Ekonomi de özellikle de ekonomi-finansta son zamanlarda hareketli günler yaşıyoruz. Bir yandan döviz piyasasındaki dalgalanmalar ve onun doğurduğu enflasyon, diğer taraftan enflasyonla gelen faiz artış haberleri…

**

Hepsi de olumsuz gelişmeler muhakkak, çünkü birbirini besleyen ve ekonominin kılcal damarlarına kadar hissedilen parasal değerler bunlar…


 

Hikâyenin diğer tarafı ise üretim ve istihdam… Belki de en önemli ve çoğu ekonomik bağlantının oluştuğu bir bölüm burası. Üretimdeki artış yani ekonomik büyüme Türkiye uzun dönem büyüme oranı ile aynı olmasına rağmen istihdam piyasasında yani cebimizi, geçimimizi, hayat standardımızı ve harcamalarımızı yönlendiren kazanç kapısında fotoğraf biraz çarpık ve buğulu…

Açıklayalım neler olduğunu!

**

Milli İstihdam Projesi kapsamında yaratıldığı belirtilen iş oranının rakamlara yansımadığı gerçeği karşımıza çıkıyor ilk etapta. Mutlak rakamlarla belirtilen artışların kendi dönemi içinde geçici bir görünüm sağlayarak sonraki dönemlerde ise format değiştirmesi akıllara sahnedeki görüntünün gerçek hayatla uyuşmadığı fikrini getiriyor. Diğer bir ifade ile istihdam artışı sayısı çalışılan saat sayısı ile uyumlu değil….

**

Buyurun biraz rakamlarla açıklayalım…. Tarım dışı ekonomiyi kapsayan sanayi, inşaat, ticaret ve hizmetlerde 2015’ten 2018’e kadar işgücü girdi endeksi yani yaratılan istihdam sadece %5.7 artmış. Diğer bir anlamıyla yıllık ortalama artış %2’nin altında gerçekleşmiş. Yıllık ekonomik büyümenin ortalama %5 olduğu kabul edilirse, ekonomimizde “istihdam yaratma kapasitesinin” çok düşük olduğu gerçeği ortaya çıkıyor.. Çalışan sayısındaki bu artış az da olsa yine de olumlu ama paranın bir de öbür yüzü var.

Açıklayalım!

Gelişmiş ülkelerde istihdam rakamlarına iki yönlü bakılır: birincisi kişi sayısı, ikincisi ise çalışılan saat sayısı. Ekonomideki iniş ve çıkışların yönüne göre ayrılık yaşayan bu iki istatistikten ikincisi yani çalışılan saat, işsizliğin belki de en önemli göstergesi. Biraz detaya inelim: Türkiye İstatistik Kurumu “çalışılan saat endeksi” ile istihdam kapasitesini aynı tabloda yayınlıyor her zaman ama sunumlarda ilk istatistik pek gündeme gelmiyor ama karşılaştırmalı analiz ilginç sonuçlar ortaya koyuyor. Örneğin, sanayi, inşaat, ticaret ve hizmetlerde çalışılan saat sayısına baktığımızda, 2015 ile 2018 arasında kayda değer bir artış yok. Diğer bir ifade ile çalışan kişi sayısı artarken, kişi başına düşen ortalama çalışma saati azalmaktadır gibi bir can sıkıcı sentez ortaya çıkıyor.

**

Peki, nasıl okumalı bu ikilemi?

Yanıtı kolay verilecek cinsten olmamasına rağmen çözümü de yok değil. Gelişmiş ülkelerde işsizlik oranları 6 kademede hesaplanır ve her defasında kamuoyuna sunulur. U1, U2, U3, …, U6 kategorisine ayrılan bu ölçümler yukarıda ortaya çıkan ikilemi anlamada yardımcı olan verilerdi çünkü ilgili kategoriler yarı zamanlı çalışma verilerini, eksik çalışma durumunu, ekonomik sarsıntılardan kaynaklanan işgücü katılımları gibi ölçümleri içermektedir. Tüm ülkelerin kullandığı genel işsizlik oranı ölçümü ise U3’tür.

Özellikle genel işsizlik oranı olan U3 sınıfının üzerine konulan U4-U6 oranları tam da bize kişi sayısı ile saat sayısı ayırımının nedenini verir. Bu sınıflarda özellikle yarı zamanlı ve eksik istihdam (haftalık çalışma saatinden az çalışma) istatistiklerinin olması ayrıntıyı anlamamıza yardım eder.


 

**

Bazı kurumlar TÜİK verilerinden aldıkları verilerle U1-U6 işsizlik rakamlarını hesaplamalarına karşın, TÜİK ısrarla o kurumların hesaplama mantığının yanlış olduğunu belirtmekte, öte yandan ısrarla bu kategorik hesaplamayı yapmamaktadır.


 

TÜİK’in bu ısrardan vazgeçmesi dileğiyle ABD ekonomisi için hesaplanan 6 çeşit işsizlik oranı örneğini (grafiğini) vererek bitirelim yazımızı.

***

Gelecek hafta işsizlik ve istihdam rakamları açıklanacak ve biz ayrıntılı bir analiz ve yorumlarımızı sunacağız siz değerli okuyuculara..

Verimli bir hafta dileğiyle,


 

Prof. Dr. Veysel ULUSOY

veyselulusoy.com