39 yıl önce 12 Eylül’de Türkiye güne tank sesleriyle uyanmıştı. Seçimle iktidara gelen hükümet devrilmiş, sokaklarda postal sesleri yankılanıyordu. Türkiye’yi tamamen değiştiren müdahale sonrasında 650 bin kişi gözaltına alındı, 1 milyon 683 bin kişi fişlendi, 50 kişi idam edildi, 171 kişinin ‘işkenceden öldüğü’ belgelendi. Türk Silahlı Kuvvetlerinin 12 Eylül 1980 günü gerçekleştirdiği askeri müdahale ile Süleyman Demirel'in Başbakan'ı olduğu hükümet görevden alındı, Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümsüz kılındı. Dokuz yıl süren bu dönemde partiler geçersiz kılındı, parti liderleri önce gözetim altında tutuldu, ardından yargılandı. 1970 sonrasında değiştirilen 1961 Anayasası tamamen rafa kaldırıldı ve Türkiye siyasetinin yeniden tasarlandığı askeri dönem başladı. 

1974 YILINDA BAŞLADI 
İki kutuplu dünyada Soğuk Savaş’ın son yıllarında Orta Doğu ve Asya’da hâkimiyetini pekiştirmenin yollarını arayan Amerika Birleşik Devletleri, bir yandan da Sovyetlere karşı bir ‘Yeşil Kuşak’ projesi yürütüyordu. Afganistan’da Sovyet işgaline karşı savaşan mücâhid gerillaları destekliyor; Pakistan ve İran’da dini rejimlerin yerleşmesini istiyordu. Dünyada bu gelişmelerin yaşandığı sırada Türkiye’de 12 Eylül 1980 tarihinde askerî bir darbe oldu. Türkiye’nin politik, ekonomik ve sosyal manzarasının oldukça sorunlu olduğu darbe öncesi yaşanan gelişmeler adeta darbeye giden yolu adım adım hazırladı. 1974 yılında Anti-Amerikan Ecevit-Erbakan koalisyonunun Kıbrıs’a asker çıkarması, Türkiye’ye ağır ekonomik ambargonun başlatılması ile sonuçlandı. Kıbrıs’ı işgalden kurtaran Türkiye’de paranın değeri aşırı derecede düştü, enflasyon ise yüzde 100’ü geçti. Pek çok zorunlu ihtiyaç maddesi bulunamaz oldu. 

KIBRIS ÇIKARMASI

Türk kuvvetleri 22 Temmuz’da Girne’yi ele geçirdi. Türk paraşütçüleri Kıbrıs’ın başkenti Lefkoşe’nin Türk kesimine indi. Türk müdahalesi sonucu Yunanistan’daki cunta idaresi ve Kıbrıs Nikos Sampson Hükumeti de yıkıldı. Ciddi bir ideolojik kamplaşmaya maruz kalan Türkiye’de 1974 affıyla hapisten çıkan suçlular, terör faaliyetlerine girişti. Bir yandan Türkiye’nin Sovyetlerle entegrasyonunu savunan sol örgütler, beri yanda bunlara geçit vermemek iddiasındaki milliyetçi teşkilatlar silahlı çatışma haline girdi. Üniversiteler, liseler, sendikalar, devlet daireleri, hatta sokaklar, fraksiyonlar arasında bölündü. Koalisyonlarla idare edilen ülkede siyasî bir kriz doğdu. Görev süresi dolan cumhurbaşkanının yerine yenisi seçilemedi. Seçim turları aylarca sürdü; ancak meclisteki partiler anlaşamadı. 19 Aralık 1979 günü bir sinemanın bombalanması ve biri ağır yedi kişinin yaralanması ile başlayan olaylarda 105 kişi öldü. 28 Mayıs 1980 günü Çorum'da başlayan olaylarda 57 kişi öldü. 

DARBEYİ HAZIRLAYAN GELİŞMELER 
TSK'nın emir-komuta zinciri içinde gerçekleştirdiği darbenin en önemli gerekçesi "güvenlik" oldu. TBMM'nin 22 Mart 1980'de ilk turunu yaptığı Cumhurbaşkanlığı seçimini, 114 tur oylama yaptığı halde darbe gününe kadar sonuçlandıramamasının da etkili olduğu süreçte birçok cinayet işlendi. Gazeteci Abdi İpekçi, Emniyet Müdürü Cevat Yurdakul, DİSK ve Maden-İş Sendikası Genel Başkanı Kemal Türkler, MHP Genel Başkan Yardımcısı Gün Sazak, Eski Başbakan Nihat Erim, Adalet Partisi İstanbul Milletvekili İlhan Egemen Darendelioğlu, CHP İstanbul Milletvekili Abdurrahman Köksaloğlu, MHP Gaziosmanpaşa İlçe Başkanı Ali Rıza Altınok ile eşi ve kızının öldürülmesi gibi çok sayıdaki siyasi cinayet, darbeci generallerin gerekçeleri olarak tarihe geçti. 6 Eylül'de Konya'da düzenlenen "Kudüs Mitingi" de darbe yönetimi tarafından "şeriatçı girişim" olarak gösterilmişti. Özellikle 1977'de Taksim'de yüzbinlerce emekçinin katıldığı coşkulu 1 Mayıs kutlamasına The Marmara Oteli'nden sıkılan kurşunlar, 1978 Yılının Aralık ayında Kahramanmaraş'ta ve 1980 yılında Çorum'da gerçekleştirilen katliam günlerce sürmüş ancak olaylara ısrarla müdahale edilmedi. Maraş olayları sonrasında verilen Sıkıyönetim kararı olayların amacına ulaştığının bir kanıtıydı. 26 Aralık’a kadar süren saldırılarda resmi rakamlara göre 105 kişi yaşamını yitirdi yüzlerce kişi yaralandı.

TÜRKİYE 12 EYLÜL’E TANK SESLERİYLE UYANDI 
Askeri darbenin hazırlıkları, Haziran 1980'den itibaren Genelkurmay Karargahı'nda yapılmaya başlandı. Kod adı "Bayrak Harekatı" olan darbe, ilk olarak bütün ordu komutanlarına gönderilen emirle 11 Temmuz saat 04.00'te hayata geçirilmek istendi ancak 2 Temmuz'da Süleyman Demirel'in başbakanlığındaki hükümetin güvenoyu almasıyla plan ertelendi. Ordu Genel Kurmay Kenan Evren Başkanlığı'nda yönetime el koydu. Aynı plan, yine aynı isimle 12 Eylül sabaha karşı uygulamaya konuldu, artık sokaklara palet ve postal sesleri hakimdi. Emir-komuta zinciri içinde gerçekleştirilen bu darbe, 27 Mayıs 1960 darbesi ve 12 Mart 1971 muhtırasının ardından Türkiye Cumhuriyeti tarihinde silahlı kuvvetlerin yönetime üçüncü açık müdahalesi olarak tarihteki yerini aldı. 12 Eylül 1980 Cuma günü saat 03.59'da Türkiye radyoları (TRT) İstiklal Marşı'nın çalınmasıyla birlikte yayına geçti. Daha sonra anons yapılmadan Harbiye Marşı çalındı. Marşın bitiminde Genelkurmay ve Milli Güvenlik Konseyi Başkanı Orgeneral Kenan Evren imzasıyla yayınlanan Milli Güvenlik Konseyi'nin bir numaralı bildirisi okunmaya başlandı. Bu bildiriyi 5 bildiri daha izledi. 

DEMOKRASİYE SON DÜDÜK: 12 EYLÜL DARBESİ 
27 Mayıs sonrası Türk siyasetinde beliren askeri vesayet rüzgarı ülkeyi anarşi, kriz ve kaos sürecine itti. Kısa süreli koalisyon hükümetleri ülkede istikrarı sağlayamazken, Türkiye kısa süre içinde darbe teşebbüsleri, ekonomik krizler, anarşi/terör eylemleri ve muhtıralarla uçurumun eşiğine getirildi. Kenan Evren ve arkadaşları 12 Eylül 1980 günü demokrasiyi rafa kaldırarak yönetime el koyarken, Türk demokrasi tarihinde kapanmaz yaralar açılıyordu. 

ASKERİ MÜDAHALENİN SONUÇLARI 
12 Eylül askeri darbesi ile Süleyman Demirel'in başbakanı olduğu hükümet görevden alındı, TBMM lağvedildi. 1970 sonrasında değiştirilen 1961 Anayasası uygulamadan kaldırıldı ve Türkiye siyasetinin yeniden tasarlandığı askeri dönem başladı. Cuntacılar, 13 generali ülke genelinde ilan ettikleri 13 sıkıyönetim bölgesine komutan olarak atarken Türk Hava Kurumu, Çocuk Esirgeme Kurumu ve Kızılay dışındaki derneklerin faaliyetleri de durduruldu.Necmettin Erbakan Uzunada'ya sürgüne gönderildi. Süleyman Demirel ile Bülent Ecevit Hamzakoy'a sürgün edildi. Alparslan Türkeş Uzunada'ya sürgüne gönderdi. 

“ŞARTLARIN OLGUNLAŞMASINI BEKLEDİK!” 
Siyasi partileri de lağveden askeri yönetim, Süleyman Demirel ile Bülent Ecevit'i Hamzakoy'a, Necmettin Erbakan ile Alparslan Türkeş'i ise Uzunada'ya sürgüne gönderdi. Siyasi yasaklar geldi. Darbeye liderlik eden 5 generalin oluşturduğu Milli Güvenlik Konseyi, bütün yetkileri ele aldı. Eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Bülent Ulusu'ya kurdurulan hükümet, 21 Eylül'de göreve başladı. Günde 15-20 kişinin öldürüldüğü cinayetler, çok sayıda insanın hayatına mal olan katliamlar bıçak gibi kesildi. Evren’in “Şartların olgunlaşmasını bekledik!” sözü tarihe geçti. TBMM kapatıldı, 1961 Anayasası ortadan kaldırıldı. Ülke 13 sıkıyönetim bölgesine ayrıldı. 13 general sıkıyönetim komutanı olarak atandı. Belediye başkanlıklarına askerler getirildi. Darbenin ardından geçen 3 yıl içinde önemli kanunların tamamına yakını değiştirildi ve askeri yönetimin belirlediği Danışma Meclisi tarafından hazırlanan 1982 Anayasası, yapılan "güdümlü" referandumla yüzde 92'lik "Evet" oyu aldı.

ASMAYALIM DA BESLEYELİM Mİ? 
Yönetime el koyan cuntacı askerler, acısı yıllarca sürecek idamların kararını da verdi. Darbeden sonra ilk idamlar, 9 Ekim 1980 tarihinde gerçekleşti. İlk olarak sol görüşlü Necdet Adalı, ardından ülkücü Mustafa Pehlivanoğlu idam edildi. Darbe öncesinde bir askeri inzibat erini öldürdüğü gerekçesiyle hüküm giyen 17 yaşındaki Erdal Eren, 19 Mart 1980'de idama mahkum edildi. Darbeci Kenan Evren'in 17 yaşında astırdığı Erdal Eren için söylediği "Asmayalım da besleyelim mi?" sözü ise yıllarca unutulmadı. Yargıtay tarafından Eren'in idam kararı, iki kere iptal edilmesine rağmen, Milli Güvenlik Konseyi tarafından onaylanan kararla ve yaşı büyütülerek 13 Aralık 1980'de Ankara Merkez Ulucanlar Cezaevi'nde infaz edildi. 

KAHRAMANMARAŞ VE YUSUF HAZNEDAROĞLU 
Türkiye’de zulüm, kan ve göz yaşının hakim oldu bir tarihte Kahramanmaraş’ta da, askerler sıkı yönetim ilan etmiş ve darbenin tüm kötülüklerini Kahramanmaraş halkına göstermeye başlamıştı. Dönemin sıkıyönetim komutanı Tuğgeneral Yusuf Haznedaroğlu, Kahramanmaraş’ta silah kaçakçısı olduğunu ve kimin silah alıp almadığını kontrol etmek için asker ve polislere emirler vererek sistematik işkenceye kalkıştı. Geçmişi kahramanlıklar ile dolu, askerinin yanında olan Kahramanmaraşlı 80 yılında askerinden şiddet görmeye başlamıştı. Sokaklardan rast gele toplanan vatandaşlar, kimsenin bilmediği yerlere götürülüp Filistin askısı denen işkence yöntemlerine tabi tutuluyor, ölenler ise kimsenin bilmediği yerlere gömülüyordu. Sıkıyönetim Komutanı Haznedaroğlu, emrindeki asker ve polisleri ise şehirdeki insanları istihbarat toplaması için görevlendirmişti. Sokaklar belli bir saatten sonra tekin olmazken, askerler ve polisler vatandaşa zulüm ediyordu. 
Dönemin canlı tanıklarına ulaşan Manşet Gazetesi ekipleri 1980 darbesinin bilinmeyenlerini izleyicileri ve okuyucuları için paylaştı. O dönem arabası olduğu için sıkı yönetim heyetinin şoförlüğünü yapan Lütfullah Doğruluk ve yine o dönemde Musiki sanatını icra eden kuyumcu Metin İspiroğlu’nun ağzından Yusuf Haznedaroğlu gerçeği....

O ZAMAN ŞOFÖRLÜK YAPTIM 
Kıbrıs gazisi olan Kahramanmaraş Belediye Çarşısı esnaflarından 1954 doğumlu Lütfullah Doğruluk, o zamanki heyetin Kahramanmaraş ve bölge illerinde ki ziyaretlerinde şahsına ait İmpala arabası ile yaptığı şoförlüğü şöyle anlattı: “Kahramanmaraş’a gerek ihtilal dönemi Maraş sıkıyönetimi gerekse ülke yönetimindeki sıkı yönetimle beraber tarihinde hiç görülmemiş bir şekilde burada çalışan bir yüzbaşı rütbeli asker, iki tane komiser muavini, bir bekçi ile bu memleketin altını üstüne getirdiler. Girilmedik ev, toplanmadık insan bırakmadılar bu insanların sözleriyle. İki tane kaçakçı kimi işaret ettiyse ona da sattım buna da sattım bu insanların tamamını doldurdular. Bunların içinde bir de ortağım vardı, bu ortağım gittikten sonra bir ay yerini öğrenemedik. Gözaltına almışlardı bir ay nerde olduğunu öğrenemedik. Bende beraber gitmiştim, o zaman ki Öğretmen Okulu’nun altındaki salonda bir silah satıldığı söylendi iki ortağı beraber götürdüler. Satan adam benim olmadığımı gördü, ortağımı teşhis etti. Ortağımı götürdüler bir ay süreyle hiç göremedik. Yerinden haber de alamadık. Birkaç kişi bulduk bu arkadaşımıza ulaşalım diye bu arada Kahramanmaraş eşrafından iki kişinin daha aynı olayla ilgili gözaltına alındığını duyduk. Ancak bir on gün sonra duyumlarımıza göre yüksek bağışlarla onların tahliye edildiğini ortağımın da bu arada oradan çıkartıldığını ama tahmini bile zor olan işkencelerden geçirildiğini o gün bizatihi yaşayan insanlardan duydum. 

GİDENDEN HABER GELMİYORDU 
Allah rahmet eylesin ölünün ardından kötü söylenmez ama her gün şehirde, ‘Bugün şunları götürdüler, dün şunlar gitmişti, yarın kim gidecek’ şeklinde halk konuşuyordu. Yani gidenden haber gelmiyor, işkencelerin haddi hesabı yok. O günkü Alevi kardeşlerimizi mağdur gösterdiler, onlar kimi gösterdiyse alıp alıp vatandaşları götürdüler, suçunu sormadılar. Sadece tanıdan kaynaklı zaman içerisinde hepsi geri adalet yerini buldu ve tahliye oldular. 

İŞ ADAMLARINDAN BAĞIŞ İSTERDİ 
İş adamları toplayıp bağış istemişlerdi, o toplantılara iki kere de ben gittim. Sıkı yönetim komutanlığının yanında eğitim araçlarının bir salonu vardı. Eşraftan bir asker geldi davetiye dağıttı. Bizde ne olduğunu anlayamadık. O salonun tarifini yapıyordu. Salona gittiğimde çok mahşeri bir kalabalık gördüm. Tüm şehrin eşrafı ordaydı. Yani kimsenin haddine değildi o davetiyeyi eline alıp da orda bulunmamak. Kapıda davetiye listesine bakıyorlar gelen gelmeyen var mı diye. Yine orada aldığım duyum yeni açılan Kemalist Atılım Birliği adı altında bir derneğe de maddi yardım toplandığı söyleniyordu. Ama oradaki kalabalığı gördüm sanki açık artırmaya çıkmış gibi üzerine salma atıyorlar, adam yalvar yakar bunu ödeyemem şunu ödeyeyim diye pazarlıklar yapıyorlar. İki defa ben canlı şahit oldum yani o paranın adı bugün haraç. Şu günde bu tekrarı olsa burada kan gövdeyi götürür kimse bir kuruş vermez ama o bizim için bir korkuydu. Çünkü bu sıkıyönetimin müsebbibi de biz gösteriliyorduk, zaten iki yıllık bir sıkı yönetim vardı burada. 12 Eylül 1980 darbesinin zeminiydi bu, Malatya, Çorum, Maraş zemin olarak hazırlandı ve 80’de uygulamaya konuldu. 

KENDİ YAĞI İLE KAVRULUYORDU 
O dönem Kahramanmaraş içine dönük kendi yağıyla kavrulan, aşağıda büyük bir sanayi sitesi olan ufak tefek imalatlarla devam ediyordu. Ama bugünün Türkiye’sinde ekonomide bin 10-15’ler civarında yere geldiysek birde Türkiye’de teşvike rağmen özellikle Turgut Özal devrinin teşvikini tek doğru kullanan bu memlekettir. Bu memleket omuz vererek o teşvikin bir kuruşunu dahi heba etmeden bu memleketin kalkınması için fabrikalar kurdu. 500 civarı büyük tesislerde işletmelerimiz var, ihracatımız çok iyi. Bizim en güzel kazanımımız bizim çalışanımız. Şehir dışarıdan göç almadı. 70’li yıllardan bu tarafa 50 bin civarı Doğu Anadolu’dan ve Güneydoğu Anadolu’dan inşaatla ilgili bir grup buraya yerleştiler. Şuan da 600 bin nüfusun yaklaşık 50 bini Kahramanmaraş’a yerleşik düzendeler. Biz iç içeyiz. 

SABİT BİR YERDE DURMADILAR 
Sabah kalktığımızda gece filancayı basmışlar, şunu şunu bulmuşlar diyorduk, eyvah gitti artık en az altı ay haber alamayız diyorduk. Ama üç gün sonra adamı dışarda görüyorduk, iç tarafı bize karanlık. Neler oldu neler bitti, perişan derdini anlatamayan insanlar çok uzun süre görünmediler. Bir haber aldık Aksu Kışlası’nda tutuluyorlar, bir haber aldık yukarıda Jandarma’da tutuluyorlar. Ama sabit bir yerleri yoktu, aileleri de çok uzun zaman haber alamadılar. İşte buda sıkı yönetimin getirdiği karanlık bir yüz. Tutabilirsin, suçlayabilirsin ama suçlunun bir yeri belli olur, suçu belli olur. Maraş olaylarında yüzlerce insan idamla yargılandılar. Suçları belli olmadan bir olaya karışmadan sadece tanıdığı gördüğü yüz şekliyle, birinin ifadesiyle aldılar. Ben bunları da yaşadım. Bizim 80 ihtilalinden sonra çok büyük ekonomik kaybımız oldu kendi içimizde. Buradan yüzlerce Mersin’e giden aileler tanıyorum. Bire bir yakın ilişkilerim olan arkadaşlarım dostlarım vardı. En yakın Mersin’e Adana’ya taşındılar, alışveriş tamamen kesildi. Pazarcık dahil köylerimizden hep Antep’e gittiler. Hiç hak etmediğimiz halde bize çok kabuslu günler yaşattılar. 

BU DÖNEM DAHA İYİ 
O dönemle bu dönem kesinlikle mukayese edilemez derecede. Her şey mükemmel dört sekizlik. Emeklisiyle, yaşlısıyla, çalışanıyla, işçisiyle her şeyi müreffeh ama içeriyi karıştıranlara engel olmamız lazım, fırsat vermemiz lazım. O günlerde Yusuf Paşa ile benim bir anım var, rahmetli Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkan Yardımcısı Gün Sazak’ın öldürüldüğü gün biz Mağaralı tarafında üst düzeyde Türkiye’de sevilen bir zattı. Onun öldürüldüğünü duyduk, katletmişler. O gün sağın ağırlıklı olduğu günler birebir görüştüğüm hem Malatya’da hem Çorum’da hem de Maraş’ta bütün topluma ait olan yerleri kapattılar. Çayhane, kahvehane, birahaneler dahil bize bir yasak getirdiler herkes evine gitsin dediler. Neden bu zulüm böyle bir gecede insanları topluyorlar, böyle böyle dediler. Bizde çarşıya geldik Ferah Pastanesi şubesinden dondurma aldık, polisler girdi içeri yasak dediler. Dondurmayı hazırladık arkadaşlarımla birlikte gidelim İstasyona orası sakin orada yiyelim dedik. Orada istasyondaki ara boşlukta çimenlere oturduk paketi açtık, bir iki tane sigara içen arkadaşlarımız vardı. Baktık ki bir cip geliyor, forsundan tanıdık paşanın cipiydi. Gördüm ben tanıdım ve arkadaşlarımı ayağa kaldırdım. Esas duruşa geçtik saygıdan sigaraları da söndürdük. Napıyorsunuz arkadaşlar dedi, paşam bizi koymadılar evlere gidin dediler dondurmamızı aldık geldik burada yiyelim dedik dedim. Teşekkür etti, ciple gitti. Arası on dakika geçmeden İstasyona giden üst yoldan beş altı tane emniyet arabaları sirenler çalarak geldiler. Tanıdığımız arkadaşlar çoktu içerisinde siz ne yapıyorsunuz burada dediler. Dondurma yemeye geldik, başka ne oldu diye sordular. Paşa geldi dedik, sonra Paşa’nın bize anonsu dedi esrar alemi yapıyorlardı istasyonda siz ne yapıyorsunuz dediler, donduk kaldık. Onlarda gelip gördüler, bize baktılar hiçbirimizin işi olmaz. O gün sabaha kadar paşaya gösterdiğimiz saygıdan dolayı cezalandırıldık, sabaha karşı emniyetten zor kurtarıldık. 

ONLARI TAŞIDIM 
Sıkı yönetim konseyinin bölgeye ziyaretleri vardı, deniz, kara, hava, jandarma , Genel Kurmay Başkanı gibi üyeler Mersin, Adana ve Kahramanmaraş’ı kapsayan bir programları vardı. Araç aramışlar, bunların emrine verilecek. Araç bulamamışlar beni çağırdılar gittim sıkı yönetime Kurmay Başkanı Nevzat Bekaroğlu arabayı götürdük teslim ettik. Hava kuvvetlerinin arabası olacak dediler bir gün sonra tekrar beni çağırdılar. 250 tane resmi yada üniformalı memurlardan almışlar toplamışlar aracı sürecek kimse olmadığından arabayı tekrar bana iade ettiler. O arada işe vesile olan Ahmet Uncu ağabeyimiz sen yapamaz mısın dedi, bende yapabileceğimi söyledim. 15 gün işimi bıraktım, benim arabam Hava Kuvvetleri Komutanı’nın aracı oldu. Onların geliş gidişlerinde aktif bir hizmetimiz oldu” 

GÖRMEDİĞİMİZ İNSANLAR GELDİ 
1980 darbesinde, neyzen olan ve hayatını neye adayan Metin İspiroğlu, 78 Maraş olaylarının ardından başlayan 80 darbesini şöyle özetledi: “O zamanlar, bir tertip gereği Kahramanmaraş’a hiç tanımadığımız, görmediğimiz insanlar geldi. Sanki bunlar tek tip giyinmiş, boğazlarında atkı, başlarında bir tane terlik Milli piyango bileti satıyorlardı. Daha sonra Halk bunlardan şüphelendi ve herkes birbirine, bunlar kimdir, bunlar nereden geldi soruyordu. Sonrasında ise yılbaşına doğru Maraş’ta bir olay çıkmaya başladı. Kahrolsun Türkiye, kahrolsun sağcılar diye slogan atan bir grup Maraşlıların üzerine yürüdü. Bir kısımları ise din elden gidiyor diye Maraşlıları tahrik ettiler. Hatta bu 3 günden fazla sürdü. Biz istedik ki, bir çatışma, bir nizah, bir kavga olmasın. 

ASKERİ HALK BEKLEDİ 
Devlet nerede kaldı, asker neden göndermedi bu güne kadar? Bu karışıklığı önleyebilir düşüncesiyle herkes bir beklenti içerisindeydi. Çünkü bu işe halk müdahale ederse bunun kanlı şekilde biteceği malumdu. Bu dışarıdan gelen güçler veya burada gizlenmiş, kendin saklamış olan kişiler meydana çıktı, yer yer silah sıkıp bazı kişileri öldürmeye başladılar. Biz böyle sabırsızlıkla beklerken, Maraş’a sıkıyönetim komutanı Rahmetli Yusuf Haznedaroğlu geldi. Biz artık asayiş düzelir, kimse kimsenin canını yakmaz diye beklerken, meğerse paşa peşin hükümle gelmiş. Çünkü işin dışarıdan tertiplendiğini hiç göz önüne almadan, Maraşlıya peşinen suçlu gözüyle bakıyordu ve çoğu insanları suçluluk gözüyle itham ediyordu ve onların üzerine üzerine gidiyordu. Aradan zaman geçti, kendisi halkı tanıdı, halk kendisini tanıdı, meğerse kendinin dediği gibi değil, bu bir tertipti. 

YUSUF PAŞA HALKI HALK ONU TANIDI 
Daha sonra bu tertibin kendisi de farkına vardı, fakat bu tertibi meydana çıkarmak için Yusuf Haznedaroğlu, umulmadık bir şekilde bunun üzerine yürüdü. Birçoğu, silah taşıyanlar yılbaşı olaylarında ölenler oldu, evi yananlar oldu, sakat kalanlar oldu. biz bunlara sıkı yönetim meydana çıkar derken, baktık herkese aynı nazarla baktığı için Maraşlıları suçladı. Zaman içerisinde tabi durumu anlayınca kendinden de bu fikir geçti. Ondan sonra burada bir takım arkadaşlar edindi. Grup kuruldu, kendi onların ziyafetine gitti, onlar kendinin davetine geldi. 

AFŞİN ELBİSTAN’DAN SORUMLU OLDU 
Hatta bu arada sıkı yönetim komutanı olmak hesabıyla kendisine o günler de çok yavaş yürüyen Elbistan-Afşin Termik Santrali’nin işlerini hızlandırmak üzere ek görev verildi. Kendisi de bu görevi güzellikle yaptırabileceğini hükmetmiş olacak ki, 12 yabancı mühendisleri haftada bir 15 günde bir ordu evinde yemeğe çağırıyor, onları ağırlıyor ve eğleniyorlardı. Herhalde bu da yetmedi ve müzikli olsun istedi, Kahramanmaraş Türk Musikisi Cemiyeti olarak bizleri çağırmaya başladı. Biz de arkadaşlarla beraber 7-8 kişilik bir grupla oraya giderdik onları mesh ederdik ve hatta kendisi de arada bir yanımıza gelip darbuka çalardı. Kendisi de içki masasında ney çalmamızı isterdi. Bende hacca gidip geldikten sonra ney çalmayı bu yüzden bıraktım. Ayrıca bu suçluları meydana çıkarmak için elbette çok kişilere işkence yapılmış olabilir ama ben bunları çok duymamam rağmen, bunların hiçbirine ben gözlerimle şahit olmadım. Ancak bu kadar dostluğumuza rağmen Maraşın içinde silah alıp satanlar vardır diye bir gün beni de çağırdı. Bende gittim, polisler beni sorguya çekmek istedi ancak sorguda bir iki dakika kaldım daha sonra da bana gidebilirsin dediler. Benden o kişilerden silah alıp almadığımı da öğrenmiş oldular. Bunu yanında Maraş’ı iyi tanıyınca Maraşın böyle bir cinayet işlemeyeceğini kani olduğu zaman, mademki buradayım, ben zenginlerden alayım, Maraş’ın eksikliklerini tamamlayım düşüncesine kapıldı. 

ANAVATAN PARTİSİ KURULUYORDU 
Daha sonra iş adamlarını toplayıp para alıyordu, bu toplanan paralarla da bazı yerlere harcanıyordu. Sonra Alâeddin Kısakürek hoca efendi, Anavatan kurulurken bana geldi, dedi ki; yahu metin ben seni sordum öğrendim, sen bizim partimizle beraber çalış dedi. bende particilikten anlamadığımı söylememe rağmen hoca ısrar etti ve bizde girdik. Bunu Haznedaroğlu nereden duymuş ise evime geldi ve kapıma elinde ki kırbacı ile vurarak, duydum ki sen bir partiye girmişsin, seni bir daha orada görmeyeceğim gibi bana bir telkin de bulundu. Bende, paşam geç kaldınız. Ben dün oraya katıldığıma dair imza atım dedim ve hiç bir şey söylemeden çekti gitti. O dönemde sıkıyönetim gelince, yolsuzluk, gözü görünen kötü şeyler bir hayli azalmıştı. Halk bir biri ile güzel geçinmeye çalışıyordu”

(Haber: Ahmet Güneçıkan-Emre Akkış)

Editör: Mahmut Beyaz