Bir önceki makalede, yeni ekonomik düzende Çin’den kayacak üretimin Türk üreticisine faydaları olup olmayacağını analiz etmiştim. Bugünse, toplam ülkemiz ihracatının %18’ini gerçekleştirerek otomotivden sonra en büyük ihracatçı sektörümüz olan tekstil üzerine özel olarak eğilelim.

***

1950’li yıllardan önce tekstil alanında hem üretimde hem de marka geliştirmede Avrupa ve Amerika’nın bariz üstünlüğü söz konusuydu. Yıllar ilerledikçe bu gibi ülkelerde yalnızca marka yönetimi kaldı ve üretim Asya ülkelerine doğru kaydı. Özellikle 1950’li yıllardan sonra Japonya ve Kore’nin başlattığı sanayi atağı, zamanla Çin, Hindistan, Vietnam, Kamboçya, Bangladeş, Tayvan, Endonezya gibi ülkelere de yayıldı. Günümüzde bir çok Batılı marka, üretimlerini lojistik sürenin uzunluğuna bakmaksızın bu ülkelere kaydırmış haldeler.

***

Tekstil üretiminin Asya’da yoğunlaşmasının tek sebebi, bu coğrafyadaki sanayi atağı değil; aynı zamanda genç ve kalabalık nüfusa sahip belirttiğimiz ülkelerde uygulanan, Batılı ülkelere kıyasla çok düşük maaş seviyeleridir. Bugün halen Bangladeş, Kamboçya gibi ülkelerde, milyonlarca kişi 80-90 usd gibi aşırı düşük rakamlarda maaş alıyorlar. Düşük işçilik maliyetleri, Batılı ülkelere ait markaların satış stratejisini de etkilemiş ve artık müşteriye sunulan koleksiyonların sayısı da artış gösterir hale gelmiştir. Ayrıca, bu durum bir çok yeni markanın da doğumuna zemin hazırlamıştır. Zara, Mango, H&M gibi markalar bunun en bilinen örneklerindendir.

***

Peki Türkiye tekstil üreticileri ellerinde bulundurdukları becerilerle Çin’den veya diğer Asya ülkelerinden kayacak üretimi fırsata çevirebilecek midir? Bu sorunun yanıtı hem evet hem de hayır. Önce neden olumsuz baktığımı anlatayım.

***

Türkiye yaşam standartları ile Asyalı ülkelere göre daha müreffehtir. Biz ülkemizde o ülkelerdeki gibi düşük asgari ücret uygulayamayız. Evet belki daha kalifiye işçilik çıkarırız ve onların 1 saatte ürettiğini yarım saatte üretiriz ama yine de onların maaş seviyeleri ile başa çıkamayız. Dolayısıyla Türk tekstil üreticileri özellikle konfeksiyon, ayakkabı, deri gibi alanlarda bu ülkelerin sunduğu avantajı Batılı marka sahiplerine sunamaz. Yarışma kulvarımız kesinlikle katma değeri düşük, sürümden kazanılacak üretimle ilgili olmamalıdır.

***

Peki ne yapabiliriz? Türkiye’nin toplam imalattaki istihdamının %26’sını gerçekleştiren bir sektörden bahsediyoruz. Çok uzun yıllardan beri tekstil sektöründe faaliyet gösteren küçük-büyük işletmelere sahibiz. Türkiye tekstil üreticilerinin bu dönemde yeni bir marka meydana getirmesi ya da mevcutta bilinilirliği olan bir markayı satın alıp yönetimini yapması gerekiyor. Kalifiye personel sıkıntımız yok, reklam- tanıtım alanında da iyi firmalara sahibiz. Dolayısıyla geriye işe farklı bir gözle bakmak kalıyor.

***

Üzerine düşünülecek bir diğer konu ise teknik tekstil. Özellikle bu dönemde önemi daha da belirginleşen mikrop tutmayan kumaşlar, ter tutmayan, yanmayan, ıslanmayan kumaşlar ve daha birçok farklı özelliklere sahip tekstil ürünleri geliştirmek hem pazar avantajı hem de karlılık avantajı sağlıyor. Ülkemiz tekstil üreticilerinin uzun süredir sahip olduğu birikim ve becerisini teknik tekstil alanında üretimlerle taçlandırması gerekiyor.

***

Eğer sektör, marka ve ar-ge yönü gelişmiş ürünlere odaklanmaz, “böyle gelmiş, böyle gider” anlayışını devam ettirirse büyük bir fırsatı da kaçırmış olur. Her musibette bir hayır vardır. Belki de hem global hem de yerel ekonomide yaşanan kötü günlerin getireceği hayır, bazı klasik işlere farklı bakabilmemiz olacaktır. Herkese hayırlı kazançlar dilerim.