Özellikle son birkaç yıldan bu yana kadın ve küçük yaştaki kız çocuklarına yönelik artan cinsel istismar, taciz olayları toplumun tüm kesimlerinde derin bir rahatsızlık oluşturmaya devam ediyor. Ülke genelinde yaşanan istismar ve taciz olaylarında deyim yerindeyse hayatları kararan yâda hayata veda eden onlarca mağdur, toplumdan kopmak zorunda kalıyor. Bu bağlamda cinsel istismar olayına bir örnekte geçtiğimiz günlerde yaşandı. Ankara’nın Polatlı İlçesi’nde vahşice öldürülen 8 yaşındaki minik Eylül, tüm Türkiye’yi derinden sarstı. Eylül’ün öldürülmesi bardağı taşıran son damla olurken, toplumdan idam sesleri iyiden iyiye yükselmeye başladı.

Tüm bu gelişmeler üzerine ise Avukat Emine Nalçacı, idam cezasının Türk Ceza Kanunu’na nasıl gireceği hakkında gazetemize açıklamalarda bulundu. Sözlerinin başında trajik olayları gerçekleştiren kişileri kınayan Nalçacı, “Çocuğun bir cinsel obje olarak görülmesine şiddetle karşıyız” diyerek, duruma olan tepkisini gösterdi. Nalçacı, idam cezasının 1984 yılından önce Türk Ceza Kanunu’nda olduğunu ancak 84’ten sonra Avrupa Birliği müzakerelerinin ardından kanundan tamamen çıkarıldığını söyledi. Türkiye’nin de taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde idam cezasının kesinlikle ve kesinlikle yasak olduğunu belirten Nalçacı, şu an için idamın önünde duran en büyük engelin Avrupa Birliği olduğunu kaydetti.

“8 yaşındaki Eylül’ün katledilmesi olayının artık son olmasını diliyoruz” diyen Nalçacı, “Bu mücadelenin biz özellikle toplumun her kesiminde içselleştirilmesi gerektiğine inanıyoruz. Bu sadece kadınların sahip çıkması ile olabilecek yâda düzelebilecek bir durum değil. Biz kadın erkek eşittir diyoruz. Bu dinimizde de bu şekilde. Kadını bir cinsel obje olarak görmekten ziyade biz eşitiz” ifadelerini kullandı.

ÇOCUĞUN CİNSEL OBJE OLARAK GÖRÜLMESİNE ŞİDDETLE KARŞIYIZ”

Kahramanmaraş barosu olarak, birçok sivil kuruluş ve örgütle 8 yaşındaki Eylül’ün vahşice katletmesini kınadıklarını ifade eden Nalçacı, çocuğun bir cinsel obje olarak görülmesine karşı olduklarını savundu. Nalçacı, “Bu olaya biz de çok üzüldük ve bunu çağrılarla bildirdik. Çocuğa yapılan istismarı her türlü lanetliyoruz, çünkü çocuğun hiçbir şekilde rızası olamayacağını bizler daha önceki açıklama ve röportajlarımızda da belirttik. Çocuğun bir cinsel obje olarak görülmesine şiddetle karşıyız. Bu vahşetin sokaklarda, komşulardan veya yakınlarımızdan gelmesini kınıyoruz. Genel olarak baktığımızda mağdur çocukların başına bu olayların hep en yakınlarından geldiğini görüyoruz. Bazen komşusu oluyor, bazen emanet edilen bir komşusu oluyor, bazen de emanet edilen bakıcısı oluyor. Bu konuda kimseye güvenmemek gerektiğini çok iyi gördüğümüz ve yaşadığımız günlerdeyiz. Bu olayların basında ve yayın organlarında çok sık gösterilmesi, kadın ve çocuk hakları alanında tartışmalara sebebiyet veriyor. Yoğun bir şekilde manşetlerde tutulması bu tarz bastırılmış dürtüleri olan insanların dürtülerini açığa çıkarıyor, bunu artırıyor. Diğer bir görüş ise bunlar iyi ki hep manşette kalıyor, göz ardı edilmiyor, bu şekilde sanıklara hem duyarlılık oluşuyor hem de üst sınırdan, indirim yapılmadan ceza veriliyor. Biz de biliyoruz ki kamuya mal olmuş bir olayda takdiri indirim olayları pek yapılmıyor” şeklinde konuştu.

HÜKUMETİN BU ÇAĞRIYA KAYITSIZ KALACAĞINI DÜŞÜNMÜYORUZ”

Hükümetin istismar olaylarına karşı toplumdan yükselen idam seslerine kayıtsız kalacağını düşünmediklerini dile getiren Nalçacı, şöyle konuştu: “Kamu vicdanı diye bir şey var, kamu vicdanının aydınlatılması ve rahatlatılmasını hâkimler de diğer davalara göre daha fazla yeğliyor. Kamuoyundan idam seslerini duyuyoruz, daha önce FETÖ darbe girişiminden sonra da bu konu gündeme gelmişti. Ülkemizi, vatanımızı bölmeye çalışanlara veya çocuklara karşı cinsel istismarda bulananlara karşı kim idam getirecekse oyumuz onadır diye toplumda geniş yankı bulmuştu bu konu. Vatandaşımızın bu çağrısını biz böyle değerlendiriyoruz; kanunlar toplumdaki ihtiyaçlar gözetilerek yapılır. Şuan toplumumuzda cinsel istismara verilen ceza az ki bu olaylar artıyor izlemini ve vicdani kanısı oluştuğu için böyle bir çağrı var. Hükumetin bu çağrıya kayıtsız kalacağını düşünmüyoruz. Bu konuda hükumet, cezayı caydırıcı şekilde ağırlaştırılmış müebbette çevirebilir, kimyasal hadım uygulanabilir, idam cezası gelebilir. İdam cezası yasalaştıktan sonra bu tarz eylem yapanlara idam kararı uygulanır ve idam edilir.”

FİZİKİ HADIMDA DÜRTÜLER SIFIRLANIYOR AMA KİMYASAL HADIMDA…”

Hükümetin gündeminde olan kimyasal hadımla alakalı da konuşan Nalçacı, fiziki hadımda dürtülerin tamamen sıfırlandığını ancak kimyasal hadımda ilaçların bırakılmasından sonra bu dürtülerin daha çok arttığını söyledi. Nalçacı, “Bu cezaları ayrı ayrı ele almak gerekirse; ağır müebbet nispeten daha kolay bir düzenleme ile yapılabilir. Mecliste gerekli çoğunluk sağlanır, bir karar alınır ve Türk ceza Kanunu’nun ilgili maddeleri değiştirilerek bu eylemin cezası ağırlaştırılmış müebbettir denilerek uygulanır. Devam eden davalara ve daha önce işlenen eylemlere etkisi olmaz ancak yasalaştıktan sonra o tarihten itibaren suç işleyecek olan kişilere uygulanabilir. Dosya Yargıtay’da ise bölge adliye mahkemesinde ise veya yerel mahkemelerde devam ediyorsa yine uygulanamaz. Kimyasal hadım en çok üzerinde durulması ve incelenmesi gereken noktadır. Birçok uzmanında dediği gibi, kimyasal hadım kararı verildiğinde bunun denetlenmesi ve gerekli şekilde incelenmesi nasıl olacak? Kişinin o hükme uyup uymadığı nasıl olacak? Tıbbi görüş açısından doktorlar şunu belirtiyor; kimyasal hadımdan sonrakim aşamada, kişi o ilaçları kullanmayı bıraktığında uyarı kat be kat daha fazla oluyormuş. Biz topluma böyle bir şey saldığımız takdirde bunun risk ve tehlikelerini göze alabiliyor muyuz? Fiziki hadımda bu dürtüler tamamen sıfırlanıyor ama kimyasal hadımda belirli bir süre ilaç kullanılmak ön görülüyor, o ilacı aksattığında veya sona erdiğinde dürtüler daha artarak geliyor. Bundan sonrası için topluma biz daha kötü birini salmış olacağız” diye konuştu.

AB ÜLKELERİNDE İDAM CEZASI YOK”

Avrupa Birliği’ne üye olan ülkelerde idam cezasının olmadığına dikkat çeken Nalçacı, sözlerinin devamında şunları dedi: “Kimyasal hadımın uluslararası insan hakları açısından tartışmaları mevcut, ‘‘Bir insanı ilaca bağımlı yapabilir miyiz? İlaç vermeyi zorunlu kılabilir miyiz?’’ şekilde insan hakları savunucularının, insan hakları hukukuyla ilgilenenlerin, bunun Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne uygun olmadığını ve Avrupa Birliği’nin buna karşı çıkacağı şeklinde görüşler mevcut. Ülkemize gelen herhangi bir resmi karar veya tebliğ yok ancak böyle görüşler var. Geçtiğimiz tarihlerde Türk Hukuk Sistemi’nde idam cezası vardı ve uygulanıyordu. İdam cezası en son ülkemizde 1984 yılında uygulanmış. 1984 yılından sonra fiilen uygulanmıyor ama 1984-2004 arasında yine anayasada varlığını koruyor. 2004 yılında
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 6.Protokolünü imzaladığımız için bunu kaldırılması isteniyor ve 2004 yılında Türkiye Cumhuriyeti Anayasasından idam tamamen kaldırıyor. Sonrasında Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 13. Protokolü imzalıyoruz ve onda da tüm zamanlarda idam kararı olamaz, idam kararı olsa savaş halinde dahi geçmişe yürüyemez diye hüküm ekleniyor. Bu çerçeveden baktığımızda öncelikle idam cezası gelsin mi? Hükumetin önüne de gittiğimde, vatandaşın kamuoyunda yaptığı çağrıda çok sık gündeme gelip ses getirdiğinde de karşımızda duran en önemli şey Avrupa Birliği. Çünkü Avrupa Birliği’nin bu konuda tutumu çok net ve Avrupa Birliği’ne üye ülkelerde idam cezası yok. Bu konuda hükumetimiz bir karar verecek.”

İDAM CEZASINA AYRI VE ÖZEL BİR ÇALIŞMA YAPILMALI”

İdam cezasına dikkatli bir şekilde ayrı ve özel bir çalışmanın yapılması gerektiğinden bahseden Nalçacı, “İdam cezasını getirmek için mecliste aranan bir çoğunluk var ve o çoğunluk sağlanamadığı takdirde bunu Cumhurbaşkanı referanduma da götürebiliyor. Referanduma götürmesi halkın ne istediği açsından önem arz edebilir. Buna, biz mecliste belirli bir kitleyi temsil eden insanlar olarak değil de halkım bizzat kendisi karar verdi ve oyladı diye söyleyebilir. Eğer halk bunu referandumda oylayacaksa, ne oylayacağını mutlaka ve mutlaka bilmesi gerekiyor. Cinsel istismara idam cezası gelsin herkesin gönlünden geçen bu ama bunun hangi koşullarda olduğunu bilmek gerekiyor. Bazı olaylarda ölüm gerçekleşmediği durumlarda iftiralar ortaya çıkıyor. Burada idam cezası gelsin derken masumiyet karinesini de çöpe atmamamız gerek. Bu konu ile ilgili tarihte yaşanmış birçok örnek var. Biz masum insanları idam da edebiliriz ama idamın geri dönüşü yok. Hapis cezasının geri dönüşü var kişiyi özgürlüğüne geri kavuşturabilirsiniz ama idam da böyle bir şey yok. İnsan hakları savunucularının en değerli tuttuğu şey yaşam hakkı, biz insanın elinden yaşam hakkını almış oluyoruz. Bu konuda idam cezasına dikkatli bir şekilde ayrı ve özel bir çalışma yapılmalı. Buradaki en önemli şey Avrupa Birliği’nin üyeliğidir. Avrupa birliği bu konuda çok net. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde tarafız ve imzalamışız, idam cezası geldiğinde bu sözleşmeye taraflığımız da boşa çıkabilir. Bu konuda karşılıklı yükümlülükler var, uluslararası hukuk ve karşılıklı yaptıralar devreye giriyor” ifadelerine yer verdi.

TÜM HUKUK SİSTEMİMİZ AİHS’YE GÖRE”

Nalçacı, son olarak sözlerine şunları ekledi: “Biz tüm hukuk sistemimizi Avrupa insan hakları sözleşmesine göre kurmuşuz. Kadına şiddetin önlenmesine dair kanunumuz var yine bu kanun baz alarak oluşturulmuş. Biz idam cezasını getirelim dediğimiz taktirde tüm sistemi yeniden ele almak gerekiyor yani sadece mecliste karar aldım TCK’ya koydum dan ibaret değil olay. İdam cezasının önünde duran en büyük engel Avrupa Birliği. Tabii bunu derken AB çok kötüdür. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi çok kötüdür demeyelim. Sadece hukuki açıdan ikisi çelişiyor. Avrupa Birliği yaşam hakkını üstün tutuyor. Yaşam hakkını hiçe sayan bir hukuk düzeni benim bünyemde barınamaz diyor.”

HABER: EMRE AKKIŞ

Editör: Mahmut Beyaz