Türkiye’nin 1959 yılında Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) macerasıyla başlayan batıyla bütünleşme hikâyesi 1996 yılında ancak “gümrük birliği” üyeliğiyle sonuçlanmış, zamanımıza kadar ise bazı gelişmeler dışında tek düze bir ekonomik işbirliği kapsamında süregelmiştir.

**

Ekonomistler herhangi bir birlik oluşumunda iki temel faktörü karşılaştırırlar: onun getirisi ve alıp götürdükleri. Gümrük birliğinde de gelenek değişmez. Diğer ifadeyle birliğin yarattığı ticaret kazanımı ile üyeliğin kısıtlamaları sonucunda kaybettiğiniz ekonomik değerler etraflıca analiz edilir. Biz de bunu irdeleyelim ….

**

Gümrük birliğine üyeliği, ihracat ve ithalatın daha fazla ve hızlı bir şekilde ülke sınırlarını geçtiği bir ortamı yaratır. En azından teoride… Bürokratik engeller özünde ya kaldırılır ya da standart hale getirilir. Dahası da var: üretim ve dağıtım zinciri ekonomik entegrasyon ile daha etkin ve verimli işlemeye başlarken, ürün ithalatı ve ihracatı ile de hem teknoloji transferi sağlanır hem de kişi başı gelir artar.

Ortak gümrük politikası nedeniyle diğer üye olmayan ülkelere karşı uygulanan vergi uygulamaları ile devlet gelirlerinin artması da olası bir durumdur.

**

Tüm bu olumlu gibi gözüken yanlarına karşılık gümrük birliği bizim gibi gelişmekte olan ülkeler için beklenen gelişmeleri doğurmaz. Ağırlıklı olarak üç nedeni var:

  • önceki birlik üyelerine göre daha az gelişmiş bir ekonomiye sahip olmamız,


 

  • karşılaştırmalı üstünlüğe sahip olduğumuz tarım ve tarıma dayalı sanayi sektörlerinin bu birlik kapsamında olmaması ve


 

  • birliğin yarattığı ek ticaret hacminin kaybettiğimize göre yeterli olmaması.


 

Türkiye katılım sürecinde bu faktörleri biraz göz ardı edip, sürece siyasi yönden baktı biraz. Hâlbuki bu üç etkenin üyeliğin ilk gününde sinyaller olarak gözlenip, birliğe katılmanın analiz edilmesi ve kararın ona göre verilmesi gerekirdi.

Örneğin, 1996’dan beri verileri analiz ettiğimizde özellikle bu faktörlerin karşımıza birer dezavantaj olarak çıktığını, birlik üyeliğinin ticaret kazandırıcı özelliğinin hemen hemen olmadığını, aksine çok şeyleri bizden alıp götürdüğünü söyleyebiliriz.

**

Şimdi bunu görsel olarak inceleyelim.

Son 10 yılın dış ticaret verileri açık bir şekilde ihracat ve ithalatımızın doğal seyrinde gittiğini, burada görmesek bile, AB ile olan ticaret payımızın o kadar da artmadığını, hatta ihracat payımızın azaldığını açıkça söyleyebiliriz. Özelikle otomotiv sanayindeki AB’ye aramalı bağımlılığı ithalatı da büyütmekte, ticaret açığı onların gelir ve taleplerine göre şekillenmektedir. Örneğin, son 10 yılda, ihracatımızın yaklaşık 22 milyar, ithalatımızın da 32 milyar Euro’dan fazla arttığını söyleyebiliriz.

Öyle ki, AB’nin toplam ithalatının sadece%5’ini Türkiye’den sağlaması, buna karşılık ihracatta bu oranın %9-10’lara çıkması, Türkiye’nin gümrük birliği üyeliğinin ithalata daha bağımlı bir ekonomi yarattığının göstergesi olmaktadır.

**

Şimdi gelelim önemli soruya… gümrük birliği üyeliğini kabul etmeseydik günümüzdeki fotoğrafta bir değişme olur muydu? Yanıtlar beklentiler etrafında şekillense de, kanaatimce çok ta farklı olmazdık diyebilirim. Sebebi çok açık: ticaret kazandırıcı ve ticaret yönlendirici iki etki kapsamında, ilkinin zaten doğal trendinde gittiğini, ikincinin ise birlik ortak hareketinden dolayı diğer ülkelere, yani yeni pazarlara girebilme kabiliyetimizi yitirmemize neden olduğunu söylemek zor olmasa gerek.


 

Sözün özü: gelişmekte olan bir ülkenin gelişmiş pazara sahip ülkelerle sonradan üyelik formatı ile gümrük birliği oluşturması, ona hem kısa hem de uzun dönemde kaybettirir.


 

Bayramınız Kutlu Olsun!

Prof. Dr. Veysel ULUSOY

Yeditepe Üniversitesi