Mehmet Bağlar, Kahramanmaraş’ın tarihini, kültürünü, değerlerini, insanlarını ve bugüne kadar gelmiş geçmiş sanatçılarını anlatan arşivini sadece Manşet Gazetesi ile paylaştı.

Bağlar, 7’den 70’e Maraş ile ilgili bilgiler olan bu özel arşivini gazetemiz okuyucuları ile buluşturarak, kültür ve sanat anlamında vatandaşların gönül dünyalarını aydınlatıyor. Kahramanmaraş’ın tarihi dokusunu ve kültürünü ele aldığımız bu özel arşivde, şehrin geçmişten bu güne gelen ozanlarını, bestekârlarını ve sanatçılarını ele alıp bu özel kişilikleri tek tek sayfa sütunlarımıza taşımaya devam ediyoruz. Her hafta Pazartesi günü gazetemizde siz değerli okuyucularımız için yazılar yazan ve arşivinde ki tarih kokan notları bizimle paylaşan Bağlar, bu hafta Volkan Müzik Galerisi’nde kendisini ziyarete gelen Ziver Altuğ’u konu aldı. 1970-80’li yıllarda çaldığı bağlama ile Türk Müzik literatürüne damgası vuran ve başta Almanya olmak üzere yurt dışında binlerce öğrenci yetiştiren bağlama virtüözü Ziver Altuğ’u kaleme alan Üstat Mehmet Bağlar, “Ağabeyim” dediği Altuğ ile özel ve önemli bir röportaj gerçekleştirdi.

Volkan Müzik Galerisi Yöneticisi, araştırmacı ve bağlama üstadı Mehmet Bağlar ’ın kaleminden Üstat Ziver Altuğ;

YUSUF ZİYA BEYZADE HOCADAN SAZ DERSİ
1 Haziran 1943 Elbistan doğumluyum. 1970 yılında askerlik görevimi tamamladıktan sonra Almanya’ya döndüm. Müzik tutkusu bende 9-10 yaşlarındayken Pazarcık’ta ikamet ettiğimde başladı. Aslında ben lokantadayken, Enstrümanla içeri bir adam girdi ismini sonradan öğrendim Fahri Kayahan dediler. O adamın sayesinde başladı benim müzik tutkum. Daha sonra bu adam lokantaya tekrar geldi ve bende babamın yanına koştum bu adam ilgimi çekti falan diye derken, babam da lokanta sahibine tembih ediyor, bu adam tekrar geldiğinde bana bildiriniz diye. Ertesi gün adam tekrar geliyor elinde Enstrümanla, o sıra da babam hemen çilingir sofrasını kurduruyor ve adam Enstrümanını çalmaya başlıyor, o sıra da benim müzik tutkum başlıyor. Bu dediğim olay da 1950-1951 yılları arasında. Daha sonra babam bana küçük bir saz aldı ve bende müzik tutkuma o sayede başlamış oldum. Daha sonra babamın arkadaşı vardı Enstrüman çalan onun sayesinde derken babamın sayesinde derken geliştirdik sanatımızı. Daha sonra babam bu işi daha iyi öğrenmem için, Kıbrıs’tan Yusuf Ziya Beyzade hocayı getirtti ve bu hocamız bana ders vermeye başladı. Daha sonra 1952 yılından 1960 yılına kadar kendimizi geliştirdik.

ALMANYA’DA MÜZİK DERSHANELERİ
Almanya geçmişine gelecek olursak şöyle başlayayım. Babam vefat ettikten sonra benim biraz psikolojim bozuldu, daha sonra annem buna daha fazla dayanamayınca, benim Almanya’ya gitmemi istedi, bende gittim. Tabi Almanya’ya gittiğimde benim müzisyen olduğumu öğrenmişler. Ben o sıra da gazinolarda saz çaldım derken saz öğrettim derken, daha sonra dershane açtık Hamburg civarında, dershaneler de ders vermeye müzik dersi vermeye başladım. Müzik dersini verdiğim öğrencilerden, şuan saz dersi veren öğrencilerimde var Almanya’da. Bundan dolayı mutlu oldum. Yani çok öğrencim var Almanya’da. Ayrıca ben uzun yıllar yurtdışında bu müzik işiyle uğraştığım için, Türk Sanata Müziğini çok severim ve çok ta Türk sanat müziği çalarım. Aşağı yukarı beş yüz tane Türk sanat müziği bilirim. Tabi sanat müziğini sevmemizin en büyük nedeni de sözleri kısa olduğu için. Kendimi tatmin etmek için Türk sanat müziğine de yöneldim, bu da hoşuma gitmişti.

KONYA MIZRABI HİKÂYESİ
Babam beni Konya Mızrabı öğrenmem için Konya’ya gönderdi. Orada size bir anımı anlatmak istiyorum. Tiftik Mehmet adında mızrabı çok iyi çalan birinden ders almaya gittim. Ders alırken de Tiftik Mehmet sürekli benden şarap almamı isterdi ve bende alırdım. Daha sonra sürekli benden şarap istediği için ben de bir şeyler öğrenmek adına mecburen alırdım. Sürekli şarap aldığım için param az kaldı. Param az kalınca da bu her zaman kuru fasulye pilav yediğim lokantada mercimek çorbasına içmeye başladım. Sonra lokanta sahibi bu durumun farkına vardı. Bana, “Sen neden fasulye içiyorsun, fasulye ye” dedi. Bende bunun üzerine durumumu anlattım. O adam çok iyi bir insanmış gerçekten Allah razı olsun bana, “Sen buradan istediğin kadar yemek ye ben senden para almıyorum” dedi. Bu durumu da babama mektupla bildirdim. Tabii babamdan daha cevap gelmeden ben Kahramanmaraş’a geri döndüm. O zorlukları çektim. Ama Konya’daki Çopur Mehmet çok güzel mızrap atardı.

ARİF SAĞ VE ERKİN KORAY
1975 yılında Arif Sağ Almanya’ya gelmişti. Benim çalıştığım gazinoda bir yıl beraber çalışma olağanımız oldu. Sonra Arif Sağ gitti, Erkin Koray geldi. Erkin Koray, “Bütün sazcıları dinleyeyim, arasında en iyi kimse onu seçeyim” demiş. Bende Erkin Koray’ın saçları uzun olduğu için biraz önyargılı davrandım. Sonra Erkin kardeşimiz beni dinliyor ve benimle çalışmak istediğini söylüyor. Ben de o zamanlar 4-5 kişinin arkasında çalıyorum ve çok yoruluyorum. Müessesemizin sahibi Avni Bey, “Ziver, zaten 4-5 kişinin arkasında çalıyor ve çok yoruluyor” demiş. Akabinde Erkin Bey halen ısrar edince bana gelip sordular. Erkin Bey bana, “Siz bana eşlik ederseniz. Ben bu müessese de çalışacağım. Ama siz etmezseniz ben başka kimseyle çalışmam” dedi. Daha sonra konuşmalarımız arasında Erkin Bey derin bir müzik bilgisinin olduğunu anladım. Ben Erkin Beye, sizin bu müzik bilginiz nereden geliyor dedim. Erkin Beyde bana, “Ziverciğim, benim annem Galatarasay Lisesi’nin müzik öğretmeni” dedi. Böylece Erkin Koray’la da çalışmış oldum. Almanya’da beni tanıyanlar bilir, bir sanatçıyı sazımla çok okuttum. Çok zor şartlarda okuttum. Ama sahneden kısa süre sonra ayrıldım. Çünkü hoşuma gitmeyen bazı hareketler oluyordu. 1976’da saz sahnesini bıraktım.

NİDA TÜFEKÇİ VE ORHAN GENCEBAY
Nida Tüfekçi Bey, 1956 yılında türkü derlemek için gelirdi ve bizde kalırdı. Babam da tabii o dönemler Maraş Valisinin özel kalem müdür olduğu için kalacak yer sıkıntısı yoktu. Bizde gecelere kadar Mustafa Geceyatmaz ve Nida Tüfekçi ile sohbetler ettik. 1960’a kadar öyle geçti. Benim yetişmem de merhum Nida Tüfekçi’nin ve Mustafa Geceyatmaz’ın çok büyük emekleri var. Çetin Akdeniz’in eline de ilk sazı veren bendim. Daha sonraları bir yemek tertip ettik. Yemeğimize Orhan Gencebay’da geldi. O dönemde de yanımda Cemile Sönmez vardı. Orhan Beyin geldiği sırada ben Cemile’ye bir saz çaldım ve oda türkü söyledi. Cemile’nin türküsünü dinleyen Orhan Gencebay, Cemile’nin sesini beğendi. Orhan Gencebay, Cemile’ye “Kızım bir de ben çalsam okur musun?” dedi. Bunun üzerine bir de Orhan Gencebay çaldı. Cemile okudu. Bu kez Orhan Gencebay’ın daha çok hoşuna gitti. Orhan ile de öyle bir anımız oldu. Sonra yine bir Almanya’ya giderken, Arif Sağ ve Orhan Bey ile yine buluştuk ve bana çok güzel bir saz çaldılar.

ARİF İLE ARAMIZ ÇOK İYİYDİ”
Arif Sağ ile derin bir anımı anlatmak istiyorum. Arif Sağ Almanya’ya geldiği zaman bizde kalırdı. Ben Almanya’nın kuzeyinde oturuyorum. Arif Sağ ise konsere Hamburg’a geliyor. Konser bitti ve ben Arif’i alıp bize götüreceğim. Neyse orada Halis adında bir dernek başkanı vardı ve Arif’i çekti bir şeyler konuştular. Ben o konuşmaların içerisinde Arif’in ağzından, “Hadi hadi daha sen yokken Ziver vardı” lafını duydum. Arif’i ben sonra arabaya bindirdim götürüyorum. Yolda giderken Arif’e ne konuştunuz diye sordum. Adamın Arif’e sen bizim pirimizsin Alevisin, bu adam Sünni bir şey olur dediğini öğrendim. Arif’te bunun üzerine “Hadi hadi daha sen yokken Ziver vardı” lafını kullanmış.

ARİF SAĞ İLE KONSER ANISI
Bir gün ertesi gün Arif Sağ’ın konseri var, o gün akşamda bana birisi telefon açtı ve “Arif Sağ’ın vizesi bitmiş” dedi. Bütün konseri ben organize ettiğim için tedirgin olmaya başladım. Bütün biletler satıldı. Dernekte bana güvendi. O akşam bana Orhan Gencebay telefon açtı ve “Ziver bizde buradayız. Emniyet Müdürü seferber oldu. Hiç korkma gece vize alınacak ve Arif sabah uçağa binecek” dedi. Ben tabii sabaha kadar uykusuz kaldım. Sabah havaalanına gittik. Hanımımla ben bir taraftan Arif’i arıyoruz derken bir öğrencim geldi. Bana, “Hocam yengeyi gördüm. Uzun bir adamla sarılmış, öpüşüyor” deyince rahatladım ve dedim ki bu kesin Arif Sağ’dır. Öyle bir korku atlattım.

Haber: Emre Akkış

Editör: Mahmut Beyaz