Köşe yazarımız Ali Büyükçapar, yaptığı ropörtajlad kentin edebiyat ve tarihi zenginliklerini ölümsüzleştirmeye devam ediyor. Büyükçapar bu kez ise bir diğer köşe yazarımız Tarihçi İbrahim Kanadıkırık’ın Bab-ı Ukba adlı kitabının hikayesine dikkat çekti.

2015 yılının Nisan ayında çalışmalarına başlayan ve Şeyh Adil Mezarlığı içerisinde bulunan 60 bin mezarın taramasını yapan Tarihçi İbrahim Kanadıkırık, kent tarihinde önemli bir yer tutan şehitlerden, alimlere, yerel yöneticilerden birçok önemli ismin mezarlarına ulaştı. Osmanlıca yazılı 264 mezar olduğunu saptayan Kanadıkırık’ın ulaştığı bu mezarlardan 29’u yazısız, 235’i tanesi de yazılı olurken, çalışmalar sonrasında kent tarihinde şuan da bile hafızalarda yer edinen birçok önemli ismin mezarını bulundu. Osmanlıca yazılı olan mezar taşlarını günümüz Türkçesi’ne çeviren Kanadıkırık, ayrıca mezarına ulaştığı önemli isimlerin biyografilerini de çıkardı. Elde ettiği bütün bilgileri Bab-ı Ukba adlı kitabında bir araya getiren Kanadıkırık, ayrıca yaptığı kroki çalışmasıyla da kitabına önemli bir ek bilgiyi de ekledi. Araştırmalarının hemen ardından kitaplaştırma çalışmalarına başlayan Kanadıkırık, 13 aylık bir süre zarfında mezarlardan çektiği fotoğraflarla birlikte mezar taşlarının adalara göre dağılımlarını, krokilerini, çevirilerini ve istatistiki bilgileri bir kitapta toplamayı başardı. Kent tarihine hem gelecekte hem de şuan da ışık tutacak ciddi bir kaynak ortaya çıkaran Kanadıkırık’ın kitabının basımı ise kent kültürüne ait çok güzel eserlerin basımını gerçekleştiren Kahramanmaraş Büyükşehir Belediyesi tarafından yapıldı.

Bu kısa bilginin ardından Bab-ı Ukba’nın ortaya çıkış hikayesini ele alan Büyükçapar ile Kanadıkırık’ın ropörtajının ilk kısmını okurlarımızla paylaşıyoruz;

Ali Büyükçapar; Bâb-ı Ukbâ’nın mana boyutu nedir?

İbrahim Kanadıkırık; Bâb-ı Ukbâ’nın kelime anlamı “Ahiret Kapısı”dır. Bu isim etraflıca düşünülerek, üzerinde kafa yorularak oluşmadı. Aklımda daha çok mezar taşlarında geçen klişe ifadeler vardı. Bunların en meşhuru “ah mine’l-mevt” şeklindeki “ah ve feryadım, elemim, ölümdendir” şeklindeki meşhur ifade idi. Ancak hem aynı isimde bir çalışmanın mevcut oluşu, hem de daha orijinal ve derin bir manayı ifade eden isim arayışı sebebiyle üzerinde çok durmadım. İsmi, daha ziyade “Şeyh Adil Mezarlığı Tarihi Mezar Taşları” diye düşünüyordum.

Size ilginç gelecektir, ama yaptığınız çalışmanın halet-i rûhîyesi sizi bütünüyle etkisi altına alıyor. Bu eserin tüm aşamalarında bu his beni tesiri altına aldı. Öyle ki bazen gecenin bir vaktinde uyanıyor ve dinlenerek berraklaşmış zihnim, kitabın içeriğinde kullandığım birçok derin anlamlı cümleleri kurmamı sağlıyordu. Bu sebeple yatağımın başucunda mutlaka not defteri ve kalem bulunduruyor, uyandığımda hoşuma giden cümleleri hemen deftere yazarak kayıt altına alıyordum. Kitabın ismi de benzer bir şekilde oluştu. Bir Cuma namazı Fatma Balcı Camiinde hutbe dinlerken “Bâb-ı Ukbâ” ismi zihnimde ve dilimde belirdi ve bu şekilde sabitlendi.

Bâb-ı Ukbâ’nın manâ boyutuna gelecek olursak, şunları diyebiliriz:

İçinde bulunduğumuz üç boyutlu fizik âlem, ruh bedendeyken değer arz ediyor. Ruhun bedenden ayrılmasından sonra tamamen anlamsızlaşıp, değersizleşiyor. Âlem ve boyut değişiyor. Dünya hayatında inandığımız, ancak muhtevasını kavramaktan aciz olduğumuz bambaşka ve ebedi âlem başlıyor. Kişi artık o bedenle birlikteyken yapıp ettiklerinin karşılığıyla hemhâl oluyor. İşte bu minvâl üzere kabristanlar, ölen kişi için ebedi olan ahiret âleminin giriş kapısını teşkil ediyor. Kişi dünya hayatında bilgisine sahip olduğu, iman ettiği veya etmediği ahiret alemine artık ayne’l-yakîn derecesinde şahiddir ve geri dönüşü olmayan bir yolculukla ukbâ kapısından giriş yapmıştır.

Yaşayanlar için ise İlm’el-yakîn ve hakka’l-yakîn anlamda ahiret yolculuğunun başladığı mekândır. Ayet ve hadislerin bildirdiği üzere tanıdığımız, ancak nasılını kavramaktan aciz olduğumuz ahiret yolculuğunun fiziksel anlamda müşahade edildiği kabristanlar, bu haliyle de dirilere Ukbâ kapısıdır. Daha fazlasını hissetmek ise, ancak kabristanlarda yapılacak tefekkür yürüyüşleri ile mümkündür.

Bu konuda son olarak şunu ifade edebilirim. Bu eser hem akademik kaygılarla, hem de manevi bir tefekkür boyutuyla hazırlandı. Bu sebeple Bâb-ı Ukbâ ismi, tefekkür boyutunu ifade ederken; alt başlık olan “Kahramanmaraş Şeyh Adil Mezarlığı Tarihî Mezar Taşları” da akademik boyutunu ifade etmektedir.

Ali Büyükçapar; Mezar Taşı nedir ve hangi manâları içerir?

İbrahim Kanadıkırık; Yukarıda da dediğim gibi mezarlıklar, yaşayanlar için manâlar barındırmakta ve bu sebeple tüm manâlar dirilere göre şekillenmektedir. Mezar taşı nedir, sorusu kime göre sorusunu da beraberinde getirir. Boş gözlerle bakanlar için bir ölünün yerini ve kimliğini tespit eden bir işaretten başka bir şey değildir. O yüzden çoğu kişi yanlarından geçer gider de; ne hissettin sorusuna, belki size alaycı gözlerle bakarak soruyu geçer, gider.

Ancak medeniyetimiz mezar taşına öyle anlamlar yükler ki, manevi dünyamızın yapı taşlarından birisi haline getirir. Tefekkürün, nefsi ıslah etmenin, hesap verme düşüncesinin, dünya lezzetlerinin faniliği düşüncesinin ve kaçışın mümkün olmadığı ölüm gerçeğinin en mücessem timsali mezar taşlarıdır.

Peygamber efendimizin; “lezzetleri acılaştıran ölümü sık sık hatırlayınız” ve “hesaba çekilmeden kendinizi hesaba çekiniz” hadislerinin en veciz ifadesi her halde mezar taşlarıdır. Bu haliyle de almasını bilene en etkili nasihattır mezar taşları. Bu taşlar kişiler üzerinde öyle tesir bırakır ki, insan fıtratı bu birbirinden farklı manâları çeşit çeşit tarzlarla ifade eder. Tefekkür boyutunu şiirsel ifadeyle sunanlardan herhalde en meşhuru Necip Fazıl merhumun “Karaca Ahmed” şiiridir.

Mezarlıklar ve mezar taşları aynı zamanda yaşadığımız coğrafyanın millî tapusudur. Konuşulan dilden, yaşayan kültürümüze, çeşit çeşit mimari eserlere varıncaya kadar ecdâd nasıl vatan topraklarına mührünü vurduysa, mezar taşlarıyla da şahsi varlığını tescillemiştir. Bu sebeple vatan topraklarının mirasçısı olduğumuzun en mühim belgesi ecdadın mezar taşlarıdır. Anadolu’nun neresine giderseniz gidin, mezar taşlarında Müslüman Türk Medeniyetin varlığını, dilini, şeklini görürsünüz.  

Manevi anlamlar dışında taşlar birçok yönden değerlendirilebilmektedir. Taşlara verilen şekiller, üzerlerine işlenen motifler, yazı çeşitliliği ve içerikleri bakımından sanat tarihinden, edebiyata, sosyolojiden tarihe, nüfus istatistiklerinden dil özelliğine, hat çeşitliliğinden yaşanmışlıklara varıncaya kadar maddi boyutuyla da millî kimliğimize ait verileri içermesi açısından birçok alanda akademik verilerin kaynağıdır.   

Ali Büyükçapar; Mezar Taşları üzerinde çalışmanın ne gibi zorlukları vardır?

İbrahim Kanadıkırık; Bu zorlukları iki ana başlık altında inceleyebiliriz? Birincisi fiziksel zorluklar, ikincisi psikolojik diyebileceğimiz zorluklar olabilir. Tabi burada öncelikle şunu ifade edelim ki, bu zorluklar çalışma yapan kişinin istekliliği ölçüsünde değişir. Yani siz hangi çalışmayı yaparsanız yapın, şevk ve heyecan zorlukların seviyesini asgariye indirir, belki lezzet aldığınız bir eyleme dönüştürür. Bu çalışmayı yaparken hissettiğim şevk ve heyecan çalışmamı kolaylaştırdı diyebilirim. Şimdi genel manâda zorluklardan bahsedeyim.

İlki fiziksel zorluklar demiştim. Açık arazide çalışıyorsunuz. Masa başında ve kâğıt üzerinde değilsiniz. Kesinlikle yalnız çalışmamanız lazım. Ancak ben yalnız çalıştım. Ekip ve ekipmanlara ihtiyacınız var. Aksi takdirde tüm ekipmanları siz taşıyıp kullandığınız gibi, tüm ekibin görevi tek başınıza sırtınıza biniyor.

Boynunuzda fotoğraf makinası, ellerinizde krokiler, kalem, kazma, fırça, su bidonu ile araziyi tarıyorsunuz. Zemin rahat yürümeye müsait değil. Taşlar ve mezarlar arasından yürümek ve her araya girmek zorundasınız. Düşme ve çarpma sonucu oluşan basit yaralanmalar, dikenler, ağaç dalları ve yoğun çalışmanın getirdiği yorgunluklar fiziksel engellerden sadece bazıları.

Önce bulduğunuz taşın yerini krokide göz kararı tespit ederek işaretleyip, numara veriyorsunuz. Ardından taşın fotoğraflanabilmesi için hem çevresini temizlemek zorundasınız, hem de en azından yazılı kısımlarının toprağa gömülü alanlarını meydana çıkarmak zorundasınız. Vuruyorsunuz kazmayı toprağa, define arayıcılarına dönüyorsunuz. Bu da yeterli değil. Bu sefer de taşı bir taraftan yıkıyor, bir taraftan ince ve yumuşak uçlu fırçayla yazıları temizlemeye girişiyorsunuz. Zaman, bazı taş yüzeylerinde toz-toprağı kayaçlaştırmış. Bazı taşlar yosun bağlamış durumda. Taşları okunabilir hale getirmek için tüm yüzeydeki bu fazlalık etkenleri ortadan kaldırmanız lazım. Bazı taşlar çürümeye ve yazıları dökülmeye başlamış. O kısımlarda çok hassas olacaksınız. Yoksa kaş yapayım derken, göz çıkarırsınız. Yani bir arkeolog hassaslığı göstermek zorundasınız. Tüm bu işlemlerden sonra ancak fotoğraflama yapabiliyorsunuz. Ondan sonrası ise bilgisayar ortamına aktardığınız fotoğraftaki yazıyı okuma ve transkribe etme sürecidir.  

Psikolojik diyebileceğimiz zorlukların başında her halde, çevrenizden gelen tepkiler gelmektedir. Çünkü alışılmış bir alanda çalışmıyorsunuz. Ayrıca akademik bir sürecin zorunluluğuna da tabi değilsiniz. Tamamen kişisel tercih sonucu çalışıyorsunuz. Bu yüzden tepkiler tahmin edebileceğiniz gibi hiç te olumlu olmamaktadır. Buna göğüs germek zorundasınız. Ayrıca Şeyh Adil gerçekten geniş bir mezarlık. Bu kadar geniş ve sık bir mezarlığı tamamen tarama zaman ve azim isteyen bir süreç. Yani yarım bırakma riski her zaman var. Bir de yapacağınız çalışmanın herhangi bir karşılık bulmadan bir yığın ham bilgi olarak kalma riski var. Bunlar insan zihninde her zaman gelgitlere sebep olur. Yani kurumsal bir proje yürütüyor da değilsiniz. Kendi projeniz şu aşamada sadece sizi ilgilendiriyor. Kitaplaşmadığı sürece de sizden başka kimse için bir değer ifade etmiyor.

Çalışmanın diğer psikolojik ayağı ise, kabristanın insan halet-i ruhîyesi üzerinde oluşturduğu netâmeli durumdur. Sonuçta yapayalnızsınız. Bazen çalışmaya öyle dalıyorsunuz ki, akşam vaktine çok az bir zaman kaldığını, mezarlığın artık ağaç gölgelerinin de tesiriyle loş bir ortama büründüğünü hissediyorsunuz. Bunlar o anki hisleriniz üzerinde etkili oluyor. Bazen iyice daldığınız çalışma sırasında otlar arasından birden bire fırlayan bir kedi anlık irkilmenize yol açabiliyor. 

Ama bütün bunlarla birlikte ecdâda olan minnet duygunuz, kendinizi bu çalışmayı yapma vazifesinde zorunlu görmenizi sağlayarak; sizi her yönden güçlü, iradeli ve azimli kılıyor. 

Haber: Alihan Kürşat

Editör: Mahmut Beyaz