Bu köşede daha önce üniversite mezunlarının istihdamı meselesine dikkat çekmiştim. Yine “Üniversite Diploması Bir Yere Taşır mı?” başlıklı yazımda eğitim/üniversite ile yukarı doğru hareketliliğin sonuna mı gelindiğini veya eğitimin farklı kademeleri ile ilgili olarak belli işlevleri yerine getirmediğini vurgulamıştım.

Eğitimde yükseköğretim meselesi önemlidir. 2018-2019 eğitim-öğretim yılı verilerine göre;  Türkiye’de 207 tane yükseköğretim kurumu (Devlet ve vakıf üniversiteleri ve MYO) var olup bu kurumlarda 7.6 milyon kadar öğrenci -önlisans, lisans, yüksek lisans ve doktora seviyesinde- eğitim-öğretimi görmektedir. 2019-2020 eğitim-öğretim döneminde bu sayıların artmış olduğundan hiç şüpheniz olmasın.

Sayıları milyonlarla ifade edilen öğrenciler(i) hayatta(n) ne beklemektedir? Aile(yi) ve devlet(i) ne beklemektedir?

Birçoğunu Bekleyen koca bir hayal kırıklığıdır…

Üniversite eğitiminin amacı…

Üniversiteler meslek eğitimi ağırlıklı kurumlardır. Buraları bitirenler toplum/devlet hayatında belli görevleri yerine getirirler. Bu şekilde bireyler eğitim yolu ile iş sahibi olma yanında toplum içerisinde statü sahibi olurlar. Ama üniversite mezunu olmak artık dünyada ve ülkemizde bunu garanti etmiyor. Sosyolog John Macionis (2015) “Üniversite eğitimliler diğer ülkelerin özellikle dünyanın nitelikli iş gücünün eşi benzeri görülmemiş rekabeti ile karşı karşıyadır ” (Sosyoloji s. 285) demektedir.

Peki, üniversitelerimiz rekabetin yoğun olduğu bir dünyaya mezunlarını hazırlayabiliyor mu? Bu soruya çok sayıda üniversite mezunu veriyoruz olmamıza rağmen kolayca evet demekte zorlanıyoruz. Çünkü üniversite mezunları hayata başladıklarında kısa sürede aldıkları eğitim ile yapmak istedikleri veya yapmaları istenilen işler arasında büyük uçurum ile karşılaşıyorlar. Sonuçta mutsuzluk, işsizlik veya standardı düşük işler…

Bu durum “işlev bozukluğu” olarak açıklayabiliriz.

İşlev bozukluğu

Sosyolog John Macionis, (Robert K. Merton’a atfen) her sosyal yapının muhtemel birçok işlevi olduğunu ve bazılarının diğerlerinden daha belirgin olduğuna dikkat çekerek “açık ve gizli” işlevler ayrımı yapmıştır (2015 S. 14). Yükseköğretim sisteminin açık işlevi, genç insanların mezun olduktan sonra çalışacakları işlerde kullanmak üzere bilgi ve beceri ile donatmaktır. Yükseköğretimin gizli bir işlevi ise milyonlarca genç insanı iş piyasasından uzak tutarak işsizliğin belli seviyede tutulmasıdır. Merton’a göre  “sosyal işlev bozukluğu” da (SİB) toplumun işlemesini aksatan herhangi bir toplumsal davranış kalıbı anlamındadır.

Bu noktada üniversite mezunlarının durumunu şimdi düşünebilirsiniz? Bazılarının üniversite eğitimi alması kendileri ve bir başka kesim için iyi olabilir ama ekonomiyi, sosyal uyumu vs bozuyorsa ve dahi gelecekte artması muhtemelse!

Bazıları sorunu çok üniversite açılması ile ilgili görüyor. Ama bu doğru korelasyon değil.

Öğrenci sayısı

ABD’nin nüfusu 325 milyon olup 14 milyon kadar üniversite öğrencisi bulunmaktadır. ABD’nin üniversite sayısı ise 5 bin kadardır. Yani ABD’de 60-70 bin nüfusa 1 yükseköğretim kurumu düşmektedir… Türkiye’nin nüfusu 82 milyon ve 207 üniversite bulunduğuna göre 350-400 bin nüfusa bir üniversite düşmektedir.  Yani bizde 1 üniversiteye düşen nüfus sayısı oldukça yüksektir. Böyle bakarsanız yeni üniversiteler bile açılmalıdır.

Üniversite öğrenci sayısını toplam nüfus ile oranladığımızda ise ABD’nin 4.30 ve Türkiye’ nin ise 9.75 gibi bir değere sahip olduğu belirlenecektir. Ayrıca Amerika’daki üniversiteler 1 milyondan fazla yabancı öğrenciye ev sahipliği yapmaktadır.

Bu verilere göre Türkiye’nin sorunu üniversite sayısından ziyade üniversitelerdeki öğrenci sayısının fazlalığıdır. Acilen yapılması gereken şudur:

-ilk kademelerde eleme ve yönlendirme (MEB)

-Üniversitelerde kontenjan azaltılması ve kaliteli eğitim (YÖK)

Son söz: Muhasebesiz mahsul ile zengin olunmaz.