Maraş’ın düşman işgali altında olduğu yıllarda oldukça zor, meşakkatli, kutsal bir görevi üstlenen örgütlediği halk, yanında olan kahraman silah arkadaşlarıyla 22 gün gece kurtuluş mücadelesi vererek düşmanın geri çekilmesini sağlayan Maraş’ın hakkı ödenmez komutanlarından Arslanbey’in 4’üncü eşi Nazmiye Hanımdan olan ve yaşayan tek oğlu konumunda bulunan Mahmut Toğuz, kendisini görenleri adeta geçmişe götürüyor. Halk kahramanının yaşayan bir oğlu olarak tarihe tanıklık eden Toğuz, babasıyla oğlu olduğu için bir kahraman olduğu için gurur duyduğunu söyledi. Babası Arslanbey’e olan sevgisini, “Arslanbey müthiş bir insandı. Ben Arslanbey ile babam olduğu için halk kahramanı olduğu için gurur duyuyorum” sözleriyle özetleyen Toğuz, “İnsan olarak Arslanbey, Allah’ın onu dünyaya gönderme amacını yerine getirmeyi başarmış, hayatını bütünlüğe erdirmiş, iman sahibi bir kul ve tekâmüle ermiş bir ruhtur” dedi.

İşte Mahmut Toğuz’un dilinden Arslanbey’in hayatı, kişiliği ve yaşanmışlıkları…

“EMİR ALMADAN KAHRAMANMARAŞ’A GELDİ”
Arslanbey 1883 yılında Kahramanmaraş'ın Göksün İlçesi Fındık Köyünde dünyaya gelmiş Abdullah efendinin oğludur. Elbistan'da rüştiye tasviri yaptıktan sonra babasının vefatı üzerine eğitimini yarıda bırakmak zorunda kalmış. Köyde belirli bir süre çiftçilikle uğraşmış daha sonra Göksun'da belli bir süre İlkokul öğretmenliği yaptıktan sonra dini eğitimini geliştirmek üzere Halep'e gitmiş. Halep'te Halep valisi ve amcasının oğlu Osmanlı döneminde hâkim olan İsmail Bey Arslanbey sizin dini eğitiminiz yerinde polis olmanızı öneriyoruz deyince onların önerisiyle Halep'te polis olmuş. Daha sonra imtihanlara girerek Osmanlı'daki polislik mesleğinin en üst rütbesine kadar yükselmiş ve İngiliz istihbarına karşı istihbarat görevi verilerek Trablusgarp'ta sevk komiseri olarak görev yaparken Kahramanmaraş'ın önce İngilizler sonra Fransızlar tarafından işgal edilmesi üzerine ve Mondros mütarekesini imzalaması üzerine daha önce kuran, bayrak ve silah üzerine ettiği yemine uyarak hiç kimseden emir almadan harekete geçeceğiz emrine uyarak Kahramanmaraş'a gelmiş.

“MÜDAFAA-İ HUKUK CEMİYETİ KURULUYOR VE ARSLAN BEYDE 1. REİS OLARAK SEÇİLİYOR”
Kahramanmaraş'ta önce Yüzbaşı Mahmut'la irtibat kurdu. Çünkü silah ve mühimmat yönünden Yüzbaşı Mahmut'la ülkenin durumunu değerlendirip bir şeyler yapılması gerektiği üzerinde mutabık olmuşlar. Daha sonra sınıf arkadaşım dediği Muallim Hayrullah ve daha önceden tanıdığı Şehit Evliya'yı da bularak Çuhadar Mehmet Efendinin bahçesinde bir ziyafet düzenlemişler. Kahramanmaraş'ın ve ülkenin içinde olduğu durumu değerlendirerek gerçekten bir teşkilat kurulması ve örgütlenmesi gerektiğini onlara da anlatmış. Fransızların ve İngilizlerin Şam'da yaptığı uygunsuz hareketleri onlara anlatmış. Kahramanmaraş'ın başına gelecekleri anlatarak teşkilat kurulması konusunda mutabık kalmışlar. Örgütlenmek üzere dağılmışlardır. Biz Fransızların Kahramanmaraş'a geldiğinin 2. günü Uzunolukta Sütçü İmam olayını yaşıyoruz. Sütçü İmam olayının meydana gelmesi Kahramanmaraşlıda kadınlarımıza kadar el uzatacakları duygusunu meydana getiriyor ve örgütlenmelerinin gerektiğini de düşünüyor. Daha sonra 28 Kasım 1919'da bayrak olayı tecelli ediyor. Bayrağımızın kaleden indirilmesi Kahramanmaraşlıda Kuva-i Milliye ve Müdafaa-İ Hukuk Cemiyetinin kurulması teşkilatlandırma gerektirdiği duygusunu iyice yaratıyor. Biz bayrak olayından sonra Müdafaa-İ Hukuk Cemiyetini kurabiliyoruz. Müdafaa-İ Hukuk Cemiyeti kuruluyor ve Arslan Beyde 1. Reis olarak seçiliyor.

“HİÇBİR YERDE DÜŞMAN BİZE ÜSTÜNLÜK SAĞLAYAMADI”
Arslan Beyin özelliği herhangi bir savaş olacak düşüncesiyle Arslan Bey şehri 10 mahalleye bölüyor. Her mahallede bir mahalle komutanı ve 200 tane eli silahlı insanı örgütlüyor. Nitekim savaş ilan edildiğinde bizim 2 bin kişilik kuvvetimiz hazır. Söylendiği gibi kazma kürekle savaşmadık. Elimizdeki cephane ve mühimmat hiç bitmedi. Savaş boyu harcadığımız mühimmat ve cephane kadar 11 Şubat günü harcadık. Onunda çeşitli nedenleri var. Nitekim biz şehir içinde 22 gün 22 gece çok büyük bir mücadeleyle Kahramanmaraş'ı düşmandan temizledik. Dışarıda da dış cephelerde belirli süre savaşlar oldu. Örneğin bayrak olayının meydana geldiği gün 28 Kasım 1919'da biz Arslan Bey Türkoğlu üzerinden gelen bir düşman kuvvetini Türkoğlu'nun güneyinde karşılattı. Düşmanı bozguna uğrattılar ama maalesef Muallim Hayrullah Bey orada yaralandı ve o yaradan kurtulamayarak şehit oldu. Daha sonrada çeşitli vesilelerle savaşlarımız oldu. Muallim Hayrullah'ın şahadetinden sonra yine Türkoğlu yolunu düşmana kapatmak için düşmanı sürekli karşıladık. Bunlardan birinde düşman muhasır altına alındı. Hepsi yok edilecekti Mutasarrıf Ata Beye düşman kuvvetleri tarafından yok ediliyoruz diye müracaat edildi. Kuva-i Milliye geri çekildi. Yani biz Türkoğlu yolunu düşmana tamamen kapattık. Gaziantep yolunu da Yakup Hamdi'nin çetelerinden olan Karayılanoğlu ve Yakup Hamdi'nin etrafındaki çeteler tarafından kapatıldığından düşman mahsur hale geldi. 22 Gün 22 gece düşmana dışarıdan hiçbir lojistik destek girmesini önledik. Düşman hiçbir şekilde dışarıdan lojistik destek alamadı. Ermeni evleri ve 7-8 tane kilise vardı ve hepsi müstahkem binalardı. Bunlara kurşunla etki edilemiyordu. Arslan Beye biz bunlarla nasıl mücadele edeceğiz hepsi taş binalar diyince Arslan Beyin cevabı yakacağız oldu. Nitekim ilk kibriti evinden hiçbir şey almadan Zeki Karakız ve kardeşi çaldı. Öyle soğuk bir Şubat ayıydı ki her taraf buz kesiyordu. Buna rağmen Kahramanmaraş'ın büyük bir kısmı bu komşusu olduğu müstahkem evlerin çatısını yakarak onların dışarı çıkmasını sağlayarak ortadan kaldırdılar. Hiçbir yerde düşman bize üstünlük sağlayamadı. Biz 22 gün 22 gece bunları aç susuz bıraktığımız gibi her yerde de üstünlük sağladık. Canını ve malını hiçbir şekilde düşünmeyen Kahramanmaraşlı başta bizim Şehit Evliya, Mıllış Nuri, Medineli Abdullah Çavuş, Uzun Yusuf Çavuş gibi sayacağım birçok kahraman var. Onlara minnet borçluyuz.

11 ŞUBAT GÜNÜNE KADAR DÜŞMANIN BURNUNU KIŞLADAN ÇIKARTMADILAR
Bana diyorlar ki merminiz hiç tükenmedi mühimmatınız hiç tükenmedi bu mermi bu mühimmat nereden geldi? Şimdi biz Arslan Bey İstanbul hükümetinin de padişahının bulunduğu İstanbul hükümetinin de Sivas'taki Mustafa Kemal ve etrafındakileri de Kahramanmaraş'ta katliam oluyor diye özellikle ters bir şekilde enforme etti. Öyle bir katliama uğramıyorduk. Bunu Arslan Bey özellikle yaptı. Çünkü yardım gelsin istiyordu ve Nitekim Mustafa Kemal Sivas'tan en son 3 tane topçu eri, 1 cebel topu, 1 makineli tüfek ve Ahmet Hamdi isimli bir makineli tüfek subayı gönderdi. Topumuzun barutu eksik olduğundan pek kullanamadıysak da makineli tüfek hem halkın moralini yükseltti hem de büyük iş gördü. 11 Şubat günüde aynı makineli tüfek sürekli çalıştı. Biz Arslan Beyin Şam'da istihbarat göreviyle görevlendirilmesi Eşref Sencer Kuşçubaşı'yla dostluğu istihbaratçılar her ne kadar biz istihbarat görevinde bulunduk demezlerse Arslan Beyden bu şekilde istihbaratçı olması teşkilat-ı mahsusanın Anadolu da gömdüğü silahlara eriştiğini düşündürüyor bize. Yani hiç nevrimizin bitmemesi elimizde önemli silahların olması savaşın daha başlamadan 2 bin kişinin silahlandırılabilmesi bize bunu düşündürüyor. Bunun yanında çok önemli bir Yüzbaşı Mahmut isimli jandarma komutanımız var. Yüzbaşı Mahmut’da bir gece içerisinde jandarmanın tüm silah ve mühimmatını bizim Kuva-İ Milliyecilere aktardı. Bu silahlarda önemli oldu. Biz 11 Şubat gününe kadar düşmanın burnunu kışladan çıkarttırmadık. Hatta bilenler şunu der; kışla etrafındaki kedi ve köpeklerin eksildiğini söyler. O kadar aç bırakmışız. 10 Şubat ve 11 Şubat günleri Kahramanmaraş kurtuluş tarihi için çok önemlidir. Kahramanmaraş kurtuluş mücadelesinde doğu ve batı cephesi olmak üzere 2 cephe haline gelmişti. Batı cephesi Arslan Bey cephesiydi. Doğu cephesi Mustafa Kemal'in Sivas'tan gönderdiği Kılıç Ali cephesiydi. Düşmanı karşılayacak olanda ilk karşılaması gerekende Kılıç Ali cephesiydi. Burnunu çıkarttırmadığımız, aç bıraktığımız, mühimmatsız bıraktığımız General keref kuvvetlerinin destekçisi olarak norman kuvvetleri aksu köprüsüne gelip karargâh kurdu.

MEKANİZE ARAÇLAR YANINDA YÜZLERCE DEVE YÜKÜYLE ÇOK ÖNEMLİ BİR KUVVET GELDİ”
Mekanize araçlar yanında yüzlerce deve yüküyle çok önemli bir kuvvet geldi. Bunların geliş nedeni daha önce de yokladıkları gibi Sivas’a hareket etmek ve Sivas’taki örgütlenmeyi kırmaktı. Hatta Ilıca’da Göksun’da kendilerine yandaş insan aradılar. Bir subay sürekli Pınarbaşı’ndan Sivas’a sürekli geçmeyi örgütlemeye çalıştı. Amaç Kurtuluş mücadelemize sekte vurmaktı. Arslanbey uzun süre Mustafa Kemal’den Maraş’taki durumu anlatarak önerilerini bekledi. Mustafa Kemal’de Arslanbey’e cevap olarak her 4 seferde de durumun idare edilmesi ve herhangi bir savaşa meydan verilmemesini istedi. Buna da uydu. Ama bıçak kemiğe dayandığında artık General Keret’in askerleri kuvvetlendirmesi, hükümete el koyacak olması hasebiyle Arslanbey Mustafa Kemal’den gelen o talimatlara uymadan bir Cuma günü savaş ilanını verdi. 11 Şubat gününe kadar çok büyük bir mücadeleyle getirdi.

“ARSLANBEY MANEVRA YAPILACAĞINI SÖYLÜYOR VE MAHALLE KOMUTANLARINI ÖRGÜTLÜYOR”
Norman kuvvetleri mekanize güçleriyle beraber Aksu köprüsünde karargâh kurdu ve şehri topa tuttu. Bu düşmanı karşılaması gereken kuvvetler yani Kılıç Ali kuvvetleri düşmanın önünden geri çekildi. Hatta Arslanbey Kılıç Ali cephesine gönderdiği 2 kişi cephede topun nöbetçisiz bırakıldığını, yemek için kesilmiş et gövdelerinin dallarda asılı olduğunu söylediler. Kılıç Ali cephede düşmanı karşılayacakları yere çekildiler. Bizim Cancık mağarasında daha önce hazırladığımız ihtiyat kuvvetlerimiz vardı. İsimleri Arslanbey’in hatıralarında var. İhtiyat kuvvetlerimizin bir kısmı Kılıç Ali kuvvetlerine katılmıştı. Bir kısmı da Kadıoğlu Konağını korumak üzere götürülmüştü. Hiçbir ihtiyat kuvvetimiz de kalmamıştı. Arslanbey’e karargâha teslim olunması konusunda heyetler gelmeye başladı. Hatta Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti üyeleri bile teslim olma konusunda diretmeye başladılar. Bu teslim olmak niyetinde olanlar Kadir Paşa Konağında toplandılar. Savaşın başından beri örgütlenmenin içinde bulunan Doktor Mustafa teslim olma düşüncesini Arslanbey’e iletip ben bunlara mani olayım diye Kadir Paşa Konağına gidiyor. Ama aynı Doktor Mustafa’yı düşmana teslim olma şartlarını görünce teslim olma düşüncesine karar veriyor. Savaşın başından beri Arslanbey ile birlikte olan ve savaşan bir insan bir saat içerisinde başka bir düşünceye vardı. Arslanbey bunun üzerine Kadir Paşa Konağı’na gidiyor. Kadir Paşa Arslanbey’e belli bir noktadan sonra küfür ediyor, Arslanbey’de Kadir Paşa’ya bu küfrü iade ettikten sonra teslim olmayacaklarını, savaşacaklarını düşmanı 20 gündür mahsur bir vaziyette tuttuklarını, düşmanın vuruş hareketi yaparak çıkma ihtimalinin olduğunu söylüyor, tekrar cepheye dönüyor. Akbaşı’ndaki cephede arkadaşlarına fazla mühimmat almalarını, bu gece sabaha kadar sürekli ateş edileceğini, manevra yapılacağını söylüyor ve mahalle komutanlarını örgütlüyor. Bu süreçten sonra sabaha kadar çok büyük bir gayret gösteriyor.

“12 ŞUBAT’TA DÜŞMAN KUVVETLERİ BEYAZ BAYRAK SALLADI”
Arslanbey hatıralarında der ki mekanizma çevirmekten ve manevra yapmaktan yorgun duruma düşmüştük der. Kendisi de bizzat sipere girip sabaha kadar mücadele ediyor. Gün ışırken Şükrü Bey’in bağına doğru bir takım insanların gittiğini görüyorlar. Bunların asker olmadığını görüyorlar. Ermeni kadın ve çocukların olduğunu anlıyorlar. Bir müddet sonra da aynı tarafa yine başıboş bir katırın gittiğini görüyorlar. Bunun akabinde Arslanbey ve arkadaşları düşmanın çekildiğini anlıyor. Arslanbey gece parolamız benim dediğim gibi olursa zafer olacaktır demiştir. Arslanbey ve arkadaşları zafere o kadar çok inanmışlar ki daha önce hazırladıkları büyük bir Türk bayrağını çıkarıyorlar. 12 Şubat sabahı beyaz bayrak çekmiş Amerikalılar karargâha geliyorlar. Fransızlarla beraber giden Ermeni ailelerden arda kalanlarının öldürülmemesi için Arslanbey’den ricada bulunuyorlar. Arslanbey’de, “Onlar bizim vatandaşımız. Onların can güvenliği bizim güvencemiz altındadır. Silahlarını bıraktıkları sürece kendilerine bir şey olmayacaktır” diyor.

“ARSLANBEY 15 YIL GÖZ HAPSİ ALDI”
Zafer büyük bir mücadeleyle kazanılıyor. Belli bir zamandan sonra zafer kutlanıyor. Arslanbey kendi kuvvetleriyle kısa süre içerisinde Antep savunmasına katılıyor. Bir süre sonra da milletvekili seçiliyor. Ankara’ya milletvekili olarak gittiğinde Maraş mutasarrıflığı ve Adana Askeri Komutanlığının Arslanbey’e ihtiyacımız var demeleri üzerine tekrar cepheye dönüyor ve tüm mahalli olayları ile düşman çekilinceye kadar Güney cephesinde kalıyor. Daha sonra tekrar meclise dönüyor. Orada posta komisyonunda görev alıyor. Kendisi Ankara’ya döndüğünde Kazım Karabekir’in Başkanlığını yaptığı Ali Fuat Cebesoy Paşanın, Rauf Orbay’ın bulunduğu Terakkiperver Partisine katılıyor. Daha sonra bir suikast olayından ötürü bir gecede Terakkiperver Partisinde bulunanların hepsi tutuklandı. Arslanbey’de o tutuklananlar arasındaydı. Arslanbey 15 yıl göz hapsi aldı. 1944 yılında da özellikle Arslanbey’in fakirleştirilmesi için Varlık Vergisine tabi tutuldu. Arslanbey mallarının büyük bir kısmını satarak bu vergiyi ödedi. Sadece elinde Pazarcık’ta bir arazi kalmıştı. Ondan gelen mahsulü Arslanbey yarsını fakire dağıttı yarısını evin ihtiyacı için bıraktı.

“ARSLANBEY İLE BİR KEZ AYNI SOFRAYA OTURABİLDİM”
Arslanbey ömrü boyunca vatan sevdası ile yaşadı, vatan sevdası ile öldü. O misyonu Allah’ın izniyle biz ve çocuklarımız ömrümüzce taşıyacağız. Bizim evimizin kapısı sürekli açıktı. Arslanbey’in evi Kurtuluş Mahallesi’ndeydi. Biz orada doğduk. Evimizin kapısı sürekli açıktı. Yurdun her tarafından misafirleri gelirdi. Ayrıca evimizde yatılı olarak 7-8 tane çocuk her zaman okurdu. Öğrenim görürdü. Dışarıdan gelen hastalar da bizim eve uğrar ve yatılı kalırlardı. Arslanbey’in kendi yoğunluğunda ve de törenin getirdiği durumdan dolayı çocuklarıyla ilgilenmesi mümkün değildi. Bizimle amcalarımız ilgilendirdi. Onların eğitimden geçtik. Arslanbey ile bir kez aynı sofraya oturabildim. Biz Arslanbey ile 10 yaşıma kadar beraber kaldık. Onun etkisiyle onun yönlendirmesiyle hala öyle yaşarız. Bizim kaygımız devlet ve devletin geleceğidir. Kişisel menfaatler bizim için her zaman ikinci planda kalacaktır. Biz her zaman aynı kaygıyla yastığa başımızı koyup, sabah onun kaygısıyla uyanırız. Bizim tüm Toğuzata nesli de bunu böyle devam ettirecek.

HABER: EMRE AKKIŞ

Editör: Mahmut Beyaz