Denemeci-Yazar Reşit Güngör Kalkan, İlhami Çiçek-Türk Şiirine Buruk Bir Armağan- adlı bu biyografik eserini Gazetemiz köşe yazarlarından Ali Büyükçapar’a anlattı.

Eserinde Modern Türk Şiirinin trajik karakterli şairlerinden İlhami Çiçek’i doğumundan ve çocukluğundan ilk gençliğine, hayatının sonuna dek tarassut ederek göz ardı edilmiş bir değeri yeniden gün yüzüne çıkaran Kalkan, eserinin bütün detaylarını Ali Büyükçapar aracılığıyla gazetemizle paylaştı.

İşte Ali Büyükçapar’ın Yazar Reşit Güngör Kalkan ile röportajı;

-Reşit Bey, öncelikle merhaba diyelim.

-Merhabalar Ali hocam.

-İlhami Çiçek -Türk Şiirine Buruk Bir Armağan- isimli kitabın yayımlandı. Hayırlı olsun diyelim öncelikle. Neden İlhami Çiçek hakkında bir kitap yazma ihtiyacı hissettin?

-Kutlama için öncelikle teşekkür ediyorum. İlhami Çiçek, biliyorsunuz, özellikle seksen sonrası alabildiğine kabuk değiştiren Türk şiiri adına önemli bir kazanımdır. Zira seksenli yıllara kadar genel çerçeve içinde Türk şiirine yaklaştığımızda ‘gerçek’ kavramını güncel hayattan alan bir şiir algısı ile karşılaşıyoruz. Yani şair, ‘şiirini kurarken’ kurduğu yapının hayatla yüz yüze olmasına azamî dikkat ediyordu. İşte sözünü ettiğim bu dikkat çabasını üç-beş şair arasında yer alan İlhami Çiçek’te görüyorum şahsen. Bununla beraber İlhami Çiçek adında, özellikle edebî kamuda dolaşan efsanenin varlığına, gerçekliğine dokunmak, bu gizemi açığa çıkarmak adına mezkûr şairi kaleme alma ihtiyacı hissettim. Çünkü İlhami Çiçek hakkında yazılanların, söylenenlerin özellikle onun genç yaşında vefatıyla birlikte ortaya çıkardığı birtakım yalan yanlış bilgilerin de bu manada temizlenmesi gerektiğini düşündüğümden dolayı gerçekleşti bu çalışma.

-Edebiyat Dergisi bağlamında İlhami Çiçek’in yeri nedir?

Edebiyat dergisi mefkûresi olan, hayatı çok boyutlu algılayan ve çevresinde kümelenen yazar ve şairleri bu mefkûre etrafında tavır almaya zorlayan bir dergiydi. Dolayısıyla İlhami Çiçek’in birbirinden değerli şiirleri, sözünü ettiğim mefkûre adına vücuda getirilmiş ve bu doğrultuyu hiçbir zaman istikametinden saptırmaksızın ilerletebilmeyi başarmış bir şair olarak oldukça değerli bir isimdir. Bununla birlikte, açıkçası Edebiyat dergisinin İlhami Çiçek çapında birkaç şair daha çıkaramamış olması da ilginç bir durum olarak ortada durmaktadır. Derginin birinci kuşağından Cahit Zarifoğlu, Erdem Bayazıt ve Akif İnan yanında; ikinci kuşaktan bir Arif Ay’ı, bir Osman Sarı’yı, bir Turan Koç’u ve de  Ömer Aksay’ı sayabiliriz, gerisi var mıdır bu noktada hiç hatırlamadığımı rahatlıkla söyleyebilirim.

-İmge, buluş, biçim, teknik açısından İlhami Çiçek’in şiirini nereye yerleştirebilirsin?

-İlhami Çiçek şiiri zor bir şiir; bunu öncelikle belirtmekte fayda var. Fakat zor olmasıyla birlikte, okundukça açımlanan yapısıyla da alabildiğine dikkat çekici. İkinci Yeni yaftası bu noktada İlhami Çiçek şiirinin anlaşılmadığını gösterir ki, bu da bizi doğrudan İlhami Çiçek şiirinde sözünü ettiğiniz imge, buluş, biçim ve teknik gibi konularla ilintili olarak dil bahsine götürür. Dil, İlhami Çiçek şiirinde umulmadık başlangıçlar ve sonlarla karşılar okuyucuyu. Zira şartların olabildiğince zorlandığını, adeta dile bağlı çeperlerin doğrudan yıkımına yönelik bir taarruz hamlesinin varlığını hissederiz şiirlerinde. Dolayısıyla İlhami Çiçek’in gerisinde bekleyen ve gençliği boyunca uğraş gösterdiği divan şiiri paralelinde yeni şiir düşüncesinin dil ekseninde gelişen yapısına da şahit oluruz böylece. Şartları oldukça zorlayan bu şiirler, aslında İlhami Çiçek’in düşünce yapısıyla doğrudan bağlantılı bir seyir izlemektedir. Onun dünya algısı, içinde yaşadığı zaman dilimi bakımından izaha muhtaç tedirginlikleri, endişeleri ve kaygıları da beraberinde taşıyordu. Özellikle seksen sonrası apolitizasyon gerçeğinden hareketle söylemek gerekirse, şairin dünya ve insan ekseninde gelişen yeni boyut perspektifine ulaşmak bu şiirler üzerinden hiç de zor değil. Fakat esas zorluk, daha doğrusu İlhami Çiçek paralelinde gelişen zorluk, yaşadığımız süreçler boyunca, doğrudan hayat algısının tamamen parçalanmış olmasına rağmen, şiirin insan gerçeğini irdeleme noktasında ciddiyetinin henüz kavranılmamışlığıyla da yakından alakalı. İşte, sözünü ettiğim bu alakayı yakından görüp tavır alan İlhami Çiçek, şiirinde özgün olmanın ve öze doğru yol almanın endişesi içinde oluşturur şiirlerini. Dolayısıyla onun şiirlerini belirli bir kalıba dahil etmek çok zor. Özgün olmak aynı zamanda kendilik bilgisi katar şaire. Bu kendilik bilgisini genç yaşında fark eden İlhami Çiçek, şiirleriyle ‘kendi’ olabilmeyi başarmış ender şairler arasında yer alır.

   

-Şiirimizin evrildiği yer neresi?

-Doğrusu günümüz şiirinde, her ne kadar az önce bahsetmeye çalıştığım özgün nitelikli şairler olsa da, özellikle güncelin bayağısına teşne, ıvır zıvır işlerin şiir hanesine kaydedildiği, bunun da tastamam ikibinler boyunca ve kısmen hâlâ devam eden bir çizgi boyunca ilerlediği bir boşluk çerçevesinde görüyorum. İç açıcı bir durum değil bu elbette. Şiirin alacaklı sayılması gereken ve alacağını hayat karşılığında şairinden ısrarla isteyen, bizleri sarsıp yerlerimizden edecek güçlü şiirlere çok ihtiyacımız var.    

-Şiirde melankolinin yeri nedir?

-Bu soru, doğrudan şiirden ne beklediğimizle alakalı bir durumu işaretliyor aslında. Şairin hayat algısıyla aynı paralelde seyreden, şiir ve gerçeklik arasında sıkıştırılmış insanlığımızla neyi talep ediyorsak beklediğimiz de o olabilir ancak. Doğrudan melankolik, sayrılı bir şiir bizi diri tutmaz; bizi daima güçlü kılacak şiirlerle kendi varlığımızı hissettirebiliriz ancak. Bu açıdan İlhami Çiçek şiir çerçevesinde, eğer niyet ‘Yalnız hüznü vardır kalbi olanın’ mısraına evrilecekse, hiç sanmam melankolinin bu ciddiyet çerçevesinde değerlendirileceğini. Hem İlhami Çiçek melankolik bir şair hiç olmamıştır. Ondaki hüzün metaforu dolaylı olarak ontolojik temelli bir seyir izlemektedir. Bütün şiirlerinde bu izleği görmek mümkün aslında.   

-İnsan için hayatiyet arz eden soruların cevabı İlhami Çiçek’in şiirinde var mı?

-Kısa bir ömür süren İlhami Çiçek, hüznü ve yalnızlığı ruhuna yoldaş kılmış ve bu yoldaşlığı tedirgin ruh kamaşması içinde dünyaya mısralarıyla sunmuştur. Hayatiyet dediğimiz şey eğer dünyada bulunuşumuza müteallik bir esas oluşturuyorsa, evet, önemli ölçüde medeniyet, varoluş, hüzün, yalnızlık, terk edilmişlik gibi kavramlar şiirinde mevcut. Zaten onun kayda değer hayat algısı, dünya görüşü, ideolojisi de bu eksende şekillenmişti. Yani şiirinde belirgin bir arayıştan ziyade, teslimiyetin dokunaklı hallerini görüyoruz. Bu teslimiyet, mutmain bir ruhun kabarık dünya iştahından arta kalan bir tatmin değil, bilakis ısrarlı, ısrarcı bir arayışın neticesi olarak okunmalıdır.

-Şair ve toplum arasındaki bağı ne doldurabilir?

-Tek kelimeyle, sahicilik. Fakat mış gibi yapmayan bir sahicilik olmalıdır bu. Şair, yaşadığı topluma borçlu olduğunu hiçbir zaman unutmamalıdır. Çünkü şairin toplum perspektifinde bir söz hakkı varsa eğer, bunu doğrudan inandırıcılığından aldığını çok iyi biliyoruz. Varlığımızın teminatı doğrudan istiklâl hanesine endeksli bir durumsa, o zaman şair ideolojisinin künhüne vakıf haliyle çıkmalıdır toplum karşısına. Doğrudan inanç temelli bir bireşimdir bu. Yani çerçevesini yüzyılların belirlediği kültürün resmî öğretiye rağmen inançta hayat bulduğunu çok iyi biliyoruz. Ancak bununla şiiri doğrudan bir mevkiye oturtmuyorum, dikkat edilsin lütfen. Toplum hanesinde, zihniyet ekseninde yer almak isteyen bir şairin varlığının teminatının doğrudan halkta ve halkın yaşayan, yaşattığı değerlerde olduğunu söylemek istiyorum.

-Kitaptaki bölümleri türkü sözleriyle nefeslendirmişsin. Bu şekil sana ne sağlıyor?

-Trajik bir sonla hayatını noktalamış bir şair olarak İlhami Çiçek, memleketinin, topyekûn memleketimizin türkülerini de tıpkı şiir bilgisi gibi çok iyi biliyordu. Dolayısıyla, şiir ve türkü, çoğunlukla türkülerimiz bizim toplum olarak belleğimizdir aslında. Bizler duygu ve düşüncelerimizi çoğunlukla türkülerimizle dile getirmişizdir. Kitapta yer verdiğim türkü sözleri ise, bu manada aslında, doğrudan benim İlhami Çiçek dolayımında çalışma süresince hissettiğim yoğunluğun yansımasıydı. Onun vefatı, inanıyorum ki şair ve türkü bağlamında en çok yine onun hayatına yakışırdı. Ben de bunu okuyucuya doğrudan hissettirmek bakımından bir tercihte bulundum. Bu tercihimin İlhami Çiçek’in türkülere sevdalı bir şair olması bakımından isabetli olduğunu düşünüyorum.

 

-Satranç Dersleri kitabının diğer şiir kitaplarından farkı nedir?

-Az önce de sözünü ettiğim gibi şairin sahici olmak, sahici kalmak gibi bir zorunluluğu olmalıdır. Bu zorunluluk yapaylık anlamında değil, hayatiyet noktasında seyredecek bir yapaylığın pençesine düşmeksizin toplum önünde ortaya konulacak bir mecburiyettir aynı zamanda. Bu durum, İlhami Çiçek şiiri açısından rüştünü ispat etmişliğin doruğundadır. Şiir sayısı bakımından da geçerlidir bu söylediklerim. Diğer şiir kitaplarından farkı, yapaylığı tamamen silip atmasından başka ne olabilir ki? Hem, bir tek şiir kitabıyla yarınlara kalabilen kaç şair sayabiliriz acaba? Bu, işte sözünü ettiğim toplumun inancı, değerleri ve soluk alıp veren tabiatıyla topyekûn kendisi olabilmesiyle ilintili bir durum.

-Şiirden hareketle Türk şiirini değerlendiriyorsun. Peki, bunu yaparken ölçülerin nedir? Örneğin kitapta sayfa 128’de yaptığın gibi?

- Çok açık bir şey söylüyorum aslında. Türk şiirinin Cumhuriyet sonrası yaptığı atılım, altmışlı yılların ortalarına kadar İkinci Yeni etkisi altında şekillenirken, şiirde anlam, biçim, imge, buluş ve teknik arayışına paralel olarak ideolojik bakımdan da yeni boyut kazandığı bilinen bir durum olarak karşımızdadır. Uzunca bir dönem sol ideolojiye has gibi görülen/kabul edilen teknik ve içerik kıstırılmışlığıyla şiir, hayatiyet alanından elini eteğini çekmiş pozisyona büründü. Bu noktadan hareketle, imge ağırlıklı, alabildiğine sıkıştırılmış ve çoğunlukla da züppe bir tavırla oldukça kapalı yazılan bu dönem şiirleri içerisine İsmet Özel şiirini bile dâhil etme gafletinde bulunanlar çıktı. Zira, İkinci Yeni, şiirde biçim ve estetik kalıpların zaman içinde yerleşiklik hale gelmesini sağladığından neredeyse her türlü modernist eğilim bu noktada İkinci Yeni’ye bağlanır oldu. Halbuki durum hiç de öyle değil. Örneğin, Melih Cevdet Anday ve Behçet Necatigil’in kırklı yıllardan bu yana gözle görülür biçimde şiirlerinde belirginleşen değişimler, direkt İkinci Yeni şiirine bağlanabilir mi acaba? Veya Sezai Karakoç’un yazdıklarını bu çerçevede değerlendirmek ne denli sağlıklı bir yaklaşım olabilir? Bu ve benzer birçok şair, şekil ve biçim açısından şiirlerini önemli ölçüde değiştirmişlerdir. Hal böyle olunca, her türden değişimin İkinci Yeni’ye bağlanması, İkinci Yeni’nin nasıl bir etki alanı yarattığına dair soruları da beraberinde getirmektedir. Açıkçası İkinci Yeni şiirinin Türkiye’de birtakım düşünceler etrafında yeniden ve bağımsız bir edebiyat kurumu oluşturma düşüncesi, Türkiye’de 1950’lere kadar şiirin kendine özgü ve bağımsız bir yapısı olabileceği fikrini, kimi istisnalar hariç, baskın düşünce haline gelemediğinden Türkçe şiirin şekil ve biçimle birlikte estetiğini inşa etmiş ve bu sayede sözde yenilikçi bir kliğin, grubun oluşmasını sağlamıştır, denilebilir. Yani Türk şiiri bağımsızlığını kendi içinde saklayan bu klikler, gruplar temelinde ilerletebilmiş, etkisini bu merkezler vasıtasıyla sürdürebilmiştir.

-Teşekkürler. 

-Ben Teşekkür ediyorum.

Röportaj: ALİ BÜYÜKÇAPAR

Editör: Mahmut Beyaz