Bediüzzaman İlim Kültür ve Sanat Vakfı Kahramanmaraş İl Temsilciliği Osmanlı'da ki hat sanatı ile ilgili gazetemize bilgilendirmelerde bulundu.

İslam Türk Sanatları içerisinde hat sanatı (Hattı Kur'aniye), yabancı sanat akımlarının etkisinden uzak varlığını daima korumuş ve her dönem devlet yönetimi tarafından da destek bulmuştur. Bahusus şehzade, devlet erkanları ve Padişahlar bizzat hattatlardan ders almıştır. Hat sanatı eğitim ve öğretimi sıkı bir disiplin içerisinde Hüsnü Hatt metotlarıyla usta – çırak ilişkisi çerçevesinde kişiye özel ders yöntemiyle yapılmaktaydı. Yazı eğitim ve öğretimi tarihi süreç içerisinde özellikle Osmanlılar döneminde gerek saray içi resmi eğitim kurumlarında ( Enderun, Divan-ı Hümayun v.s.) gerekse saray dışı eğitim kurumlarında (Sıbyan Mektebi, Medreseler v.s.) büyük ilgi görmüş ve ders programlarında yerini almıştır. Bunların haricinde söz konusu sanat, hat sanatkârları tarafından kendi özel mekânlarında öğretilmiştir. Burada mühim bir mevzuyu bahsetmek iihtiyacı duyuyorum. Oda şudur ki, Hattı Kur'aniyeye osmanlıca denilmez. Zira bu Kur'an harflerini Osmanlı medeniyetinden evvelki İslam medeniyetleride yazıyordu, Okuyordu.

'TÜRK- İSLAM MEDENİYETİ’NİN SEMBOLÜDÜR'

Hat sanatı, İslam estetiğinin zirve noktasını oluşturan, tabiatta alınacak örneği bulunmayan ve sonradan ortaya çıkan sanat akımlarından etkilenmeden olanca asaleti, vakarı ile yaşayan ve yaşamakta olan bir sanattır. Sözlük anlamı “yazı yazmak, işaret koymak” gibi manalara gelir. Arap harfleri ile güzel yazı yazmak sanatı olarak da tanımlanabilecek olan Hüsn-i Hattın, İslam kaynaklarındaki en özlü tarifi konunun uzmanlarınca “Hat, cismanî aletlerle meydana getirilen ruhanî bir hendesedir” cümlesiyle yapılmıştır. Hattı Arabiye, Hattı Kur'aniye de denilir. İslamiyet’te yalnızca düşünceleri anlatmaya yarayan bir araç olmakla kalmayan vakar, azamet, incelik, sadelik, yalnızlık, haşinlik gibi insanî duyguları ifade ve tasvir eden özelliği dolayısıyla yazı sanatı, yukarıda yapılan tarife uygun bir estetik anlayış çerçevesinde asırlardır geliştirilerek devam ettirilmiştir. Şekil itibarıyla temeli Arap harflerine dayanan bu sanat, Kur’an-ı Kerim’in ve hadislerin yazıyı öğrenmeyi teşvik etmesinin yanı sıra dünyanın hiçbir alfabesinde görülmeyen çizgisel bir kıvraklığa sahip olan Arap harflerinin kelimenin başında, ortasında ve sonunda farklı şekillerde yazılabilme imkânına sahip olması nedeniyle estetik boyutta gelişerek İslam sanatı hüviyetini kazanmıştır. İslam yazısının gelişmesinde ve Türk- İslam Medeniyeti’nin sembolü haline gelmesinde İslam devletlerinde âlim ve sanatkârı korumanın ve desteklemenin devlet geleneği haline gelmesinin katkısı oldukça büyüktür.

'BÜTÜN CÂHİLLER CESURDUR'

Bu gelenek doğrultusunda halifeler, sultanlar, vezirler ve zenginler vakıflar kurarak geleceğe ışık tutacak kalıcı abidevi eserlerin imarında rehberlik etmiş, çevrelerinde yüksek seviyede sanat muhitleri oluşturmuşlardır. Arap alfabesinin bünyesinde taşıdığı estetik imkânlar ve devlet büyüklerinin desteklerinin yanı sıra hat sanatının gelişmesinde bir diğer etken de sanatkârların kişisel gayretleri ve daima yenilik arama çabaları doğrultusunda güzele ulaşma hedefleri olmuştur. İslam dünyasında hat sanatında ilk olarak Hz. Ali küfi sanatı keşfetmiş, bu hatta Mushafı Şerif yazmış, aynı zamanda evlatları hz. Hasan ve hz. Hüseyine de yazdırmıştır. Kur'an harfleri şifadır. Ruhumuza, bedenimize, aklımıza, hislerimize hulasa maddi manevi şifa ve menfaattir, hayırlıdır. Bu konuda tarihçi İbrahim Hakkı Konyalının şu güzel hatırasına yer vermek istiyoruz; Dolmabahçe Sarayı'nda toplanan Dil ve Târih Kongresi bitmiş, bu münasebetle açılan sergi gezilmişti. İtalyan müsteşriklerden Prof. Rossi yanıma geldi ve: "Sizin Akdeniz hakkında yazdığınız yazıların hepsi İtalyanca'ya çevrilmiştir. Topkapı kütüphânelerini çok iyi tanırsınız, birkaç kitap inceleyeceğiz. Vaktimiz çok dar, bize yardım eder misiniz?" dedi. Bunu memnuniyetle kabul ettim. Yanındaki bir başka İtalyan profesörle beraber Saray'a gittik. Kütüphâne memuru lâtin harfleriyle kargacık burgacık yazılmış kocaman bir fihrist defterini önümüze koydu. Bu fihriste birçok kitap ve müellif isimleri yanlış yazılmış, âdeta uydurulmuş gibiydi. Saray kütüphânelerinde bulunan Arapça, Farsça, Türkçe birçok kitabın ve müelliflerinin isimlerini doğru okuyup yazacak kimsenin Türkiye'de sayıları maalesef iki elin parmakları kadar azdır. Araplar'ın dilimize, "Bütün câhiller cesurdur!.." meâlinde çevirdiğimiz pırlanta bir sözleri vardır. Saray'ın o zamanki memurlarının târih ve kitâbiyâta-müteallik bilgileri sıfırın altındaydı. Bunlar, pekçoğu yazma olan ecdât yâdigârı eserlerin latin harfleriyle fihristini yapmışlardı. Birlikte oraya gittiğimiz bu yabancı profesör Türkologlar, bu fihristin sahifelerini açtılar. Sonra birbirlerinin yüzlerine baktılar. Prof. Rossi kulağıma eğilerek:

"İbrahim Bey!.. dedi. "Siz harf inkılâbı yaptınız, latin harflerini kabul ettiniz. Eski yazınızla yazılmış fihrist defterleri varsa, onları istesek bir suç işlemiş olmayalım!.."
"Hayır!.." dedim. Hâfız-ı kütüpten İslâm harfleriyle yazılmış fihristleri istedim. Gitti, getirdi. Profesörler onbeş dakikada aradıkları kitapları buldular. Prof Rossi:
"Kuzum İbrahim Hakkı Bey! Dünyanın en güzeli olan yazınızı niye attınız; o gâyet kolay yazılan, çiçek gibi yazı atılır mıydı? Garbın seçkin otoriteleri, ilim adamları kolay yazılır ve güzel bir yazı arıyorlar. Hendesî ve çirkin latin harflerini niçin kabul ettiniz... Ben latinim, latin harfleri de bizim millî harflerimizdir. Fakat onunla köklü bir ilim yazısı yazılamaz!.." Bunları latin asıllı bir profesör söylüyordu. Ve yine İbn-i Mukle (ö.328/940) daha sonra İbn-i Bevvab (ö.413/1022) adları ile bilinen sanatçılar tarafından yazı, güzel yazılma tekniğiyle ele alınmıştır. Amasyalı bir Türk olan ve Musta’sım zamanında Abbasilerin başkenti Bağdat’ta yaşayan Yakut el-Musta‘sımî (ö. 698/1298) Aklam-ı Sitte denilen Sülüs, Nesih, Reyhanî, Muhakkak, Tevkî ve Rikâ’ adlarıyla bilinen hat çeşitlerini belli esaslara bağlayarak, hat sanatının yazılış kaidelerini tespit etmiştir. Onun ortaya koyduğu hat sanatındaki anlayış kendisinden sonra talebeleri tarafından İslam dünyasına yayılmıştır. İki yüzyıl sonra, yine Amasyalı olan Şeyh Hamdullah (ö.926/1520),Yakut’un yazılarını yeniden ele alarak, hat sanatında yeni bir çığır açmıştır. Böylece Yakut üslûbu devrini tamamlamış ve İstanbul’a taşınan hat sanatında Şeyh Mektebi hâkim olmuştur. Kendisinden sonra gelen hattatları tesiri altına almış olan Şeyh Üslûbu, Türk Hat Sanatı Tarihi’nde 150 yılı aşan bir süre etkisini hissettirmiştir. XVII. yüzyılın ikinci yarısında yetişen Hafız Osman (ö.1110/1698) ise Şeyh Hamdullah’ın yazılarını yeni bir süzgeçten geçirerek, kendi zevk anlayışını ve sanat gücünü katarak yeni bir üslûp ortaya koymuştur. Böylece hat tarihinde Şeyh Üslubu yerini Hafız Osman Üslûbu’na bırakmıştır. Hafız Osman’dan bir asır sonra gelen İsmail Zühdü (ö.1221/1806) ve kardeşi Mustafa Rakım (ö.1241/1826) ise Hafız Osman’ın yazılarından ilham alarak kendi şivelerini ortaya koymuşlardır. Özellikle Mustafa Rakım Sülüs, Nesih yazılarında olduğu gibi Celî Sülüste de gerek harf gerekse istif mükemmeliyetiyle bütün hat üstatlarının zirvesine çıkmıştır6 . Bütün İslam âleminde yazıyı en güzel yazan, işleyen ve ayrı bir tavır vererek çeşitli mektepler halinde kemale eriştirenler Osmanlı Türkleri olmuşlardır. Kahramanmaraştan da payi taht İstanbul'a, Manisaya padişahlara ve şehzadelere hatt dersi vermeye giden hattatlarda vardır. Kur'an harfleri hayattardır, yani ölü değildir.

Haber: Güzelhan Kebanlı

Editör: Mahmut Beyaz