2015 yılının Nisan ayında çalışmalarına başlayan ve Türkiye’nin en eski mezarlıklarından biri olan Şeyh Adil Mezarlığı içerisindeki 60 bin mezarın taramasını yapan Tarihçi İbrahim Kanadıkırık, kent tarihinde önemli bir yer tutan şehitlerden, alimlere, yerel yöneticilerden birçok önemli ismin mezarlarına ulaşmıştı. Osmanlıca yazılı olan mezar taşlarını günümüz Türkçesi’ne çeviren Kanadıkırık’ın çalışmalarını ise Manşet Gazetesi olarak seri röportajlar şeklinde siz değerli okuyucularımızla buluşturmaya devam ediyoruz. Elde ettiği bütün bilgileri Bab-ı Ukba adlı kitabında bir araya getiren Kanadıkırık, röportajımızın dördüncü bölümünde ise İstiklal Harbi’nin isimsiz şehidi Darendeli Nuri Ağa’nın şehadet hikayesini, mezarlığının durumunu ve Osmanlıca yazıları okuyabilmenin önemini anlattı. Şehit Darendeli Nuri Ağa’nın, Malatya’nın Darende İlçesi’nden Kahramanmaraş’a geldiğini ve Kahramanmaraş’ta Darendeliler olarak tanındığını belirten Kanadıkırık, Nuri Ağa’nın Maraş Harbi’nden sonra Ermeniler ile çıkan çatışmada şehit düştüğünü söyledi.

FINDICAK ERMENİLERİYLE ÇATIŞMADA ŞEHİT DÜŞTÜ”

İlk olarak 21 Mart 1920’de şehit olan Darendeli Nuri Ağa’nın şehadet hikayesini anlatan Kanadıkırık, “Aile Maraş’a Malatya-Darende’den gelerek yerleşmiş olup, “Darendeliler” ismiyle tanınmıştır. Darendeliler ailesinin duayenlerinden Durdu Mehmed Yiğitalp Hoca’nın anlatımına göre; Nuri Ağa aslen Darende’nin Yenice nahiyesindendir. Ailenin Maraş’taki manevi lideri Darendeli Şeyh Muhammed Hilmi Efendinin kız kardeşinin oğludur. Maraş harbinden sonra Fındıcak Ermenileri ile (Dönüklü-Fatih Kasabası tarafları) harbe gitmiş ve burada şehit olmuştur. Torunları günümüzde Elbistan ilçesinde yaşamaktadırlar” dedi.

FINDICAK HADİSESİ ÇOK KANLI BİR İSYAN”

Fındıcak Hadisesi’nin tehcir sırasında gerçekleşen çok kanlı bir isyan olduğuna dikkat çeken Kanadıkırık, “Ancak burada dikkat çeken husus Nuri Ağa’nın şehit düştüğü rivayet edilen yer ile mezar taşındaki tarih arasındaki ikilemdir. Nuri Ağa’nın mezar taşı 1 Recep 1338 tarihini vermektedir. Bunun miladi karşılığı ise 21 Mart 1920 tarihi olup, Maraş’ın kurtuluşundan yaklaşık 40 gün sonrasıdır. Fındıcak Hadisesi ise 1915 yaz aylarında tehcir sırasında gerçekleşmiş çok kanlı bir isyandır. Kaynaklar Maraş’ın kurtuluşundan sonra Fındıcak’ta meydana gelmiş herhangi bir Ermeni İsyanından bahsetmemektedir. Ancak Maraş’ın kurtuluşundan sonra Ermeniler’in toplanma yeri Zeytun olmuş ve Zeytun Ermenileri 1921 yaz aylarına kadar Zeytun’da tutunmayı başarmışlardır. 5 Mart 1920’den itibaren de çeşitli aralıklarla çatışmalar başlamıştır. Konuyla ilgili ayrıntılı bilgilere Prof.Dr Ahmet Eyicil, Doç.Dr. Necla Güney ve Doktora öğrencisi A. Latif Dinçaslan’ın yayınlanmış eserlerinden ulaşılabilir. Bu sebeple Darendeli Nuri Ağa’nın şehadetinin Zeytun Ermenileri ile ilgili çatışmalarda gerçekleştiği akla daha yatkın görünmektedir. Zaman içerisinde daha net ve kesin bilgilere ulaşılabileceğini de düşünüyorum” ifadelerini kullandı.

DARENDELİ NURİ AĞA’NIN MEZAR TAŞI TERCÜMESİ

“Hüve’l hayy’ul baki Garip mazlum şehid-i merhum Darendeli Nuri Ağa’nın ruhiçün fatiha. 1 Recep sene 1338”

DEDEMİZİN EL YAZISINI OKUMAKTAN ACİZ DURUMDAYIZ”

Mezar taşlarının incelenmesinde Osmanlıca’dan özellikle bahsediyorsunuz. Osmanlıca neden bu kadar mühim?

Osmanlıca’nın önemine dair sorularımızı yanıtlayan Kanadıkırık, “Şöyle bir tefekkür ediniz, Türklerin İslâmiyet’e girişinden itibaren 20.yy.ın ikinci çeyreğine kadar tarihini, kültürünü, edebiyatını, sanatını, kitabelerini, ilmini, siyasetini her şeyini yazdığı bir alfabeden ve bu alfabeyle birlikte gelişim göstermiş çok zengin bir kamustan, yani kelime dağarcığından bahsediyoruz. Yaklaşık on asır boyunca dünyaya nizam vermiş bir medeniyetin bütün birikimi Eski Türkçe dediğimiz Osmanlıca ile kayıtlara geçirilip, günümüze ulaştırılmış. Muazzam bir yazılı tarih ve kültür hazinesiyle iç içe yaşıyoruz, ama nesillerimiz dedesinden kalan bir fotoğrafın kenarında yazılı üç-beş kelimelik bir notu bile okuyamıyor. Dünyada tek örneğiz desek abartı olmaz. 3000 yıllık bir Çin kroniği, Kore yazıtı torunları tarafından okunabiliyorken, Vatikan arşivleri Avrupalılar tarafından okunabiliyorken, biz sadece iki nesil önceki dedemizin el yazısını okumaktan aciz durumdayız. Köklerinden iyi beslenemeyen bir toplumun geleceğe kendisini ne kadar sağlıklı taşıyabileceğini sanıyoruz ki” şeklinde konuştu.

MUAZZAM BİR ARŞİV KAYNAĞIMIZ VAR”

Osmanlıca öğreniminin artırılması noktasında sizce ne yapılmalı?

Kanadıkırık, “Şöyle oldu böyle oldu diyecek zaman değil şu an… Biz ne yapabiliriz sorusuna cevap vermek lazım. Gün itibarıyla ülkemizde Osmanlı Türkçesini okuyup anlayabilen tarihçi, edebiyatçı, ilahiyatçı, sivil toplum veya kişisel merak ve ilgisiyle bu yazıyı okuyup anlayan gerek akademik çevreden gerekse dışarıdan bir birikimimiz oluştu. Muazzam bir arşiv ve özel koleksiyon kaynağımız var. Hem Türkiye’de hem de dünyanın hemen her yerinde… Yüz milyonlarca… Dünyanın en zengin arşivlerinden birisi desek abartı olmaz. Uzakdoğu’da Çin Arşivi, Avrupa’da Fransız Arşivleri kadar zengin. Tabi bu konuda kişisel çalışmalar iğne ile kuyu kazmak kadar bile sayılmaz. Çünkü insan ömrü ve kişinin Osmanlıca’da bilgi, yeterlilik ve tecrübe kazanması on yılların birikimiyle gerçekleşiyor. Kesinlikle kurumsallaşma zorunluluğu vardır.”

OSMANLICA ŞURALARI YAPILMALI”

“Ülkemizde, zaman kaybetmeden Ulusal ve Uluslararası Osmanlıca Şuralarının yapılarak yerli-yabancı katılımlarla neticenin hasıl olacağı adımlar atılmalıdır. Bunun dışında Üniversitelerin Fen-Edebiyat Fakültelerinin tamamına 4 yıllık Osmanlıca Arşiv Uzmanlığı bölümleri açılıp diplomalı arşiv uzmanları yetiştirilmeli, arşivlerimiz için uzman kadroları artırılarak, yaş sınırlamaları kaldırılmalıdır. Arşivlerimizin restorasyonu için yeni kadrolar ve ekipler tahsis edilerek biran evvel çalışmalar başlamalıdır. Çünkü kaynaklarımız hızla çürüyüp, yok oluyor. Kağıt taş kadar dayanamıyor, iyi korunamadığı takdirde yüz yıl içerisinde kağıdın moleküler yapısı bozulmaya başlıyor ve kendiliğinden un gibi dökülmeye başlıyor, tabi dökülen sadece kağıt olsa ne âlâ… tarihimiz dökülüyor o kağıtlarla birlikte. Tapu kütüklerindeki tapu arşivlerimiz bunun en müşahhas örnekleridir.”

HER ALANDA ZENGİN BİR ARŞİVE SAHİBİZ”

Türkiye’nin çok zengin bir arşive sahip olduğunu da sözlerine ekleyen Kanadıkırık, “Son olarak şunları söyleyeyim sizlere; her alanda o kadar zengin bir arşive sahibiz ki insanımız arşivimizi sadece devletin merkezindeki arşivlerden ibaret sanmasın. Ana ekseriyeti itibarıyla Başbakanlık Osmanlı Arşivlerinde bulunmakla birlikte taşrada da önemli ölçüde arşiv kaynaklarına sahibiz. Şeyhülislamlık arşivleri, Ankara’da şer’iyye sicilleri, illerde Tapu ve Nüfus Kütükleri, kısmî olarak müftülük arşivleri, özel ve resmi kütüphaneler, mezar taşları, cami, çeşme, han, hamam, çarşı kitabeleri gibi günümüze ulaşmış kaynaklar. Ben bu konuda atılacak çok mühim adımlarla tarihimizin ve kültürel birikimimizin aydınlatılmasında hatırı sayılır bir mesafe alınacağına inanıyorum. Gazetenize ve şahsınıza böyle mühim bir kültürel konuya yer ayırdığınız için ayrıca minnettarlığı ifade ediyorum” ifadelerini kullandı.

Haber : Ahmet Güneçıkan

Editör: Mahmut Beyaz