Hayret ki ne hayretsin arkadaş. Tuhaf adamsın vesselam. Evvelden böyle değildin, doğuştan mı, sonradan mı oldun, bir bilebilsem.

Bilen bilir, aldığım ulusal gazetelerin bilmece-bulmacalarını biriktiririm, (bak, şu koronalı, eve hapsolma günlerinde nasıl da işe yaradı) valla senelerdir bulmaca çözerim, üstüme yok diyebilirim, en zor bilmece-bulmacaları bile birkaç dakika içinde çözerim, ama seni çözemedim bir türlü. Sen, gazetelerin verdiği bulmacalardan da çözümsüz kalıyorsun gibime geliyor!

Hani şairin dediği gibi,

Kaşın şifre, dudakların şifre,

Gözün şifre, sözcüklerin şifre,

Seni çözmek için,

Şifre memuru mu olmalı?

Nesin, kimsin birader. Nereden geldin, nereye gideceksin. Amacın ne, hedefin ne! Söylemiyorsun da… Labirent gibisin. Girintili-çıkıntılı. Dur diyorum durmuyorsun, otur diyorum oturmuyorsun, gel diyorum gelmiyorsun. Git diyorum, ‘yok ya, anan güzel mi o kadar!’ diyerek nanik yapıyorsun!

Seni çözemedim be koçum!

*

Ticaret Lisesi dönemimden bu yana çok kitap okudum, her gün en az 3 ulusal gazete alırım, okurum sürekli, okuduğumu da anladığımı zannederim.

İnsanları dinlerim. İnsanların düşüncelerine, fikirlerine, talep ve önerilerine kulak veririm, yapabileceğim bir şey varsa şayet, elimden de geliyorsa yardım ederim, anlarım yani insanları. Hal ve gidişlerini, tavırlarını, aklından geçenleri, beklentilerini…

Ama seni bir türlü anlayamadım birader!

*

Bu yaşıma kadar çok insan tanıdım. Zengininden fakirine, garibanından kalantoruna kadar. Aç gezenlerle de arkadaş oldum, tok yatanlarla da. Herkesle yürüdüm, koştum. İç savaş öncesi bir tek Suriye’ye gittim bir haftalığına. 26.5 seneye sığan memuriyetim ve mesleğim sebebiyle Türkiye’de görmediğim il sayısı parmakla gösterilecek kadar az. Dolaştım adım adım.

Zencisini de tanıtım, beyazını da. Yabancısını da tanıdım, yerlisini de… Bu ülkenin, bu memleketin körünü de tanıdım, kelini de, akıllısını da, zır delisini de…

Ama seni tanıyamadım be azizim!

Hayret bir şeysin ya!