Evdesiniz. Gece olmuş. Bütün işleri bitirmişsiniz. Kendinize bir çay demlemişsiniz. Kafanız dingin. Ayakları uzatıp çayınızı yudumlayarak, ya bir kitap okuyacak ya da bir film izleyeceksiniz. Aslında her şey yerli yerinde… Huzur gelip yanı başınıza kuruluyor. Bir bakıyorsunuz, huzurun yanına kaygı yerleşivermiş. Kaygının adı ne? Kaygının adı “gelecek”. Kaygı gelince huzur yanınızdan kalkıp uzaklaşıyor. İştesiniz. Bitirmeniz gereken bir konu üzerine çalışıp duruyorsunuz günlerdir. Verilen onca emeğe de değecek doğrusu. Bitirdiğiniz işe şöyle uzaktan bakmak için arkanıza yaslanıyorsunuz. Kafanız dingin. Artık çalışmanızı diğer insanlarla paylaşmaya hazırsınız… Huzur gelip yanı başınıza kuruluyor. Bir bakıyorsunuz, huzurun yanına kaygı yerleşivermiş. Kaygının adı ne? Kaygının adı “diğer insanların sizin hakkınızda düşünecekleri”. Kaygı gelince huzur yanınızdan kalkıp uzaklaşıyor. Yukarıda kısacık verdiğim iki örneğe onlarca örnek daha ekleyebilirim. Hepimiz huzur arıyoruz; ama kısacık anlarda bulabildiğimiz ufacık huzurlarımızı bile kaygılarımıza kurban ediyoruz. Gerçekten bu kadar zor mu bu hayatta huzura kavuşabilmek? Herkesin huzur anlayışı farklı olacağı için burada bir ilaç reçetesi gibi huzura ulaşmak için şunları yapmak lazım gibi bir yazı yazmam anlamsız. Ama insanların ortak paydalarından yola çıkarak huzura doğru bir yolculuk yapabiliriz. Huzura doğru yola çıkacaksak önce bu yolda yürümemizi engelleyen duygu durumlarına bakmak lazım. Buyolu tıkayan en etkili duygulardan biri kaygı… Sonumuzun belli olduğu dünyada sürekli kaygı içinde yaşarken hem bugünümüzün değerini anlayamıyor, hem de sürekli kaygılı olmaktan dolayı geleceğimizi inşa etmek için plan yapamıyoruz. İnsan bir an bile kaygılarından sıyrılıp huzura yer açmıyorsa; nasıl geleceği için umut taşıyıp plan yapıp hayaller kurabilir ki? Huzura asla yanında yer açmayan başka duygular ise; yıkıcı hırs ve hiçbir zaman memnun olmayan arzular… Çevremizde herkes gürültüler ve kalabalıklar içinde sürekli daha fazlası için bağırıp koştururken bizim de aynı sele kapıldığımız anlarda huzurdan bahsetmek ne kadar mümkün? Oysa sükûnette ve dinginliktedir huzur. Bütün dünya hırs içinde çıldırmış gibi olsa da, huzurun bir parça sakinlikte olduğunu unutmamak lazım. Bazen çoğalmanın değil eksilmenin de huzur vereceğini anlamak lazım. İşte o zaman bazı şeylerden vazgeçmeyi göze alırız. Huzur daha fazla yiyecek alabilme gücü değildir, iştah sahibi olmaktır. Daha fazla ilaç satın alabilme gücü değildir, sağlığını koruyabilmektir. Daha fazla tanıdık sahibi olmak değildir huzura ulaştıran, daha fazla dost sahibi olmaktır. Daha fazlasına duyulan bitmez bir hırs ile her şeyin kabuğuna ulaşabilir insan; ama huzuru veren kabuk değil çekirdektir. Kalbimiz ve beynimiz de zaman zaman temizlenme ihtiyacı duyan filtrelere benziyorlar. Gündelik hayatımız devam ederken fark etmeden o kadar çok kaygıyı içimize biriktiriyoruz ki… Bunlar bazen kendi yarattıklarımız olabilirken zaman zaman çevremizdeki insanların bizlere yüklediği kaygılar da olabiliyor. Ara ara bizim iç huzurumuzu bozan kaygıları önümüze döküp gerçekten kaygılanmaya değip değmediklerini değerlendirmemiz; kalbimizi ve beynimizi birikenlerden temizlememiz gerekiyor. Onlara uzaktan baktığımızda birçoğunun aslında bizim büyüttüğümüz kadar büyük kaygılar olmadığını fark ediyoruz. Zamanımız uzun; ama bir o kadar kısa. Sadece karar vermemiz gereken bu kadar kaygıyı taşımak için gerçekten yeterli ömrümüzün olup olmadığı… Mahatma Gandhi’nin iç huzuruyla ilgili söylediği; “Herkes barışı kendi içinde bulmak zorundadır, gerçek barış dış çevrelerden etkilenmeyen barıştır.” sözü aslında kişinin kendi huzurunu kendisinin yaratması gerektiğini bir cümlede muhteşem özetliyor. Huzur içimizde… Onu keşfetmek ve hayatımıza yerleştirmek bize düşüyor. İşte o zaman fırtınalar da gelse, seller depremler de vursa hayatımızı; belki biraz sarsılıyoruz ama yıkılmıyoruz. Ve her günün sonunda hatırlamak ve hiçbir zaman unutmamak gerekiyor: “Aslında her nefes bir mucize…”