Kalkınma ve büyüme kaynağının önemli bir kısmını dış ticaretten alır. İhracatla beraber ithalatın miktarı kadar onların içeriği de bu payda etkilidirler. İthalat genel anlamıyla tüketim için değil, bizim gibi ülkelerde girdilerin de kaynağını oluşturur. Dış ticaretin bu yapısı doğrudan patent (yenilik, buluşun tescili) sayısı ile de ilişkilidir. Bugünkü yazımızda bunu analiz edeceğiz.

Geniş ekonomik sınıflama göz önüne alındığında ihracat ve ithalatımızdaki yelpaze farklı görünüm arz eder. TÜİK tarafından açıklanan son aylık rakamlara göre ithalatta geniş ürün temelli oranlar şu şekilde gerçekleşmiş:

sermaye (yatırım) malları %13

ara (hammadde) malları %75

tüketim malları %11.

İhracatta ise bu oranlar sırasıyla %13, %46 ve %42 olarak gerçekleşmiştir.

Özü itibariyle ihraç ve ithal edilen ürünlerin içeriği teknolojiyi de kapsar. Örneğin ithalatta %13’lük sermaye malları kısmında teknolojik seviye diğer gruplara göre daha yüksektir ve bu anlamı ile de teknoloji transferi yarattığı kabul edilir. Öte yandan, hem sermaye hem de aramalı ithalatına bu derece bağlı olmak ve kalmak ise uzun dönemde kalıcı hasarların doğmasına da neden olabilir düşüncesi kenara atılır nitelikte değildir. “Son dönemdeki ekonomik sarsıntılar da aslında bu kaynaktan doğmaktadır” söyleminde doğruluk payı oldukça yüksektir.

**

Rakamlar aslında ilginç denebilecek bir içerik de oluşturuyor. Geniş açıdan bakıldığında, bildiğimiz, orta gelir grubunda bulunup bu tuzağa yakalanmış ülkelerin en net fotoğrafı niteliğinde bir görüntü mevcut, zira sattığımız ürünler çoğunlukla ya hammadde ya da tüketim ürünleri kapsamında. Zaten üzüntümüzün, şikâyetimizin ve yaptığımız patinajın da kaynağı bu değil mi?

Örneğin, çıkardığımız madeni olduğu gibi ihraç etmek, tarım ürünlerini bir markaya bağlı olmadan, hacimsel bir tavırla yurtdışına göndermek ve pazar kuvvetimiz olmadığından dışarıda verilen fiyatlara razı bir tavır göstermek gibi özellikler de üstüne bir kat daha zayıflığımızın göstergeleri niteliğindedir.

**

Rakamlara bir de diğer yönden bakalım: TÜİK’in son verilerine göre İmalat sanayi ürünlerinin toplam ithalattaki payı %81,2’dir. Yüksek teknoloji ürünlerinin 2018 Nisan ayında imalat sanayi ürünleri ithalatı içindeki payı %12,2, orta yüksek teknolojili ürünlerin payı ise %34,3’dür. Aynı rakamların ihracattaki sıralamaları ise %3,4; %38.4; %25,5 olarak gerçekleşmiştir.

Sözün özü, hammadde ve tüketim ürünü satarken teknolojik ürün ithal etiğimiz gerçeği çok açık bir şekilde kendini gösteriyor. Bunun yapısal ve yapısal olmayan çok nedeni var. Onlardan birisi olan patent tescil sayılarına bir bakalım isterseniz….

Patent

Türkiye Patent Enstitüsü verilerine göre, Türkiye’de ortalama yıllık patent başvuru sayısı yaklaşık 18-19 bin civarında (2017). Bunun 8600’ü yerli, kalan 11 bine yakını ise yabancıların başvurusundan oluşuyor. Bu adı üstünde sadece başvuru sayısıdır. Şimdi hazır olun: toplam başvurudan yerlilerin tescil (kabul) oranı %22 olurken yabancı başvuruların hemen hemen hepsi kabul görmüş, tescil edilmiş (%98,2).

Bir de içerik olarak bakalım:

Altı ana grupta sınıflandırılmış paten verilerini sentezlediğimizde, yabancıların baskın olduğu her bir grupta çoğunluğun ilk üçünde yani insan ihtiyaçları (diş macunu ve fırçası, bebek mama şişesi ve benzeri tüm ürünler) ile taşıma ve kimya sektörlerinde oluştuğunu görmekteyiz. İnşaat sektöründe bile patentlerin yabancı ağırlıklı olması, ekonomik büyümemizin son dönemde %25’lerini oluşturan bu grubun yabancı fikirlere olan sıkı bağımlılığını göstermektedir.

**

Kaynak: Türk Patent Enstitüsü verileri kullanılarak hazırlanmıştır. Patent Grupları: A İnsan İhtiyaçları, B İşlemlerin Uyg; Taşıma, C Kimya; Metalürji, D Tekstil; Kağıt, E  Sabit Yapılar (İnşaat), F Makine Mühendisliği; Aydınlatma; Isıtma; Silahlar; Tahrip malzemeleri, G Fizik, H Elektrik.       

**

Diğer grupları bile analiz etmeye gerek kalmadan şu sonuca varmak mümkün: İthalat yapısında gözüken teknolojik bağımlılığımız yanında, içerideki teknolojik göstergenin açık bir ifadesi olan patent tescil sayıları da dış kaynaklı insan sermayesine ne derecede bağımlı olduğumuzun açık bir ifadesidir, fotoğrafıdır.

Peki ne yapmalı?

Sermaye çıkışını önleyecek bürokratik engeller koymak, kanunla düzenlemek zor bir süreç değildir. Zira son günlerde getirilen kısıtlama da buna örnektir. Ancak, insan sermayesinin yurdumuzdan çıkışına neden olan faktörleri aynı kapsamda engellemelerle durdurmak olanak dahilinde değildir. Eğitimli yığının yurtdışına yerleşme, daha rahat bir yaşam sürme, aile oluşturma, demokratik ve özgürce konuşabildiği bir ortamı tercih etme güdülerini kısıtlamak mümkün değildir. Bu talepleri içeride sağlayamadığımız ölçüde yukarıdaki grafiğin çubuklarının boyutları değişmeyecektir.


 

Verimli bir hafta sizlerin olsun!

Prof. Dr. Veysel ULUSOY

[email protected]

veyselulusoy.com