik durumda olan Evliya Efendi’nin evini bu yangınla yakmayı başarır. Ancak yangın kısa sürede Acemli Mahallesini sarar. Mahallelerdeki yangınlar öylesine büyümüş ve yayılmıştı ki tüm şehir adeta bir yanardağ manzarası arz eder hale gelmişti. Korkunç soğuk ve kar altında yanan evler sanki kendileri yanarken, şehri ısıtmaya çalışıyorlardı. “Vatan yanıyor, benim evim yanmış çok mu?”der, Evliya Efendi. Evinin yanmasına rağmen metanetini kaybetmemiş, evlad-ı iyalini yaradana emanet ederek mücadelesine devam etmektedir.

Evliya Efendi, harbin 5. ve 6. günleri çeteleriyle birlikte Kale altındaki Ermeni evlerine ve Kalealtı Kilisesi’ne taarruz ederek bunları imha etmeyi ve kiliseyi düşürmeyi başarır.

Sıradaki hedef Şekerdere’dir. Evliya çeteleri Şekerdere’deki Fransız Karakoluna ve Şekerdere Kilisesi’ne baskın yaparak imha ettikleri gibi civardaki tüm Ermeni evlerini de ortadan kaldırır. Böylece Şekerdere bölgesi düşürülmüş ve düşmandan temizlenmiş olur.

Evliya Efendi, harbin 7. günü geldiğinde Zımmiyan Kilisesi’ni ve buradaki Ermeni evlerini düşürür, burayı da düşmandan temizler. Ardından aynı gün Kanlıdere’ye yönelerek, yolun üstündeki Ermeni evlerini düşürerek buradaki Ermeni eşkıyasını da imha eder.

Evliya Efendi Fırtınası azgın Ellik Gavuru üzerinde kasırga gibi esiyor, okunan Fil sûrelerinin ve çocukların; “Allahümme ya Vedûd! Gavurun elini bağla, dilini tut” dualarının tesiriyle Ermenilerin kaleleri ardı ardına düşüyordu. Evliya Efendi’nin bu başarılı taarruz haberleri tüm Maraş’ın moralini yükseltiyor, şehri sevince boğuyor, diğer taraftan Ermeni ve Fransızlarda ise ardı ardına alınan şok haberler moralleri bozuyor, Türk kıskacının hızla daralmakta olduğunu fark ediyorlardı.

Ancak Evliya İbrahim Efendi’nin durmaya niyeti yoktu. Vazife şuuru ve vatanın selameti kaygısı ile en ön safta kurşunlar kendisini, kendisi kurşunları kovalıyordu. Zaten tüm Maraşlı insan üstü gayretle şehadet ve gazilik arasında mekik dokumuyor muydu? 

Bir gece elinde mavzeri, belinde beylik tabancası, kuşağında kaması, göğsünde dürbünü ve omuzlarında çapraz sarılı fişekliği ile evlerinin yanmasından sonra sığındıkları akraba evindeki evlad-ı iyâlinin yanına istirahata gelmiştir. Çocuklarını uyutarak kocasını bekleyen Şerife Hatun, Evliya Efendi’nin çamura bulanmış postalını, ayazdan çatlayarak kanamış ellerini ve kavrulmuş yüzündeki tebessümünü bir an seyrettikten sonra buyur eder. Güğümdeki sıcak suyla ellerini ayaklarını yıkar, ardından mangal közünün üzerinde kaynamakta olan şalgamlı tarhana çorbasıyla, gün pekmezini bir çırpıda sofraya hazır eder. Evliya Efendi tam çorbasını içmiştir ki, Şerife Hatun artık içindekini tutamaz ve “Efendi!” der. Bundan sonrasını oğlu Hasan Fehmi anlatır;

“Bu günlerden bir gün anam babama;

  • Efendi hep önde gidermişsin, başına bir kaza gelirse ben bu iki çocukla ne yaparım? Deyince babam;
  • Hanım, hanım bana bak! Bu çete harbidir. Nizamî asker harbi değildir. Yiğitlik göstermez, önde gitmezsem arkama kimse düşmez. Ben çalışmam, öteki çalışmazsa bu vatan da kurtulmaz. Bugün Maraş kurtulmuş, iki çocuğunu kurban et deseler, onları kurban etmekten de çekinmem, onları canım kadar severim, fakat vatanımı daha çok severim!” der. Vatanın kurtuluşu için çete arkadaşları ile koşar, koşar… Maraş’ın hemen yarısından fazlasını düşmandan temizler. Evliya’nın çetesi nereye varsa, düşman bozguna uğrar.”

***

Evliya Efendi ertesi 8. günü Abarabaşı Kuyumcu Sokağı’ndaki Ermeni evlerine yönelerek onları kısmen, kalenin doğu tarafındaki Ermeni evlerini ise tamamen imha eder. Ardından Kulağı Kurtlu Mahallesi’ndeki Ermenilerin yoğunlaşan ateşi üzerine, karşı taarruzla buradaki Ermeniler’i evleriyle birlikte imha eden Evliya Efendi’ye Süleymanlı’dan gelen çeteler de iltihak eder. Hariçten gelen katılımlarla Evliya Efendi kuvvetleri harbin en kuvvetli ve faal grubu durumuna gelmiştir.

Harbin 9. günü gelmiş, çatışmalar artarak devam ediyordu. Bombardıman ve yangınlar ile daha şimdiden şehrin kısm-ı azamı harabeye dönmüştü. Ama daha yol uzun ve meşakkatliydi. Duracak gün değildi. Evliya Efendi taarruzuyla Bahtiyar Yokuşu civarındaki Dikiş Yurdu düşürülür.  Buradaki yaklaşık dört yüz kişilik düşman grubu imha edilir.

Harbin 10. günü idi. Sıra Tekke Kilisesi’ne gelmişti. Şehrin merkezî ve hakim bir noktasındaki bu kilise de düşerse batı cephesi rahatlayacaktı. Kiliseden aşağıya yapılan tüfek ve makinalı atışlarıyla çok şehit verilmişti. Nahırönü çete grubu kiliseyi çoktan sıkıştırmış, Ermeniler kilise dışına çıkamıyorlardı. Evliya kuvvetlerinin gelmesiyle harekat başlar. Önce suyu kesilmeliydi. Mercimek Tepe’den su kaneleriyle gelen kilisenin suyu, boru hattı tahrip edilerek kesilir. Muhasara altına alınan kilise ancak bacalarından içeriye barut ve demir parçaları doldurularak patlatılan güğüm bombalarıyla ve büyük fedakarlıklarla yakılarak düşürülür. Kilisedeki Ermeni eşkiyası imha edilir. Ancak buradaki çarpışmalarda Evliya Efendi kuvvetlerini sevk ve idare eden Göllülü Yusuf Çavuş’un şehadeti cephede büyük bir kayıp olur. Evliya Efendi’nin daha önce yanan eviydi ama, bu sefer yanan yüreği olur...

Garp cephesindeki Evliya Efendi kuvvetlerinin Aslan Bey’in deyimiyle; “insan kabiliyetinin üstünde ve fevkâlade muvaffakiyetleri”  Şark Cephesi’ndeki mücahitlerin de gayretini ziyadeleştirerek faaliyetlerini artırmalarına vesile olmuştu. Şark cephesinde de şiddetli çatışmalar yapılıyor, Kışla’dan yapılan aralıksız Fransız topçu ateşi yıkılmadık duvar, delinmedik dam koymuyor, ocaklar söndürüyordu. Kümbet Kilisesi, Kümbet Eytamhânesi, Katolik Kilisesi, Abarabaşı, Protestan Kiliselerinin düşürülmesi için büyük gayretler sarf ediliyor, Medineli Abdullah Çavuşlar, Eşbah Mehmedler, Mıllış Nuriler göz yaşartan kahramanlık hikayelerinin ardından şehadet şerbetleriyle taltif ediliyordu. 

Evliya Efendi’nin durdurulamaması harbin Fransız ve Ermeniler aleyhine yayılması neticesini veriyordu. Ancak Kılıç Ali kumandasındaki Şark Cephesinin çok sayıda şehit vermesine rağmen istenen muvaffakiyeti bir türlü sağlayamaması, bu cephede düşman kuvvetlerinin yer yer taarruza geçmelerine sebebiyet veriyordu. Düşman bu sıkışık durumu rahatlatmak ve güçlerini birleştirmek için karşı harekattan geri durmuyordu. Bu amaçla düşman kuvvetleri, civarda yangınlar çıkardıktan sonra güneye doğru ilerlemeye başlamış, Aşağı Bedesten’i işgal ederek Taş Hanı’ndaki kuvvetlerle birleşmeyi başarmıştı. Bu suretle harp şiddetini artırmış ve çarşılarda da yangınlar başlamıştı.

Evliya kuvvetleri; Tekke Kilisesi’nin düşürülmesinden sonra güneye doğru sarkmış; çarşı ve bedestene kadar dayanıp, buralardaki düşmanı da imha etmeye başlamışlardı. Böylelikle, Aslan Bey’in hazırladığı harekat planı Evliya Efendi tarafından muazzam bir başarı ile uygulanmış; bu cephede düşmanın kısm-ı küllisi temizlenerek harekat önemli ölçüde tamamlanmış ve Evliya Efendi on gün içinde yıldırım gibi hareket ederek şehrin batı kesiminin kurtulmasının sahadaki en mühim ismi olmuştu.

***

Şıh Mahallesi düşman baskı ve tehdidi altında idi. Bir taraftan Bahtiyar Yokuşu’ndaki Protestan Kilisesi, diğer taraftan güneyindeki Katolik Kilisesi ve kuzeyinden Divanlı-Kümbet mıntıkasındaki düşman kuvvetlerinin muvasalatını kesen bu mahalle en kilit noktalardan birisini oluşturuyordu. Şıh Camii çoktan gazi olmuş, Kışladan Fransızların attığı top mermileri kubbesini delik deşik ederken, minare şerefesinin hemen altına kışladan atılan top mermisi bir hançer gibi saplanmışsa da, nice zamandır ezan seslerinin arzdan arşa yükseldiği bu gazi minarede top mermisinin patlamasına ilahi irade müsaade etmemiştir.

Bölgedeki düşman tazyikini kırmak isteyen, Aslan Bey; Şark Cephesi kuvvetlerinin Divanlı Mahallesi’nden, Garp Cephesi kuvvetlerinin de Çarşıbaşı’ndan taarruza geçmesi ve bu şekilde düşmanın iki cephede birden sıkıştırılarak imha edilmesi planını devreye sokar.

Evliya Efendi; on günü aşkındır şiddetli soğuk, poyraz ve kar altında, kurşun vızıltıları, bomba sesleri, yangın alevleri içerisinde gece gündüz demeden mücadele içerisindeydi. Nerdeyse tüm batı cephesini bir baştan bir başa düşmandan temizlemiş, nice kahraman silah arkadaşı gözleri önünde şehit düşmüş, elde edilen başarılar çetelerinin acısına bir nebze olsun teselli olmuştu. Üşütmenin ve yorgunluğun tesiri yavaş yavaş kendini hissettirmiş, birazcık rahatı kaçmıştı. Aslında biraz dinlenmeyi de düşünmüyor değildi. Ancak duracak zaman olmadığını çok iyi biliyordu. Canını dişine takmalıydı. İğrenç dişlerini Maraş’ın kalbine saplanmaya çalışan Fransız-Ermeni canavarlarının dişleri sökülmeden sırtını sıcak yatağa koymamaya ahd etmişti, ya da kara toprağa… Bu son harekat planında çetelere önderlik edebilecek iki kişiden biriydi. Diğeri ise Arslan Bey…

Rahatsızlığı dolayısıyla Arslan Bey’in harekatı idare etmek istemesini göze alamadı. Ona bir şey olması durumunda kumanda merkezi çökebilir, mücadele akamete uğrayıp, bunca fedakarlık hebâ olabilirdi. Çetelerinin hazırlıklarına baktı, gözleri yaşardı. Rahatsızlığını unutmuş, kendinde bambaşka bir kuvvet, bir iştiyak hissetmişti. Hemen hazırlanmaya başladı… Gönlünde farklı hisler yer almaya başlamıştı. Yerinde duramıyor, biran önce harekat planını devreye sokmaya can atıyordu. Hiç böyle hissetmemişti. Kim bilir, belki de harbin başından beri kovaladığı şehadete bu sefer kavuşabilecekti… Her fırsat bir ganimetti…

Burada söz hem tarih yapan, hem de yaptığı tarihi yazan Arslan Bey’indir;

“ …… Evliya çağrılıp Kılıç Ali ile görüştüğümüzü, Şıh Mahallesini kurtarmak için bugün bizim kuvvetlerimizin Çaşıbaşı’nda ve Arasa Hanı’na karşı taarruz ve harekete geçerek düşmanı tazyik ve imha etmeye ve Divanlı’dan inecek kuvvetlerle iki taraftan çevirme hareketi yapılmasına karar verildiğini belirtip,

  • Hareketi idare etmenizi rica ediyorum, deyince “rahatsızım” demesi üzerine,
  • Siz burada harekatı idare ediniz, ben giderim, diyerek hazırlığa başladım. Evliya, kuvvetleri arasında bulunan ve Süleymanlı’dan gelen Çeçen Şahin, Davut, Bat Musa ve bizim siperlerden cesur kimselerle hazırlık yapıldığını seyir iderek, nihayet dayanamayarak;
  • Siz giderseniz burası tehlikeli bir yer olur. Burada sizin yerinizi hiç kimse tutamaz, sizin gitmeniz doğru değildir. Madem gitmekte ısrar ediyorsunuz, ben gideyim, diyerek hazır bulunan Ahmet Çavuş’u gönderdi. Palaska ve tüfeğini getirtti.

Arkadaşları alarak hareket etti. Bedesten’i düşmandan temizledikten sonra Taşhan ve Arasa Hanı’na taarruz eyledi. Çok büyük cesaret ve gayretle harp ediliyordu. Handaki Tunuslu Arap askerlerinin, Evliya’ya teslim olacaklarını söylemesi üzerine Evliya ve arkadaşlarının dikkatsiz hareket ederek, ayağa kalkması üzerine yanında bulunan Çeçen Şahin ve Hafız Ökkeş üzerine handa mazgalda bulunan Ermeniler ateş ederek, her üçünü de şehit ettiler. Birkaç yaralı da vardı. Haberi duyan şehir büyük bir mateme büründü. Çünkü en kıymetli ve cesur kahramanımızı kaybetmiştik. Büyük bir cenaze merasimi yaparak Acemli Camii’ne defnettik”  

Evliya Efendi çetelerinden olan ve Taşhan harekatına katılarak Evliya Efendi’nin şehadetine tanık olan Mamık Ahmed oğlu Gazi Mehmed Abama o günü anlatıyor:

“…Ben milli mücadele döneminde yirmi yaşlarındaydım… Mağaralı, Acemli, Devecili, Karamanlı mahalleleri mıntıka kumandanı İbrahim Evliya idi. Evkaf Müdürü olan bu zat çok bilgili ve cesurdu. Bizler de onun maiyetinde idik…

…Duyduk ki Taşhan’da bir Müslümanı kaçırmışlar. Orada gözlerine köstek çivisi çakarak, kol bacak koparmışlar (Şehit Üzümsuyu Mehmed Efendi)… Taşhan’daki vahşet olayı yüreğimizi hoplattı… Evliya Efendi ile 200 çete bir olup, bu olayın bir daha tekrar etmemesi için Taşhan’ı teslim alamazsak da tesirsiz bırakmayı düşündük. Acemli Mahallesi’nden sokaklar arasından ve dere içinden emekleyerek Saraçhane Camisi yanına sokulduk. Fırınlardan hamur tekneleri aldık. İçlerine toprak doldurarak önümüze koyduk. Teknelerle emekleye emekleye, sürüne sürüne şimdiki Bombarşa’ya vardık. Bombarşa’nın güneyindeki kapı önüne mevzilendik.

Taşhan’ı basacağız. Ama Kapalı Çarşı’dan sinek geçemiyordu. Bir adım ileri gitme imkânını bulamadık. Bir taraftan kurşunlar vızıldıyordu. Öte yandan el bombaları üstümüze fırlatılıyordu… Birinde bombayı def edemeden patlayıverdi. Kurbağalar gibi yere serildik. Altımızdan sel suları akıyordu. Bomba parçalandı. Parçanın biri benim gözüme isabet etti. Yüzüm alkanlar içinde kaldı. Başımda sarılı kufiyemle gözümü bağladılar.

Eskiden dabakhane Kapalı Çarşı yanındaydı. Oraya girdik. Lakin Taşhan’ın tam cephesine düşmüş olduk. Bu sırada “dahilek, dahilek” diyen bir ses duyuldu. Peşinden “ene müslim, ene müslim” diyorlardı… Bunu duyan İbrahim Evliya sıçrayıp, yaralı Arab’ın yanına varmak istedi. Onu kurtarmaktı gayesi. Siperden başını kaldırsın ya; göğsünden ve muhtelif yerinden vuruldu. İşte o anda bir ulu çınarımız yıkılmış oldu. Evliya Efendi ile iki çetemiz daha vurulmuştu. Şehitlerimizi orada bırakır mıyız? Ayaklarından çekerek kurtardık.

… Evliya Efendi’nin ölümüyle bizim mıntıkanın beli kırılmıştı. Yerini dolduracak kimse bulmak güçtü. Şehrin batı cephesi çöküyor diyenlere karşı; Hayır! Evliyamız ölmedi, diyor kendimize moral veriyorduk, ama ne fayda yiğit insan göçmüştü.”   

***

            Maraş Harbinin en büyük şehidi İbrahim Evliya Efendi’nin cenazesi Acemli Camii avlusuna defnedilirse de, sonraki yıllarda Asrî Mezarlığa (Şeyh Adil) taşınır. Babasının şehid olduğunda altı aylık olan ve 1994 yılında vefat eden oğlu Hasan Fehmi Evliya’nın şu çocukluk hatırası yüreklerde kalan hüznün ve muhabbetin en veciz hâlidir;

“Böylece babam şehit, anam 18 yaşında dul, ablam iki buçuk yaşında, ben altı aylık yetim kalmışız. Babamın sağlığında bizim ev de bütün eşyalarımızla yanar. Oturacak bir yerimiz olmadığından bir akrabanın evine sığınmışız. Baba yok, baba ocağı yok, para yok, servet sağman yok, bu harpte kim bizim kadar yanmıştır, gösterebilir misiniz?

Okul çağından evvel, Kurtuluş Bayramlarında beni her sene bir ilkokul önünde, bayrağın altına merasime götürürlerdi. O zaman Maraş’ın evleri damdı. Maraşlı hanımlar Kurtuluş Bayramlarını bu damların süğüklerinden seyrederlerdi. Beni okulun önünde, göğsümde İstiklâl Madalyası ile görünce;

  • Gadanı alayım, Evliya Efendi’nin oğlu, Evliya Efendi’nin teberriği,

diye uzaktan severlerdi. Bu asil Türk kadınları, analarımız, bacılarımız babama olan saygı ve sevgilerini onun hatırası önünde yürekten duygularını belirtirlerdi.”

"Evliya Efendi'nin şehadeti büyük kayıptır. Maalesef Maraş'ın ikinci bir Evliya'sı yoktur." İrade-i Milliye Gazetesi-9 Şubat 1336 (1920)

Rahmet ve minnetle anıyoruz…

İbrahim KANADIKIRIK

(Kaynaklar; Maraş Milli Mücadelesi’nde Şeyh Ali Sezai Efendi-Serdar Yakar, Maraş Milli Mücadelesinde Arslan Bey-Serdar Yakar, Gazilerin Dilinden Milli Mücadelemiz-Yalçın Özalp, Yakınçağ’da Kahramanmaraş-Prof.Dr. Ahmet Eyicil, Milli Mücadele Kahramanlarımız-Serdar Yakar kitaplarından ve ailevî hatıratlardan istifade edilmiştir.)

Editör: Mahmut Beyaz