Filmlere sahne olan hayat hikayesiyle biraz hüzün, biraz barışçıl, biraz sevinç, ve çokça gurur duygusu uyandıran Kahramanmaraşlı Dilbirliği, dirayetiyle en iyi savaşçı, şefkati ile de birçok anneye taş çıkardı.

OSCAR ADAYI OLDU

Gazilik unvanından daha fazlasını hak eden ve davranışı tüm dünya tarafından takdir edilen Süleyman Dilbirliği’nin memleketi olan Kahramanmaraş’ta böylesine önemli bir kahramanlık hikayesi aks ettirilmemesi ayrıca merak uyandırırken, filmi yapılan bu onurlu davranış yabancı film kategorisinde en iyi Türk filmi olarak OSCAR adayı oldu.

HİKÂYEDEN KESİTLER

25 Haziran 1950’de, Kuzey Kore, Güney’e saldırdığında; üç yıl sürecek bu savaşın üç milyon insanın hayatına mal olacağını kimse bilmiyordu. Birleşmiş Milletler’in yardım çağrısıyla Türkiye, Kore’ye 17 Ekim 1950’de General Tahsin Yazıcı komutasında 5090 kişilik bir tugay gönderdi. Tugaydaki askerlerden biri de Kahramanmaraşlı Astsubay Süleyman Dilbirliği’ydi. Annesi-babası öldürülmüş Koreli bir kız çocuğunu ölümden kurtardı. Çocuğa 15 ay boyunca kendi çocuğu gibi baktı. Savaş bitip de Türkiye’ye dönünce, Ayla adını verdiği kızından bir daha haber alamadı. Ta ki 60 sene geçene kadar...

İşte Kahramanmaraş’ın bilinmeyen gizli kahramanı Süleyman Dilbirliği’nin Kore Savaşı sırasında yaşadığı hayat hikayesinin detayları:

ZAMANINI BOŞ GEÇİRMEMEK İÇİN ASKER OLMUŞTU

1950... Kore’de havanın eksi 35 dereceyi bulduğu, kış mevsiminin belki de en soğuk günü... Yere oturmuş dört-beş yaşlarında bir kız çocuğu, feryat edercesine ağlıyor. Yanında, yakınında kimseler yok. Üstü başı perişan, her yeri buz kesmiş. Astsubay Süleyman Dilbirliği, Birleşmiş Milletler ordusunun komutası altında, Kore Savaşı’na katılmış Türk tugayındaydı. Yanında iki askerle yürürken gördüğü bu çocuğu, hiç düşünmeden kucaklayıp birliğine götürdü. Bu, henüz 25 yaşında olan Dilbirliği’nin hayatındaki ilk dönüm noktası değildi. Asker olmak gibi bir niyeti hiç yoktu. Zamanını boşa geçirmek istememişti ve kendini orduda bulmuştu. İlk görev yeri, memleketi Kahramanmaraş’tı; sonra İskenderun’a geçti. “Benim bölük kumandanım çok iyi bir insandı. Çalışırken ‘komutan’, mesai bittikten sonra da ‘abi’ derdim.” İşte, o ‘çok sevdiğim’ diye anlattığı komutanı, Dilbirliği’ne, Kore’ye gitmenin gerekliliğinden bahsetti bir gün. Kore ikiye bölünmüş, güneyde Demokratik Kore, kuzeyde Komünist Kore Halk Cumhuriyeti kurulmuştu. Türkiye, askeri yardımda bulunan ülkelerden biri olacaktı. Komutanının “Gel, beraber gidelim” önerisini biraz düşünmek istedi ama düşünecek bir şey de yoktu. Elbette, onunla beraber gidecekti.

AY GİBİ YÜZÜ VARDI İSMİ AYLA OLDU

16 Ekim 1950’de Kore topraklarına ayak bastığında, bir ömür sürecek bir kalp ağrısı yaşayacağını bilmiyordu. Bulduğu kız çocuğu, yanından ayrılmıyordu. Birliğine getirdiğinde, ilk iş, onu güzelce yıkamıştı, saçları bit doluydu, kısacık kesmişti. Güzel bir yatak hazırlamış, onu sıcak tutacak kıyafetler, ayakkabılar satın almış; bir güzel giydirmişti. Annesi-babası öldürülmüş bu çocuğun adı, Kim Eunja’ydı. Adını telaffuz etmek sadece ona değil, tüm askerlere zor geldi. Yusyuvarlak, ay gibi bir yüzü vardı ya, adını Ayla koydu.

BİZ BİRBİRİMİZİ ÇOK SEVDİK’

Kısa sürede Ayla askerlere, askerler Ayla’ya alıştı. Birlikte oyunlar oynuyor, onları güldürmeye bile çalışıyordu. Türkçe de öğrendi. Üstelik artık Dilbirliği’ni babası biliyordu. Süleyman Astsubay, bu soruya önce “Bilmem” yanıtını verdi, ancak birkaç saniye sessiz kaldıktan sonra “Biz birbirimizi çok sevdik” diye ekledi. “Oraya bizden 15 bin kişi gitti. Ama bu yaşanan, bana kısmet oldu. Ben orada o çocuğa hep sarılırdım, hep öperdim. O da bana nasıl sarılırdı, nasıl severdi. Ama işte sonra... Ayrılmamız gerekti.” Birlikler, Kore’de bir sene kaldı ve onlar dönerken, yeni bir birlik Kore’ye doğru yola çıktı. Süleyman Astsubay için de dönüş vakti gelmişti.

AĞLAYARAK AYRILDILAR

Ayla’yı Türkiye’ye getirmeyi düşündü ama yasalar izin vermiyordu. “Arkanızdan ağladı mı” diye sorduğumda, “Çok ağlıyordu, çok. Öyle çok ağlıyordu” dedi. Dilbirliği, Kendisi de Türkiye’ye döndükten sonra uzun süre gözyaşı döktü, Ayla’yı rüyalarında gördü. Ayla ise, Türk askerlerinin Suwan kentinde açtığı Ankara Okulu’na yerleştirildi. Daha sonra Güney Kore Eğitim Bakanlığı’na devredilen bu okula kaydı yapılırken, küçük kız adını soran müdüre Kim Eunja değil, “Ayla” dedi. Müdür “Bizde öyle isim olmaz” deyince de “Ama ben Türk’üm” yanıtını verdi.

ÇOK DENEDİ AMA BİR İZ BULAMADI

Ve araya, koca bir 60 yıl girdi. Baba-kız, birbirinden haber alamaz oldu. Ayla çok denedi ama babasına dair bir iz bulamadı. Süleyman Astsubay, Kore Savaşı’nın 60. yılı anısına Kore Başkonsolosluğu’nda düzenlenen bir resepsiyona katıldı. Tüm gaziler anılarını paylaşıyorlardı. O da Ayla’dan bahsetti, uzun uzun onu anlattı. Konu, Koreli yetkililerin ilgisini çekmişti, Ayla’nın fotoğraflarını görmek istediler.

HEP ÖZLEDİĞİM BU ADAMI FOTOĞRAFLARDA GÖRMEK KAHREDİYOR’

Hemen Kore’deki Ankara Okulu’ndan mezun olanların kayıtları incelendi. Uzun bir uğraş sonucu, Ayla bulundu. Evlenmiş, bir oğlu, bir kızı hatta iki de torunu olmuştu. Eşini uzun süre önce kaybetmişti ve bir anaokulunda temizlik işçiliği yapıyordu. Koreli muhabirler, onunla evinde buluştu, savaş sırasında çekilmiş fotoğraflarını gösterdiler.“Bu ben miyim” dedi, şaşırdı Ayla. Süleyman Astsubay’ı yanağından öptüğü kareyi gördüğü an ağlamaya başladı: “Hep özlediğim bu adamı fotoğraflarda görmek kahrediyor.” Fotoğraflara baktıkça anılar geri geldi. Gazetecilere Süleyman Astsubay’ın onu diğer eşyalarıyla beraber yanında götürmek istediğini anlattı.

60 YIL SONRA İLK BULUŞMA

Süleyman-Demet Dilbirliği çifti ile Ayla, 60 yıl sonra Seul’deki Ankara Parkı’nda buluşacaktı. Pembe montlu bir kadın, iki yanında torunlarıyla beraber onlara doğru yürüyordu. Birbirlerine bir koşuşları, bir sarılıp ağlayışları var ki, o görüntüyü tarif etmeye yaklaşmak bile mümkün değil. Sarılırken, dünyanın en ağır cümlelerini kuruyordu Ayla: “Niye bu kadar uzun sürdü? Neden daha önce gelmedin? Seni çok özledim.” Süleyman Astsubay ve kızı, o andan sonra mektuplaşır oldular. Ayla, Korece yazdığı mektupları Türkçeye de çevirtip ikisini birden postalıyor ve mektuplarında şöyle diyordu: “İyi bir babanın kızı olmaktan mutluyum. Babam Türk diye kendimle gurur duyuyorum. Her gün resminize bakıyorum ve resminizle konuşuyorum.” Baba-kız, en son 2012’de, Ayla’nın Türkiye ziyaretinde yüz yüze görüştüler. Türkçeyi çoktan unutmuştu, sadece birden sekize kadar sayabiliyordu.

KIZIM İÇİN, BEN BUGÜN OLSA, YİNE GİDER SAVAŞIRIM’
Süleyman Astsubay, şimdi 93 yaşında. Hayatı boyunca hep albümler biriktirdi, Ayla’nın fotoğraflarına baktı durdu. 1969’da ordudan emekli oldu ama silah sesleri hâlâ kulağına geliyor. Ve savaşı hâlâ rüyasında görüyor. Ne Kore’ye giderken ne de Güney Kore için savaşırken korktuğunu anlatıyor. Ve şöyle diyor: “Kızım için, ben bugün olsa, yine gider savaşırım.

GELECEK NESİLLERE BELGE

Ayla ile hikâyemizi sinemada izlemek çok hoşuma gider. Umarım dünya çapında bir film olur. Çünkü Kore Savaşı’nı ve neden oraya gittiğimizi pek kimse bilmiyor. Amerikalı General (Douglas) MacArthur bize ‘Kuzey Kore’yle yapılan savaş cephede bitti’ dedi. Biz de Kunu-ri Boğazı’na çıkış yaptık. O akşam, gayrinizami haldeydik, çünkü bize savaş bitti dediler, artık evimize gideceğiz diye düşünüyorduk. Ama işte o gece... 26 Kasım gecesi, 400 bin Çinli taarruz etti. Ve bunu bize kimse haber vermedi. Orada muhabere ettik. O zaman da korkmadım. Bu film, gelecek nesillere bir belge olur.”

KORE BİZE İYİ BAKTI

“Ben hep tereyağının, yoğurdun iyisini yedim, hiç sigara içmedim. Hep sağlıklı beslendim. Ayaklarımda sorun var ama bu yaşa kadar geldim, çok şükür. Üstelik ben çok kaza geçirdim. 30’lu yaşlarda vapurdan iskeleye atlarken suya düştüm, vapurla beton arasında kaldım. Allah’tan rüzgâr, fırtına yoktu; yoksa su beni alır batırırdı. Trenle Kırşehir’e giderken tren raydan çıktı, toprak üstünde kaydı. Neyse ki yavaştı. Maraş’tan İstanbul’a ev tutmaya gelirken araba devrildi, altından sağ çıktım. Allah’ın verdiği ömür işte... Sabah kalkarım, madalyalarımın olduğu ceketimi giyerim. Benim madalyalarım var, onlar verdi. Kore’de bize çok iyi baktılar. Hem yumurta verirlerdi, hem de yumurta tozu. Hindi de yedik. Ama bizim ordumuz öyle fakirdi ki, bir asker iki buçuk sene askerlik yapardı, ayakkabısını yamar yamar giyerdi.”

Haber: Kübra Dilbirliği

Editör: Mahmut Beyaz