Türkiye hemen sınırının yanı başında yer alan ve Fırat’ın Doğusu olarak adlandırılan bölgeye askeri bir operasyon düzenlemek adına düğmeye bastı. Daha önce Suriye’de ülke güvenliğini tehdit eden DAEŞ, PYD, PKK, YPG, YPJ gibi terör örgütlerinin kökünü kazmak ve bölge halkını rahat erdirmek için sırasıyla önce Fırat Kalkanı sonrasında ise Zeytin Dalı Harekâtlarına imza atmıştı. Şimdi ise yine bölgede bir tehdit unsuru oluşturan PYD’nin varlığını tamamen bitirmek amacıyla Fırat’ın Doğusuna operasyona hazırlık yapıyor.

İşte tam da bu noktada da “Türkiye neden yeni bir askeri operasyona ihtiyaç duydu?”, “Fırat’ın Doğusuna bir askeri operasyon gerekli miydi? ve “Doğu Fırat operasyonunun Türkiye’ye kazanımları ne olacak?” sorularına yanıt KSÜ Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Öğr. Üyesi Ahmet Tunç’tan geldi.

“ORTADOĞU’DA İNSANLAR VE ÜLKELER SÜREKLİ BİR SAVAŞI HALİNDE”

Türkiye’nin birkaç gün içerisinde gerçekleştireceği Doğu Fırat Operasyonunu A’dan Z’ye anlatan Ahmet Tunç, konuşmasında şu ifadelere yer verdi: “Yakın Asya veya Ortadoğu olarak nitelendirilen coğrafya tarihsel süreçten günümüze kadar sürekli insanlığın gündeminde yer almıştır. Yazının icadı, tarım toplumuna geçiş, semavi dinlerin doğumu ve gelişim göstermesi, insanların günümüzde yaşadıkları birçok temel ayrışmanın da temelleri bu coğrafyada atılmıştır. Paylaşılmayan enerji kaynaklarının (petrol) Ortadoğu’da keşfi ile birlikte özellikle yakın tarihimizde ve günümüzde önemi daha da artış, haliyle Ortadoğu dünyanın kalbi konusundaki tartışmasız yerini korumaya devam etmektedir. Ama aynı zamanda Ortadoğu’da insanlar ve ülkeler sürekli bir savaşı halindedirler. Özellikle Arap baharıyla birlikte başlayan kargaşa ve düzensizlik öngörülemeyen bir sürece de girildiğinin açık bir resmidir.

“TÜRKİYE BÖLGEDE SÖZ SAHİBİ OLMAK İSTİYOR”

Bu kısa girişten sonra Türkiye’nin “Fırat’ın Doğusu” konusunda yapmayı düşündüğü askeri operasyona geçmeden önce öncelikle küresel sistemin anlaşılması gerekmektedir. Öncelikle Avrupa’yı kasıp kavuran Napolyon savaşlarından sonra viyana kongresinde 1815 yılında belirlenen Metternich Sistemi göre dünya sistemi “statükonun silah gücüyle korunması ulusçuluk hareketlerinin acımasızca bastırılması, ulus-devletlerin dağıtılması” olarak tarif edilmiştir. Metternich Küresel Sistemi 1856 yılında “Paris Barış Antlaşması" ile birlikte oluşturulan “Güçler dengesi” sistemiyle değişime uğramış ülkelerin birbirileriyle güçleri oranında dengelenmesiyle oluşan yeni bir dünya sistemi benimsenmiştir. Bu sistem ise 2. Dünya savaşıyla birlikte değişikliğe uğramış ve hala önemli etkilerini yaşamış olduğumuz iki kutuplu dünya sitemine geçilmiştir. Bu kutuplu küresel sistemin 1990 ile birlikte dağılmaya başlamış ve yeni küresel sistem arayışları ortaya çıkmıştır. Bu süreçte küresel sistem; tek kutuplu, çok kutuplu, kutupsuz, yeni dünya düzeni, kaos düzeni, gibi birçok söylemle ifade edilmeye başlanmıştır. Haliyle dünyada mevcut olarak uygulanana küresel sistem konusunda bir görüş ve yöntem birliği yoktur. Bu yüzden dünyada süper güçler sahip oldukları güçlerini çeşitli coğrafyalarda birbirlerine karşı kullanmaktadırlar bunlardan biriside Suriye’dir. Türkiye iaşe bu kaotik küresel sistemde yerini sağlamlaştırmaya ve söz sahibi olmaya çalışmaktadır.

TÜRKİYE’NİN SURİYE POLİTİKASINDAKİ DÖNEMSEL GEÇİŞLER

2010 yılında Tunus’ta başlayan ve adına Arap baharı denilen sürecin Ortadoğu’ya ve Arap coğrafyasına yayılmasıyla birlikte Suriye’de bu süreçten etkilenmiş ve bugünkü durumuna yani savaşın ve kargaşanın yaşandığı bir yere dönüşmüştür. Suriye’de 2011 yılında başlayan bu süreç başta ABD ve Rusya’nın düellosuna dönen bir hal almıştır. Suriye’de bunlar olurken en başından beri Türkiye bu yaşananlardan negatif olarak en çok etkilenen ülke olmuş, büyük bir göç dalgasına ve terör saldırılarının hedefi olmuştur. Çünkü Suriye Türkiye ile çok uzun bir sınıra sahiptir. Suriye’de yaşananların Türkiye’yi etkilememesi gibi bir durum söz konusu olamazdı. Bu açıdan Türkiye Suriye meselesine dâhil olmasın veya Türkiye’nin Suriye’de ne işi var demek en hafif tabirle bilgisizlik ve art niyettir.  Ayrıca Türkiye’nin Suriye politikasına dönemsel olarak baktığımızda:

1- 2011-2016 İzleme Dönemi

2- Müdahil Olma Dönemi

  • 24.08.2016-29.03.2017 Fırat Kalkanı
  • 20.01.2018- Zeytin Dalı Harekâtı

3- Aktif Dönem: Soçi Zirvesi, Güvenli Alan, Anayasa Çalışmaları, şeklinde ifade edebiliriz.

“OPERASYONUN TEMEL HEDEFİ TÜRKİYE’NİN…”

Öncelikle Türkiye’nin komşusunun iç işlerine karışmadığı “izleme döneminde”, Türkiye’ye birçok saldırı yapılmış ve terör ihracı olmuştur. Özellikle Türkiye’nin sınır illerine yapılan terör saldırıları ve füze saldırılarından sonra, Türkiye “müdahil olma dönemine” geçmiş sınır güvenliğini sağlamaya çalışmıştır. Bu açıdan ”Fırat Kalkanı” ile sınırlarında yapılan saldırılar bertaraf edilmiş, “Zeytin Dalı” operasyonuyla birlikte ise Suriye’de güvenli bölgeler oluşturulmaya başlanmıştır. Bu iki askeri operasyonun temel hedefi ise; Türkiye’nin güneyinde oluşturulmak istenen terör koridorunu engelleme amacını taşımaktadır. Ayrıca bu iki operasyonla birlikte Suriye’de yaşayan mazlum insanların hayatları güvence altına alınmıştır.

“FIRAT’IN DOĞUSU ÇOK STRATEJİK BİR KONUMDA”

Türkiye’nin bu açıdan Fırat’ın doğusu vurgusu önemlidir. Türkiye temel tez olarak güvenli alan ve terör koridorunun tamamen engellenebilmesi için Fırat’ın doğusunun güvenliğinin sağlanabilmesini savunmuştur. Türkiye’nin kısa orta ve uzun vadeli menfaatleri için Fırat’ın doğusuna yönelik yeni politikaların belirlenmesi için çok önemli uğraşlar vermektedir. Türkiye’nin dış politikası açısından Fırat’ın doğusu çok stratejik bir konumda bulunmaktadır.  Fırat’ın doğusunu genel olarak PYD’nin kontrolünde yer almaktadır. Fakat bu kontrol ise ABD’nin kontrolündedir. ABD bugüne kadar PYD’ye veya SDG’ye 30 bin tır ve 4 binden fazla uçak dolusu askeri mühimmat, tank top ve tüfek vermiştir. Fırat’ın doğusunda çok fazla askeri yığınak yapmış ayrıca bu yetmezmiş gibi 20’den fazla askeri üst kurmuştur. Basına verilen demeçlerde ve görüntülerde ise, ABD askerleri ve komutanları teröristlerle sürekli iletişim halinde olup, ortak devri atılmakta yani lafı uzatmadan PYD’nin hamiliklerini yapmaktadırlar. Şu durum unutulmamalıdır ki devlete giden yol öncellikle bir ordudan geçmektedir. ABD burada PYD’li teröristlere askeri eğitim vermekte, ordulaşmaya yönelik askeri mühimmat sağlamaktadır. Yani bir uydu devletin ayakla sesleri duyuldu da geçiyor.

“KARARLAR STRATEJİK HEDEFLER İÇİN ÇOK ÖNEMLİ”

Türkiye’nin Fırat’ın doğusundaki kararları kendi sınırları, stratejik hedefleri ve güveliği için çok önemli bir yerdedir. Türkiye’nin ABD ile Fırat’ın doğusu konusundaki açmazı ve anlaşmazlığı için öncelikle cumhuriyet tarihine baktığımızda karşımıza şöyle bir tablo çıkmaktadır. Öncellikle 2. dünya savaşından sonra oluşmaya başlayan iki kutuplu dünyada Türkiye yönünü batıya çevirmiş ve 1952 ABD’nin tavsiyesi ile NATO’ya üye olmuştur. Türkiye bu süreçte hep ABD ile birlikte hareket etmiş, fakat 1964 yılında Kıbrıs sorunu için Amerika Birleşik Devletleri başkanı Lyndon B. Johnson tarafından yazılan “Johnson Mektubu” ile Türkiye tehdit edilmiş ve 1974 yılında “Kıbrıs barış hareketiyle” ilişkiler iyice gerilmiştir. Türkiye’nin batı ve ABD yanlısı tek kutuplu dış politikası sorgulanmaya başlanmış ama tek kutuplu dış politika çok da değişmemiştir. Özellikle 1990 yıllarda yaşanan terör olayları koalisyonlar dönemi, ekonomik krizler Türkiye’nin tek kutuplu dış politikasını çok kutupluya çevirememiştir. Ama 2000’li yıllarla birlikte bu tek kutuplu veya ABD endeksli dış politika yerine çok kutuplu ve çok taraflı dış politika evirilmiştir.

“DOĞU FIRAT OPERASYONU KAÇINILMAZ”

Türkiye’nin bugün sergilemeye başladığı aktif dış politika sayesinde birçok kazanım elde etmiş ve özellikle Suriye’de yaşanan gelişmelerle aktif dış politika daha da yoğunlaşmıştır. Bu açıdan Fırat’ın doğusuna yapılması muhtemel askeri operasyon Türkiye’nin hem stratejik amacı ve hem de güvenliği için kaçınılmazdır. Fakat Fırat’ın doğusuna yapılması muhtemel operasyonun tüm yönleriyle ele alınması ve değerlendirilmesi gerekmektedir.

Haber: Emre AKKIŞ

Editör: Mahmut Beyaz