Türkiye’nin sınırında oluşturmak istenen Terör devletine, tokat önceki gün Afrin’e düzenlenen “Zeytindalı” operasyonu başladı. Şimdi bunlar yaşanırken bir şehrin ülkeyi kurtarmak için 1920 yılında verilen destansı mücadele bugün bile tarih kitaplarına konu olacak cinsten. Kahramanmaraş Ticaret ve Sanayi Odasının arşivinden yararlanan muhabirimizin derlediği, düşmanı omuzlarından atan şehrin 1860-2018 yılları arasında yaşadığı yokluk illeti, savaşlar, bürokratik engeller, ekonomik krizler kısacası mini bir özgeçmişi ise sayfa sütunlarına şöyle yansıdı;

21 Ocak 1920 yılında başlayan ve kendi imkânları ile 12 Şubat 1920 yılında düşmanı bağrından söküp atan Kahramanmaraş, Kurtuluş Savaşı’nın kıvılcımını ateşledi.

“Adamın Su Gibi Akanıdır, Maraş” sözüne mazhar olan Kahramanmaraş, eşsiz bir kahramanlık örneği sergileyerek, İstiklal Madalyası’nı hak eden dünyadaki tek şehir olma özelliğini taşıyor.

30 Ekim 1918 yılında Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasının ardından müthiş bir saldırı altında kalan ülke, kendi kendini kurtarabilmek için bir çıkış yolu arıyordu. Yüzyıllar boyunca Cihana hükmetmiş bir neslin torunları kendini kurtarıp, düşmanı bağrından atmak için bir ilham ararken, tarihler 21 Ocak 1920 yılını gösteriyordu. O zamanki adı ile Maraş, dillere destan bir kahramanlık örneği göstererek, yüzyıllarca sürecek bir kurtuluşu müjdeledi.

İŞGAL YILLARI

Akdeniz’i Doğu’ya ve Kuzey Anadolu'ya bağlayan çok önemli bir geçiş noktasıdır Maraş. Tarih boyunca göz dikilmiş, uğruna nice savaşların yapılıp nice canların verildiği yer Maraş. Binlerce yıl hep kıskanılan hep elde edilmek istenilen bir sevgili Maraş.

Anadolu topraklarında Birinci Dünya Savaşı'nın sonlarına doğru müttefiklerin yenilmesi üzerine Osmanlı İmparatorluğu 30 Ekim 1918 yılında Mondros Mütarekesini imzaladı. Bu anlaşmaya göre Anadolu'nun birçok yeri gibi Maraş da önce İngiliz ardından Fransız kuvvetlerinin işgali altına girdi. Olaylar bundan sonra patlak verir oldu. Fransızlar’ın şehre girmesiyle art niyetli bazı Ermeni grupları da adeta bayram havası yaşamaya başladı. Fransız ve onlarla birlikte olan bu gruplar sağa sola sataşıyor halkı alabildiğine taciz ediyordu. Dayanılası bir durum değildi. Türk’ün sabrı tükenmek üzereydi.

HAMAM VE BAYRAK OLAYI

Fransız ile işbirliği içinde olan bu grupların Uzunoluk Hamamı’ndan çıkan kadınlara sarkıntılık etmesi ve peçelerinin yırtılması üzerine dayanamayan bir esnaf, Maraş Destanı'nın fitilini ateşledi. Süt satarak geçimini sağlayan boş zamanlarında da gönüllü imamlık yapan ve tarihe Sütçü İmam olarak geçecek en büyük halk kahramanlarından biriydi. Hiç tereddüt etmeden silahını çıkarıp ateşledi askerlerin üzerine. Şimdi daha da bir kabarmıştı Maraş'ın yüreği. Bu olaydan birkaç gün sonra kaledeki Fransız bayrağının indirilip yere atılması bardağı taşıran son damla oldu. Adeta yağmur oldu, tufan oldu, boran oldu yağdı düşmanın üzerine Maraşlı. Bir ay içerisinde efsanevi bir yiğitlik destanı yazarak fırlattı attı düşmanı sırtından. İşte bu kahramanlık Türkiye Cumhuriyeti'nin, kuruluşu için büyük bir cesaret verecek ve 23 Nisan 1920'de Türkiye Büyük Millet Meclisi oluşurken kahraman da dünyanın İstiklal madalyalı tek şehri olacaktı.

YOKLUK YILLARI

Ama ne yazık ki Maraş, bu zaferin keyfini süremeyecek, zaferi tattığı yıllarda çilesinin bitişi değil başlangıcı olacaktı. Kurtuluş Savaşı varlık ile kazanılmamıştı. Kurtuluş Savaşı yokluğun içinde gizli en büyük sermaye en büyük servet olan inançla elde edilmişti. Hem de ne yokluk. öyle böyle değil. Düşman Maraş’tan kaçıp giderken de göz gözü görmüyordu, duman'dan yanıyordu Maraş. Ne elde vardı ne avuçta. O yılları yaşayan Mehmet Nuri Alpay isimli bir Gazi, içinde bulunan durumu yıllar sonra yazdığı anılarında şöyle dile getiriyor: ‘Fransız bölüğündeki bazı Ermeni askerlerin yoldan geçerken zaman zaman süngü çekerek çocukları korkutmaları büyük bir tiksinti yaratmıştı. Kutsal bayrağına ve Ay Yıldız'a olan hasretim ve muhabbetin bir kat daha artmıştı. Maraş ile Osmaniye'nin kuzeybatısındaki Haruniye’de Ermenilerle beraber olan Fransız’a karşı savaş başladı. 17 yaşında benim de katıldığım bu savaşta eşyalarımız ile birlikte evlerimizde yandı. Anlatılması mümkün olmayan korkunç bir yokluk içindeydik. 1921 yılının ikinci yarısı ve 1922 yılının ilk aylarında milis kuvvetlerinden ordu kurmak isteyen Mustafa Kemal Paşa, Tekalif-i Milliye adı altında halktan yardım istedi. İki çift gömleği ya da çorabı olanlar bir çiftini seve seve bağışlıyordu. Bende 2 adet fanila’mı (iç çamaşırı) bağışlayıp gömleklerimi fanilasız giymeye başladım’

İLK NÜFUS SAYIMI VE TARIM

1927 yılında Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk yaptırdığı nüfus sayımına göre kentin nüfusu 25 bine kadar düşmüştü. Yine aynı yılki verilere göre 4 milyon hektardan daha az olan ekilebilir arazi büyüklüğü ülke genel topraklarının sadece yüzde 4,86’ sına tekabül ediyordu. Arazinin en fazla ekildiği yerler arasında Maraş'ta bulunmakta idi.

ÇIKMAZ SOKAK MARAŞ

Silahını bırakıp yeniden eline kazmasını çapasını alan Maraşlı’nın ne yazık ki mahsulünü satmaya götürecek yolu yoktu. Adeta çıkmaz bir sokak idi Maraş. Doğunun ve Güneydoğu'nun zahire ambarı olarak anılan ve gelir açısından vilayetin en büyük ilçesi olan Elbistan ile Maraş'ın arasına adeta geçit vermemek için dikilmiş Toroslar aşmak ve oradan şeye ulaşmak neredeyse imkansızdı. Bu ilçeden Maraş'a sadece ayda bir kez katırlar ile yapılan posta yolculuğu bile can ve mal kayıpları ile sonuçlanıyordu. Tüm bu olumsuzluklara rağmen bu kahraman şehir, memleketin ekonomisine hem ihracat hem de iç piyasada elinden geldiğince katkıda bulunmaya çalışıyordu. Şair Gülten Akın'ın adamın su gibi akanıdır dediği Maraş, suyun adeta sihirbazı olmuştu. Şehrin etrafını saran dağların arasında bulunan akarsular her türlü imkansızlığa rağmen adeta sihir yaparmışçasına, kanallar açarak ekim yapılacak alanlara kadar bereketi getiriyordu. İnsanının bu yeteneği sayesinde il topraklarında bolca pirinç yetişmekte ve bundan dolayı Maraş bir çeltik memleketi olarak anılmaktaydı.

SÜVEYŞ KANALI VE TİCARETİN DURMASI

Şehir Türkiye Cumhuriyeti için hayvancılık açısından da büyük önem taşıyordu. Ama ünü sadece bunun ile sınırlı değildi. Maraş'ın önce Dulkadiroğulları daha sonra da Osmanlı Döneminde, Türkiye’nin en önemli ticaret merkezlerinden biriydi. Burada, Dokumacılık, Saraciye, Demircilik, Kuyumculuk, Mobilyacılık gibi meslekler Maraş'ın simgesiydi adeta. Burada hünerli ellerden çıkan ürünler hem piyasaya hem de Halep üzerinden dış pazarlara satılıyordu. Şehir ve ülke ekonomisine önemli bir gelir kazandırmakta idi. Ancak 1860’larda Süveyş Kanalı'nın açılması ile Avrupa İran ve Bağdat ticaretinin İskenderun bağlantısı kopmuş, İskenderun Limanı önemini kaybetmişti. Söz konusu ticaretin yönünün değişmesi ile birlikte üretim alabildiğine etkilenmiş ihraç edilen mahsulün fiyatı önemli ölçüde düşüş göstermişti. Satılamayan ürünlerin büyük bölümü Çiftçinin elinde çürümüştü.

YOLSUZLUK HEP KADERİ OLDU

Tarih boyu en önemli geçişleri birbirine bağlayan yol olması nedeniyle binlerce yıl tüm uygarlıkların hayallerini süsleyen Maraş'ı, ne yazık ki en parlak dönemlerini yaşadıktan sonra yine yol faktörü yıkılmıştı. İşte bu tarihten sonra Maraş gidilemeyen, dönülmeyen memleket diye anılacak, kara talih her gün biraz daha içine kapanmaya başlayan bu şehri hiç hak etmediği zor günler yaşatmaya devam edecekti.

TRAHOM HASTALIĞI VE 1933 YILI BULANAN DOĞAL KAYNAKLAR

Bir toplu iğne bile üretemeyen memleket, imkânsızlıklar ile gelişimine elverişli ortam yaratamıyordu. Diğer Doğu ve Güneydoğu vilayetleri gibi Maraş'ın de en büyük sorunu, görme yetisini kaybettiren trahom hastalığı başta olmak üzere sıtma ve verem gelmekteydi. Elbette bu hastalıkların çaresi vardı ama çaresizlik, yokluk, yolsuzluktu. 1933 senesinde Anadolu'daki kaynakları yerinde tespit etmek için şehre gelen birkaç mühendisin yazdığı rapor tüm gözlerin Maraş'a çevrilmesine neden oldu. Çünkü yapılan incelemede şehirde Gümüş, Krom, Linyit, Simlikurşun, Prox, Şap ve Petrolde vardı. Üstelik Osmanlı'nın son dönemlerinde bölgeye gelen dünyaca ünlü bir İngiliz firması bu madenleri işletmeye talip olmuş gelirin bir bölümün köylülere vermeyi tarif etmişti.

1939 ALMANYA’NIN POLONYA’YI İŞGALİ

İşte bu kaynaklar değerlendirilecekti ama 1939 yılında Almanya’nın Polonya’yı işgali ile başlayan İkinci Dünya Savaşı tüm planları altüst etti. Savaşın başlaması ile hükümet ithalatı yasakladı ve yatırımlar durdu. Bunların arasında 1930 senesinde O dönemki adı ile Nafiye vekaletin yani, Bayındırlık Bakanlığı'nın açtığı ve halkın dört gözle beklediği Kayseri-Maraş yolunun yapım ihalesi de bulunuyordu. İşte bunu belki de kara haber olacaktı, çıkmaz denilen Maraş için.

ELİ SİLAH TUTAN 1 MİLYON KİŞİ ASKERE ALINDI

Eli silah tutan 1 milyondan fazla erkek askere alındı. Bu uygulama özellikle tarım kesiminde çalışacak tüm insan gücünün kaybına ve dolayısıyla zirai ürün fiyatının astronomik şekilde artmasına neden olacaktı. 1941 senesinin sonlarına doğru temel tüketim maddelerinde büyük bir kıtlık baş gösterdi.

EKMEK KARNEYE BAĞLANDI

1942 yılının Ocak ayında ekmek karneye bağlanarak; istihkak önce kişi başı günlük 300 ardından da 175 gram ile sınırlandırıldı. Bununla da yetinmeyen hükümet buğday satışını yeni yasaklayıp jandarma marifetiyle tarlalardaki ürüne el koymaya başladı. İşte bu, perişanlıktan en fazla nasibini alan şehirlerin başında Maraş gelmekteydi. Tarımdan başka hiçbir geliri olmayan vilayette, üreticinin tarladaki buğdayına, hatta hayvanlara yedirdiği samana bile el konuldu. Her türlü zarurete alışmış Maraş, şimdi yokluğun dibinin görülmeye başladığı kara günler gelip çatmıştı. Arpayı el değirmeninde dövüp tülbentten süzerek yiyen Maraşlı, için kendi toprağında çıkan buğdayı ile karnını doyurabilmek bile hayal olmuştu.

EVLENECEK ERKEKLER EMANET AYAKKABI İLE DÜĞÜN YAPARDI

Giyim kuşam neydi onu da bilmiyordu Maraşlı. Evlenecek erkeklere, düğün günü bir yerlerden bedenine bakılmaksızın bir ceket, numarası pek de önemli olmayan emanet bir ayakkabı bulunur, böylece damatlıklar tamamlanmış olurdu. Okul çağındaki öğrencilere patiskadan yapılmış ve kir göstermeyen gri renkteki entariler giyerek giderlerdi okullarına. Hatta okullarda, devletin yakacak ödeneği olmadığı için sırayla odun götürülürdü. Eğitimin de fakiriydi Maraş.

1940 YILINA KADAR LİSESİ YOKTU

1940'lı yılların sonuna dek lisenin bile olmadığı Maraş, aç kalmak üşümek eğitimsizlik kaderdi. Ama kesinlikle hasta olmamalıydı. Çünkü Sıtma, Trahom gibi hastalıkların alabildiğine arttığı bu dönemde, hasta olmak doktor ve ilaç bulunamadığı için kaderine terk edilmiş anlamına geliyordu. Maraş'ın geleneksel el sanatları ile uğraşan esnafı, yokluk nedeniyle işleyecek hammadde bulamadığı gibi araç ve gereçler de yoksundu,

İLK TRAKTÖR İLE TANIŞILMASI

1950 yılında yapılan seçimlerde en büyük bir zafer ile çıkan Demokrat Parti Anadolu'da yeni bir kalkınma hamlesi başlattı. Marshall yardımından gelen fonlarla ülkenin birçok yere traktör ve biçerdöver ile tanışınca tarım gelirleri sürekli artış kaydetmeye başladı. Bu gelişmelerden Maraş'ta nasibini almıştı. Şehrin ilçeleri ile ulaşımını sağlamak için karayolu yapımına ağırlık verilirken, demiryollarına da yeni hatlar eklenmeye başlandı. Akabinde memleket ekonomisi için çok önemli olan Adana ve Maraş'taki pamuğun işlenmesi adına şehirde bir Mensucat fabrikası kurulması çalışmaları başladı.

İLK FABRİKA KURULUMU

1955 senesinde 4 milyon TL sermaye ile Kahramanmaraş Pamuklu Dokuma Sanayi tesisi ihaleye çıkıldıktan ancak 10 yıl sonra işletmeye açıldı. 1968 yılına kadar Sümerbank Müessesesi adı altında müstakil bir müessese olarak faaliyet gösterecekti. Demokrat Parti'nin ülkeyi kalkındırmak için başlattığı hamlenin hız kazandığı dönemde bir sorun daha yaşandı.

İTHALATIN ARTIŞI VE DÖVİZ SIKINTISI

1953 yılının ortalarına doğru ithalatın artışı ile döviz sıkıntısı baş gösterdi, daha önce başlatılan yatırımların önemli bölümü askıya alındı. Devam eden projeler ise ertelenmişti. Ertelenen yatırımlar nedeniyle şehrin çehresi ve sosyal hayatta gelişim istenildiği seviyede olmadı. Eskisine göre birçok şeyi değişse de halen bakımsız halen ihmal edilmişti Maraş. 1961 senesinde Maraş'a giden Cumhuriyet Gazetesi yazarı Erol Dallı izlenimlerini şöyle aktardı: ‘ Çok bakımsız bir şehir Maraş, çok ihmal edilmiş Maraş. Maraş’ın her tarafta çok çabuk eğitilebilir bir hali var, samimiyeti çalışkanlığı var tabii çalıştırmasını bilir isen’

Aynı tarihlerde Maraş'ın köylerinde görev yapan bir öğretmenin gönderdiği mektupta ise hakikaten dönemin fotoğrafını çeker gibiydi: ‘Köylünün durumu öylesine sefil ki yazı ile anlatılamaz. Benim köyümde pantolon yerine, kara şalvar giyilir. Çocukların çoğuna kara lastik, kalem, defter almak zorunda kaldığım çok olmuştur. Burada çorap giyilmez, yoktu ondan mı yoksa önceden de mi böyle olduğu için mi bilinmez.

1960 DARBESİ

1960 darbesinin ardından, döviz darboğazı nedeniyle Türkiye artık ithalata dayalı olmayan Politikalar izleyecek, bunun için yeniden potansiyeli iç kaynaklara yönelecekti. işte bu kaynakların başında hem Tekstil'in ana maddesi hem de önemli ihraç kalemi olan pamuk gelmekteydi. 1960’ların başında Adana'dan gelen pamuk tüccarları, Maraş'ta tarlaları kiralayarak pamuk ekimine başladı. Önceleri birkaç küçük tarlada başlayan bu Ekim işlemi birkaç yıl içinde daha geniş alanlara yayıldı. Maraşlı da kendi hazinesinin farkına varıyor, pamuk ekimini öğrenir duruma geliyordu.

AFŞİN VE ELBİSTAN’DAN MÜJDELİ HABER

Beyaz altın olarak tabir edilen pamukta var olduğunu kanıtlayan bu doğurgan topraklar, bir süre sonra Maraş halkına bambaşka ufuklar açmıştı. İkinci zafere giden yoldaki Kahraman için makas değişimi böylece başladı. Sadece Maraş’ı değil Türkiye'de sevinç ve heyecana boğan haber ise 18 Temmuz 1967 günü Almanya Boon´dan geldi. Gazetelerde manşet olan haber'de yer altı kaynakları ile ilgili araştırmalar yapan Alman jeologları Elbistan'da 1 milyar ton rezervli linyit yatakları bulunduğunu bildiriyordu. Önce inanılmaz gibi gelen bu haberin doğruluğu kanıtlanıyordu ama rezervinin 1 değil 4 milyar tondan fazla olduğu çok fazla sonraları tespit ediliyordu. Türk ekonomisinin gözbebeklerinden biri olan Elbistan’dan bu haber gelir iken, kurtuluş savaşında birkaç ayda destansı mücadele yazan Maraşlı, ne yazık ki ekonomik alanda bu başarıyı verememişti. Bugünün mucizesini yaratan kahramanların birçoğu hayatlarının en verimli çağında işsiz ve umutsuzdu.

VEREM HASTALIĞI 1970 YILINA KADAR CAN ALDI. MEYRİK TÜRKÜSÜNÜN ÇIKIŞI VEREM HASTALIĞINDANDIR

Ya bir de hastalıklar. İnce hastalık tabir edilen Verem 1970'li yıllara gelinmesine rağmen genç yaşlı, çoluk çocuk demeden insanları yatağa düşürüyor ve alıp koparıyordu bu hayattan. İşte dillere pelesenk olan ‘Maraş'tan Bir Haber Geldi, Dediler ki Meyrik Öldü’ türküsü bu ince hastalığın neden olduğu trajik bir öyküden doğmuştur. Pazarcık ilçesinin Damlataş köyünde yaşayan Meyrik isimli genç bir gelin, evlendikten birkaç ay sonra yakalandığı Verem illetine yenik düşerek, kaldırıldığı Maraş Devlet Hastanesi'nde Hayatını kaybetmişti. Ölüm haberinin köye ulaşmasıyla ağıtlar yakılırken Meyrik gelinin aynı zamanda kayınvalidesi olan teyzesinin dudaklarından o anda dökülen dizeler yürekleri parçalayacak, Aşık Mahsuni Şerif tarafından bestelenen bu ölümsüz eser O yıllardan itibaren dilden dile dolaşacaktı.

KARTALKAYA BARAJININ YAPIMI VE TARIMIN GELİŞİMİ

1965 senesinde Aksu Nehri üzerinde yapımına başlanılan Kartalkaya Barajı'nın 1972 senesinde faaliyete geçmesiyle Maraş'ta sulanabilir tarım alanları çok büyük ölçüde artış kaydetti. Başta pamuk olmak üzere birçok tarım ürününde rekolte alabildiğine yükseldi ancak tarımda yüzü gülen ve pamuk sayesinde bünyesinde onlarca Çırçır atölyesi bulundurmaya başlayan Maraş bu değerli ürününü haliyle sanayiye dönüştürememişti. Buna bir türlü cesaret edemiyordu. Üstelik girişimci, verilen teşviklerden de haberi yoktu. Fakat her şeyin bir başlangıcı vardı. İşte Maraş sanayisinin o dönemdeki çırçır atölyesi sahibi Zekeriya Tanrıverdi’yi ziyarete gelen bir arkadaşının sözleriyle başladı. ‘Gel fabrika kuralım, teşvik te varmış.’ Maraşlı gözükara girişimcilerin, hayallerini süsleyen fabrika 27 vatansever'in elini taşın altına sokması ile hayata geçti. Ama bu iyi niyetli insanların sanayiyi bilmemelerinden dolayı kar getiren bir yatırım olmadığı için uzun süreli de olamadı.

1975 YILIN DA AFŞİN-ELBİSTAN TERMİK SANTRALİNİN ALTYAPI ÇALIŞMALARI SONA GELİNİYORDU

Bu arada Ceyhan Nehri üzerine inşa edilecek olan Aslantaş Barajı’nın (Osmaniye) yapımı için yine aynı yıl karar verilirken, 1975 senesinde Afşin-Elbistan termik santralinin altyapı çalışmaları sona geliniyordu. 1925 senesinde kırmızı şeritli İstiklal madalyasını taltif edilen şehir, düşman işgalinden kurtuluşunun 53’üncü yılını kutlamaya hazırlandığı 7 Şubat 1973 günü Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından kahraman unvanı alıyordu. Ama buruktu Kahraman, zira unvanını aldığı o günlerde Devlet Planlama Teşkilatı tarafından Türkiye'nin en geri kalmış 15 ilinden biri olduğu açıklanıyor ve hak etmediği bir üzüntü yaşıyordu. Gerçekten hak etmiyordu Kahraman bunu. Ne büyük potansiyeli vardı, kalbi girişim ile çarpıyordu bu şehrin.

1983 YILI DEĞİŞİM YILI OLDU

Türkiye'de yepyeni bir ekonomik dönüşümün başlangıcındaki ilk adım 1983 senesinde yapılan seçimler oldu. Turgut Özal liderliğindeki Anavatan Partisi tarafından Kahramanmaraş'ın da içinde bulunduğu 28 il yüzde 60'lara varan yatırım indirimi teşfikler gelirken, servet beyanı zorunluluğu da kaldırıldı.

1985 YILI KALKINMADA ÖNCELİKLİ SAYILAN 28 İL

1985 yılına kadar kalkınmada öncelikli sayılan 28 il arasında en yüksek yatırım oranı yüzde 220 ile Kahramanmaraş'ta elde edildi. Kahraman verdiği mücadele ile memleketin ekonomik Kurtuluş Savaşı'nda vatanına örnek olmuştu. Onun yıllar boyu bastırılmış olan bu kara sevda artık önüne set çekilemez coşkun bir dalgaya dönüşmüştü. İşte bu teşvikler girişimcinin heyecanını teşvik etmiş, daha önce yatırım yapacak alanı bulunmayan Kahramanmaraş'ta yastık altındaki paraları katma değere dönüştürmeye başlamıştı. Şehirde birbiri ardına iplik fabrikaları kurulmaya başlamıştı. Diğer yandan 1973 senesinde ilk kısmı ihale edilen, Küçük Sanayi Sitesinin 478 işyeri, tamamlanmış, 21 adet Sosyal Tesis barındıran ikinci kısım ihalesi 1984 yılında yapılmıştı. 1989 yılına gelindiğinde Türkiye ihracatını 5 kat arttırmış, Kahramanmaraş ise tam anlamıyla bir sanayi kentine dönüşmüştü.

MENZELET BARAJININ YAPIMI

Ceyhan Nehri üzerinde kurulan Menzelet Barajında hidroelektrik santralleri de kurulmuştu. O dönemde denemeler başlamış,1990 yılından 1993’e kadar adeta bir sanayi döneminin patlaması yaşanmıştı. Şehirdeki yatırımlarda bir kez daha rekor seviyeye yükselmişti. Tekstil'in haricinde Kağıt Çimento, Ayakkabı gibi değişik alanlara da önemli yatırımlar yapıldı. Bu işletmeler sektörlerinde büyük paylara sahip oluyordu. Yoklukla savaşan ve ikinci zaferine koşan kahramanı artık hiç kimse durduramayacaktı. Başta Tekstil ve Metal olmak üzere aralarında yüzlerce kişiyi istihdam edecek büyüklükte fabrikaların bulunduğu şehir hakikaten Türkiye'ye sığmıyordu. Artan istihdamla birlikte gelir seviyesi de yükseliyor, 1993 yılında verilerine göre en fazla otomobilin girdiği şehir Kahramanmaraş oluyordu. Şimdi herkes bir zamanlar sürekli kötü haberlerin geldiği bu şehir nasıl oldu da bu mucizeyi yarattı sorusunu cevabını merak ediyordu. Oysa bu tıpkı Ağustos böceği ve karıncanın hikayesin de olduğu gibi çalışkanlığın inancın ve azmin zaferiydi. Kanıtlamıştı işte kendisini Kahraman. Fırsat verildiğinde neler yapılabileceğini göstermişti, bu asil kan.

BİZDE BABA PARASI YİYEN YOKTUR

Dönemin Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Ahmet Evliya: ‘Bizde baba parası yiyen yoktur hepsi alın teridir bu fabrikaların hepsi kan ter içinde çalışma ile geçen günlerin ürünüdür’ sözleriyle açıklıyordu yaratılan mucizeyi. Gerçekten de bin bir güçlük ile gittikleri ülkelerin otel odalarında yumurta kırıp yemiş, dil bilmelerine rağmen pazarları fethetmiş hiçbiri eli boş dönmemişti.

TERÖR OLAYLARI ÜRETİMİ ENGELEMEDİ

1990'lı yıllar ülkede yaşayan ekonomik sorunlar, terör olayları fırsatların pek çoğu kaçırılmıştı, ama Kahramanmaraş sanki bu ülkenin bir şehri değilmiş gibi yoluna devam ediyordu. Üstelik Gümrük Birliği'ne girmeye hazırlanılan yıllarda, Bürokratik engellere takılan Havalimanı açılmamıştı. Bir zamanlar onun karadan yolunu kapayanlar, şimdi havadan da gitmesine engel oluyordu. Ayrıca şehir 1995 yılına kadar henüz Organize Sanayi Bölgesine kavuşamamıştı. Aynı yıl altyapı çalışmaları başlatılan OSB tüm ısrarlara rağmen yanlış bir yere kuruluyor girişimcinin haklı itirazı bürokrasi tarafından kabul görmüyordu.

DÖVİZ POMPALIYORDU

1999 yılı Ağustos ayında İstanbul depremi ardından gelen kriz ile ülke 2000li yıllara bir Tsunami dalgasının içine girmişti. Kötü günlerin biri bitmeden bir diğeri başlıyordu. Kahraman ise vatanının en çok ihtiyaç duyduğu şeyi dövizi pompalıyordu adeta. Devletin ona verdiği desteklerin tek bir kuruşunu dahi ziyan etmeyen Kahraman, dişiyle tırnağıyla elleriyle kendi zenginliğini yukarıya doğru taşıyordu. Tüm bu zorluklara göğüs göğse çarpışarak aşan Kahraman, bugün bambaşka sularda seyrediyor. Bugün 5 milyar doları aşan sanayi üretimi 22’si ISO binde olan 260 ihracatçı şirketi, 2 milyar dolarlık dış ticareti 155 bin kayıtlı çalışanı 118 ülkeye mal satarak memleket ekonomisine çok önemli bir ölçek yaratıyor. Yeteneğini bir kez daha verime dönüştüren, suyun sihirbazı şehir; bugün 8 barajı 35 faal 22 yakında hizmete girecek 57 Hidroelektrik Santrali bir enerji kentine dönüşmüş durumda.

DEV BİR ENSTİTÜ

Tarhanası, biberi ve dünya markası dondurması ile dünyadaki eşsiz lezzetleri sahip Kahraman, ayrıca hızlı tren, yeni havalimanı gibi ulaşımındaki önemli yatırımlar ile başlayan Germenicia Antik Kenti, Kalesi, Ulu Cami, Taş Mescit´i, Uludaz Tepesi, su sporları merkezi olmak üzere kültür varlıkları ve doğal hazineleri ile de yeniden keşfedilmeye gün sayıyor. Bir zamanlar eğitiminde fakir olan şehir bugün, 43 bin öğrencisiyle 2500 Akademik ve idari personel ile bünyesinde barındıran Sütçü İmam Üniversitesi ile Üstün Teknik ve bilimsel değerlerle donanmış bireyler yetiştirmek yolunda ilerliyor”

Derleyen: Mustafa Kılınç

Editör: Mahmut Beyaz