Karabağ’da hak yerini buldu. Gasp edilmiş vatan toprakları öz çocuklarının eliyle tekrar fethedildi.

Çocukluğumdan beri İslam ülkelerindeki işgal, soykırım, kargaşa ve gözyaşlarının şahidi oldum. Aklım Özal’dan beri olanları anlar, tanır. Yani merhum Özal’dan berisine aklım yeter. Televizyonlardan gördüğüm manzaralar hep içimi acıtmıştır.

Gözümü açtım Afganistan’da Sovyet Rusya işgalinin getirdiği manzarayı ve Afgan Mücahitlerin destansı direnişini gördüm.

Başımı çevirdim İsrail askerlerinin Filistinli gencin kolunu taşla kırışlarını izledim.

Her akşam haberlerde İran-Irak Savaşının görüntülerini dizi izler gibi izlemeye alışmıştık.

Ülkemdeki PKK terörünün doğu-güneydoğudaki bebek katliamları ve şehit haberleri insanı dehşete düşürüyordu.

Afrika ise açlıktan ölümlerin ve iç kargaşaların laboratuvarı gibiydi.

Keşmir hep kanayan bir yaraydı.

İsa Yusuf Alptekin sayesinde Kızıl Çin zulmü altındaki Doğu Türkistan’dan haberdar olmuştuk.

1990’lara kadar hep SSCB’nin Türkiye’yi işgal edeceği söylentileri ile hayıflandık, Yunanistan’la ise hep “it dalaşı” yaşıyorduk.

Belene Kampı ve Naim Süleymanoğlu ile Bulgaristan’daki soydaşlarımızın yaşadığı zulme tanık olduk.

SSCB egemenliği altındaki soydaşlarımız ise bizim için meçhuldü.

Elindeki mavzer silahıyla at üstünde gövde gösterisi yapan Saddam Hüseyin’e karşı Kuveyt işgali bahanesiyle tarihin en büyük askeri koalisyonuyla karşılaştık. Geceler boyu İncirlik’ten kalkıp, üzerimizden Bağdat’ı yerle bir etmeye giden ağır bombardıman uçaklarının gürültüsüyle uykularımız kaçtı. Sonrası Irak için hiç bitmeyen bir kaos ve dram oldu. Aynen Afganistan gibi.

Aslında 1990’lı yıllar Kafkaslardan Balkanlara, Ortadoğu’dan Kuzey Afrika’ya her tarafta yeni bir işgal ve katliam dalgasının başlangıcı oldu. Ne de olsa artık ABD’nin “The New World Order”, yani “Yeni Dünya Düzeni”nin başlangıcıydı. Fas’tan Endonezya’ya kadar 22 ülkenin sınırlarının değiştirilmesi planlanıyordu. Hepsi de İslâm ülkeleriydi.

Bosna ve Çeçenistan Savaşlarının, Srebrenitza ve Karabağ’da Hocalı Katliamının acılarına tanık olduk. Aliya ve Dudayev kahramanlarımız olmuştu.

Arakan ise zaten modern bir Endülüs faciasıydı.

Başta Cezayir olmak üzere İslam ülkelerindeki Batı destekli darbeler ise acıların üzerine tuz-biber oluyordu. Son olarak Suriye, Libya, Yemen…

Ve bu yıkımların doğal sonucu uluslararası göçmenler. Asya’dan ve Afrika’dan gelerek, ülkelerinde geleceğini ve ümidini kaybetmiş sayısız göçmenin kendilerine bu acıları yaşatan Batı ülkelerine yönelen kitlesel göçleri. Sanki bir bumerang etkisi… Netice, göçmenler mezarlığına dönmüş Akdeniz ve Avrupa kentlerinin varoşlarında hayata tutunmaya çalışan vatansız milyonlarca sığınmacı…

Bu acıların ortak noktası şu idi. Tüm işgal ve katliamlar İslâm ülkelerinde yaşanıyordu. Bunları yaşatanlar ise Batılı Hristiyanlar ve Siyonistler ile Asyalı Budist ve Hinduistlerdi.

Şimdi ise çocukluğumdan beri ilk kez bu kadar ümit varım. Ülkem ayağa kalkıyor, kalktıkça güçleniyor, güçlendikçe etrafındaki yetimlerine el uzatıyor. Yaşlı gözlerini, hüzünlü kalplerini, ümitli bakışlarını ülkeme çeviren mazlumlar yepyeni bir heyecan içinde Türk Bayrağının ve kahraman Türk Askerinin ülkelerine gelişini sabırsızlıkla bekler duruma gelmişler.

Son yıllarda savunma sanayiinde tahminlerin ötesinde bir sıçrama yapan Türkiye’nin yerli-milli silah ve elektro-manyetik sistemleriyle diş geçirilemez bir hale gelmiş olması tüm denklemleri bozdu.

100 yıllık bir içine kapanış ve kendine gelme dönemi yerini yepyeni bir sıçrayış ve yükselmeye bıraktı. Şimdi Türkiye denizde, karada ve havada ulaştığı gücünün tesirini mazlum yetimlerini koruma ve kollamaya yöneltmiş durumda. Bunu yapmak zorunda mıyız? Ne işimiz var deme lüksümüz var mı?

Dünya şartları içinde seninle gönül bağı olan coğrafyalarınla güçlü bir işbirliği ve dayanışma halkası oluşturamazsan geleceğin de olmaz. Bu coğrafyaların emperyalist güçler tarafından tarumar edilmesine göz yumarsan kendi yarınlarını da tehlikeye atarsın. Kuzey Afrika’dan Balkanlar’a, Kafkasya’dan Umman Denizine kadar uzanan coğrafyalardaki soydaş ve gönüldaşlar Türkiye’nin ileri karakollarıdır. Bu yüzden Bosna düşmemeli, Libya ayakta kalmalı, güneyimizde terör devletçikleri kurulmamalı, can Azerbaycan dimdik durmalı. Buralar düşerse Erzurum’u, Maraş’ı, Çanakkale’yi, Edirne’yi savunmak durumunda kalırız. Yakın tarihimiz bunun en acı örnekleriyle dolu değil mi?

Şimdi Bosna’da, Kosova’da, Makedonya’da, Lübnan’da, Libya’da, Sevakin’de, Somali’de, Katar’da, Afganistan’da, Irak’ta, Suriye’de, Azerbaycan’da ve daha nice yerde kahraman Türk Askeri ve Türk Bayrağı dost ve kardeş ülkelere güven verirken, emperyalistlerin kanlı dişlerini sızlatıyor. Donanmamız Doğu Akdeniz’de ülkemizin kuşatılma planlarını paramparça ederken, Trablusgarp sahillerinde geçit vermiyor. Bir filomuz Hint Okyanusunda sancak gezdirirken; Mavi Vatan, Türkiye’nin hakiki sınırlarını dost düşman herkese ilan ediyor.

2020 yılı yüz yıl önceki hesaplaşmanın ikinci dalgası oldu. 1920 başında Maraş’ta yediği tokatla Kilikya hayalleri başına yıkılan azgın Ermeniler, 1920 sonlarında doğuda Kazım Karabekir Paşa’nın 2 haftalık askeri harekâtıyla ağır bir mağlubiyete uğratılarak sınırlarımız dışına atıldılar. Gümrü Anlaşmasıyla da Sevr hayallerinden vaz geçmek zorunda bırakıldılar. Şimdi tarih bir kere daha Karabağ’da tekerrür etti. 

SSCB’nin dağılmasıyla silahsız ve ordusuz Azerilere Rus silahlarıyla saldıran Kafkasya Ermenileri kapkara tarihlerine katliam dolu yeni sayfalar ekleyerek kardeş Azerbaycan topraklarını işgal edip, yeni bir hayalin peşine takıldılar. Tek amacı Karabağ’ın Ermeni işgali altında kalmasını sağlamak olan ABD-Rusya-Fransa’nın oluşturduğu Minsk Grubu bu işgalin bugünlere gelmesinin ana sorumlusu olarak tarihe karışmış oldu.

Azerbaycan’ın 44 gün süren taarruzu tarihe büyük süpürme ve imha harekâtlarından biri olarak geçmiştir. Azerbaycan ordusunun TSK tarafından ne kadar ustaca eğitildiği ve askeri kapasitesinin ne boyutlara ulaştığı tüm dünyaya ilan edilmiş oldu. Önce Suriye’de, ardından Libya’da boy gösteren SİHA’larımız Karabağ zaferinin en büyük teknik unsuru oldular. 45-50 tonluk tankların artık SİHA’lar için av olmaktan başka işe yaramadığı ve hal-i hazırdaki hava savunma sistemlerinin etkisiz kalışı savaş silahları ve stratejilerinin artık eskisi gibi olmayacağını ortaya koydu.

Bu zafer 1945’de Boraltan Köprüsü’nde ve 1992’de Hocalı’da katledilen Azeri kardeşlerimizin ruhlarını da huzura kavuşturmuştur inşallah.

“Türkiye-Azerbaycan Tek Millet İki Devlet” söyleminin kuvveden fiile çıktığı artık herkesin malumudur. Bu tarihten sonra coğrafyanın jeopolitiği bambaşka şekillenecektir. Azerbaycan Güney Kafkasya’da büyük bir jeopolitik güç olarak yükselmiştir. Türkiye artık Güney Kafkasya’nın en büyük oyun kurucularından biridir. Rusya da bunun farkındadır ve artık Güney Kafkasya’da dilediği gibi at koşturamayacağının farkındadır.

Türkiye-Azerbaycan jeopolitiğinin Kafkasya’da yeni müttefiklerle genişlemesi Rusya için büyük bir endişe ve tehdittir. Nahcivan üzerinden Azerbaycan’a karayolu bağlantısının kurulmuş olması bu ittifakın zaman içinde ekonomik-siyasi-kültürel-askeri olarak Hazar ötesine yani Türkistan’a uzanması potansiyeli oldukça yüksektir. Bu ise merhum Özal’ın “21. Yüzyıl Adriyatik’ten Çin Seddine Türk Asrı olacaktır” sözlerini hatırlatıyor.

İran ise tamamen saf dışı kalmış olarak, egemenliği altındaki Güney Azerbaycan için endişeye kapılmış olacak ki, Bakü’deki törenlerde okunan şiir üzerinden rahatsızlığını ortaya koymuştur.

Hazar Denizi ile Adalar (Ege) Denizi arasında uzanan bir kara jeopolitiği ve Trablusgarp’a kadar uzanan bir Mavi Vatan dünyanın merkez jeopolitiği olmaya adaydır. Bu jeopolitiğin gelecek için güven verdiği ölçüde çekim kuvveti artacak ve yeni müttefikleri çekmekte zorlanmayacaktır. Bu merkez jeopolitik yepyeni ve adil bir dünyanın kurulmasının tek ümididir. Yeter ki buna inanalım ve şahsi menfaatlerimizi, kişisel beklentilerimizi, iç siyasi görüşlerimizi milli menfaatlerimizin önüne geçirmeyelim. Devletimize güvenelim. Zafer sancaklarının Karabağ’da olduğu gibi göz açıp kapayıncaya kadar dikileceğinden şüphe etmeyelim.

Şairin dediği gibi; “Belki yarın, belki yarından da yakın”

Selam hidayete tabi olanların üzerine olsun.