Birbirinden değerli konukları misafir ederek Kahramanmaraş’ın gündemine ışık tutan Fresh Gündem, gerçekleştirdiği canlı yayınlarla fark yaratmaya devam ediyor. Kent siyasetinin kilit isimlerini programlarına konuk ederek, kaynağından vatandaşları bilgilendiren ve siyaset, politika, spor, STK, ekonomi ile kanaat önderlerini dinleyicileriyle buluşturan FRESH Gündem’in bu haftaki konuğu ise bu kez Türkiye’nin en önemli ekonomistlerinden Yeditepe Üniversitesi Uygulamalı Bilimler Yüksek Okulu Müdürü Prof. Dr. Veysel Ulusoy oldu. DEKA Medya Grup bünyesinde bulunan 99.0 frekansından yayın yapan Radyo Fresh Genel Müdürü Serdar Salma’nın canlı yayınına konuk olan Yeditepe Üniversitesi Uygulamalı Bilimler Yüksek Okulu Müdürü Prof. Dr. Veysel Ulusoy, Türkiye ve dünya ekonomisine dair değerlendirmelerde bulundu. Program ayrıca Manşet TV’den de canlı yayınlanırken, yayına Kahramanmaraşlı ekonomi uzmanı ve Manşet Gazetesi köşe yazarı Hikmet Gümüşer’de katılım sağlayarak, Ulusoy’la birlikte güzel bir söyleşi gerçekleştirdi.

SAYILI EKONOMİ PROFESÖRLERİNDEN BİRİ OLMASI GURUR VERİCİ”

Fresh Gündem’in açılışını Radyo Fresh Genel Müdürü Serdar Salma yaptı. Salma açılış konuşmasının ardan sözü Manşet Gazetesi köşe yazarı ve iş adamı Hikmet Gümüşer’e verdi. Veysel Ulusoy ile bir ekonomi zirvesinde tanıştıklarını belirten Gümüşer, Ulusoy’un Kahramanmaraşlı olduğunu öğrenince yakınlaştıklarını söyledi. Ulusoy’un Türkiye’nin sayılı ekonomi profesörlerinden bir tanesi olmasının Kahramanmaraş adına gurur verici olduğunu belirten Gümüşer, “Öncelikle hocama hoş geldin demek istiyorum. Biz kendisiyle ekonomi zirvesi vasıtasıyla tanıştık. Kendisinin oturumdaki konuşmasını dinlerken Kahramanmaraşlı olduğunu öğrenince hemen oturum bittikten sonra yanına yanaşıp tanışmak istedim. Daha sonra kendisi de sağ olsun bize çok yakın davrandı. Bizim kendisinden öğrenecek çok şeyimiz var. Aynı zamanda böyle bir hemşerimizin bu şekilde başarılar elde etmiş olması, yurt dışında kendisini geliştirmesi, oralarda unvanlar elde etmesi ve Türkiye’nin sayılı ekonomi profesörlerinden bir tanesi olması bizim için gurur verici. Bizde de tabi ilim Çin’de bile olsa gidip alınız felsefesiyle hocamız sağ olsun kırmadı, Kahramanmaraş’a geldiğinde böyle bir program yapma teklifini kırmadı. Ben aslında biraz tasarım konusundan girmek istiyorum hocam. Bildiğiniz üzere son zamanlarda yatırımların artması en çok arzu ettiğimiz şeylerden bir tanesi. Yatırımları yapmak için bizim de dış kaynaklara ihtiyacımız olduğundan ve bunun Türkiye’nin dış borcunun arttırdığından biliyoruz. Bu anlamda yatırımların yurtiçi tasarruflarla yapılması çok büyük bir önem arz ediyor” dedi.

Söyleşi soru-cevap şeklinde devam etti;

SERMAYE BİRİKİMİ BÜYÜMENİN TEMELİ”

Hikmet Gümüşer: Tasarruf konusunda neler düşünüyorsunuz? Ülkemiz tasarruf açısından yeterli bilince sahip mi? Bu konuda düşünceleriniz nelerdir?

Yıldız Teknik Üniversitesi Prof. Dr. Veysel Ulusoy: “Biz biliyoruz ki sermaye birikimi kalkınmanın ve kalkınmadan sonra büyümenin temelidir. Bu ister tarım sektöründe ister sermaye sektöründe yapılsın veya ürün sektöründe yapılsın illaki olması gereken bir şey. Bilinçten öte tasarrufun tanımı, tasarrufa gidecek yönleri açıklamak istiyorum; arkasından tabi ki tüketicinin tasarruf bilinci, üretimin tasarruf bilinci ve benzeri her yönüyle ele alabiliriz. Öncelikle gelişmekte olan bir ülkeyiz. Kategorimiz öyle. Orta gelir tuzağı içindeyiz, sebebi de zaten tasarruf yetersizliği. Yani sermaye birikiminin azlığından kaynaklanan bir mekanizma gelirimiz, işte herkesin bildiği gibi 8 ile 12 bin dolar arasında gidip geliyor. Bir toplamı düşünün yatırım için kaynağı ya kendi biriktirir, öz sermaye deriz biz buna. Kredi almadan herhangi bir destek almadan veya devletten destek almadan, kendi tarlasını ekip biçtiğinde elinde net kazancı kalır ve faiz ödemez. Yani bir maliyet olmaz. Bu işletme içinde öyledir, devlet içinde öyledir ama maalesef sayılarımıza baktığımızda Türkiye’de tasarruf oranı yüzde 11, 12’leri hiçbir zaman aşmadı. Milli gelirin yüzde 11, 12’si. Milli gelirden kastım aslında, bir yıl içinde ürettiğimiz hizmet ve ürün bedellerinin toplamının bir yüzdesi. Yüzde 11 revize olduktan sonra yani bir iki yıl önce zannedersem bu yüzde 25’lere çekildi. Ama hükümet tarafından çekilmesi reel bazda hiçbir şeyi değiştirmedi. Yine bir tasarruf sorunu var. Ne yapar diye devlet düşünün veya bir halk; elinde sermaye yoksa üretim için ödünç para alır. Bizde buna borç diyoruz. Bu borç ülke içinde ya başkasından alınır, ya da ülke içinde yoksa dışarıdan borç alınır. O sarmalın içindeyiz biz şuanda. O sarmalı aştığımız takdirde, o tasarruf bilinci zaten kendi kendine gelir. İr insan inanın ücreti yüksekse kazancı yüksekse zaten tasarruf yapmak zorunda olduğunu hisseder. O psikolojik olarak beynine işler. Biz zirvelerde de çok konuştuk, çok tartışıldı. Yani ücretlerin yükselmesi sermaye sahibine bir maliyet gibi gelir ama bir dönem iki dönem sonra ücret yüksekliği talebi doğurur. Talep yüksekliği bir bakıma üretimi tetikler. Zaten orada otomatikman tasarruf oluşur. Çünkü yüksek geliri siz her zaman harcamazsınız. Yani yeriniz yükseldikçe tasarruf edeceğiniz miktar artar oran sabit kalsa bile.”

ÜRÜNDEKİ TALEP YENİ FİYATIN OLUŞMASINA NEDEN OLUYOR”

Konuşmasının devamında enflasyonun tanımını yapan Ulusoy, “Üsteki sıfırlar artar ama alacağınız birim miktar aynı kalır veya düşer. Bir kilo et çok revaçta. Çünkü kırmızı et az. Beyaz ette sorunumuz yok. Balıkta zaten pek fazla kültürümüz yok. Kırmızı ette fiyatlar sürekli borsa yönlü. Çünkü ben bakıyorum sürekli Amerika, Brezilya ve Şili piyasalarında onlar birbirine sıkı bir şekilde adapte olmuşlar, her gün etin fiyatı 1 semt 2 semt bizim tabirimizle birkaç kuruş bir artıyor bir eksiliyor. Bir borsa gibi. Oda arz talebe göre değişiyor. Ürünün üzerindeki az talep onun geçmiş fiyatıyla yeni fiyatının oluşmasına neden oluyor. Adına da bunun enflasyon diyoruz. Enflasyon yukarı giden, değeri düşen ama değeri sıfır olarak giden bir mekanizma. Deflasyonda bunun tam tersi. Oda kötü bir şey. Kararlı şekilde giden para birimi enflasyonu yaklaşık yüzde 1 ya da yüzde 2 olan yıllık değişimi olan para birimidir. Sokağı nasıl etkiler? Bakkalda ki yapıyı nasıl etkiler? Çünkü bakkalda bir ürün satarken enflasyonu severek fiyat artırmaz, mecbur olduğu için artırır. Ücretlerimiz enflasyonumuzu içselleştiriyor. Bize biraz fazla maaş olarak yansıyorsa, enflasyon sorunumuz yok. Hiçbir sorunumuz yok. Reel olarak kaybetmiyoruz. Çünkü her şey göreceli. Geçen yıl benim maaşım yüz birimse, yüzde on enflasyon aldıysam geçen yıl et 40 liraysa şimdi 44 liraysa yine 1 kilo et alabiliyorum. Ama tek sorumumuz burada hani o güzel bir sorunuz olan o tasarruf oranı ne olacak diye işte o tasarruf sorunu enflasyonun temel kaynaklarıdır” ifadelerini kullandı.

BURADA ÇİFT EKONOMİ PROBLEMİ VAR”

Hikmet Gümüşer: Baktığımız zaman son 7,5 yılın enflasyonunu yaşadı ilimiz. Yüzde 12’ler yüzde 13’ler enflasyon rakamıyla kapattık. Ve aynı zamanda bizim için yüksek bir faizi de beraberinde getiriyor. Tabi bu durum ev almak isteyen insanı da etkiliyor, yatırım yapmak isteyen fabrikatörü de etkiliyor, sanayiciyi de etkiliyor. Yüksek faiz ortamını sevmiyoruz ve birçok yerde eleştiriyoruz. Fakat buna rağmen baktığımız zaman son 10 yılda büyüme oranı yüzde 7’yi geçmiyor. Şimdi biz ne olduk? Biz kazandık mı? Bir çelişkimi var? Bir yandan faizler artıyor bir yandan enflasyon artıyor ama diyoruz ki, ülkemiz büyüyor, tüketiyoruz, üretim var, inşaatlar artıyor biz bunun ilgisini nerde görüyoruz?

Yıldız Teknik Üniversitesi Prof. Dr. Veysey Ulusoy: “Burada çift ekonomi problemi var. Doğal ekonomi derler burada. Bir beklentinizin oluşması için belli donelerin, enflasyon faizlerin yükselmesi gerekirken genelde üretimin düşmesi beklenir. Âmâ 2’si 3’ü birlikte yükseliyorsa bir gariplik, bir ikilem vardır. Bu ikilem şuan Türkiye’de yaşanıyor. Bir kesim açık söylemek gerekirse rakamlarıyla oynuyor. Ekonomik baz da söylüyorum diğer kesim klasik ekonomistlerin söylediğini süre gelen söylemleri söylüyor. Bir üretici enflasyonu sever. Fiyatlar yükseldiği için daha çok üretir, daha çok satmak ister. Ama bizim enflasyonumuz yıllardan bu yana çok kararlı gitti. 5,6,8,6,5 benzeri diye. Şu dönemlerde aniden yükseldi. Kırılma yaşadık, problem orada. Enflasyonun yüksek olması problem değil, dengedeyseniz. Temel olarak iş gücünü kapsayan özel sektör. Özel sektörde de enflasyondan fazla vereyim, enflasyonu az vereyim fikri akılcı bir fikir değil. Özel sektör her zaman enflasyonu üzerinde vermeye çapalar. Ekonomik koşullar normal ve normalüstü gittiğinde. Çünkü işçi bulma maliyeti Türkiye’de gerçekten çok fazla. Buna işçiyi bulma, işçiyi çıkarmanın maliyeti. Ekonomik durgunluğa girdiği dönemlerde özel sektör kendini çok kasar işçi çıkarmamak için. Sebebi de bulmakla, aramakla tekrar almak seviyesinin maliyeti çok fazla o zararda olsa haneye işlemek ister. Özel sektör eğer ekonomik koşullar iyiye gittiği veya normal gittiğinde her zaman enflasyonun üzerinde zam verir işçiye. Vermek ister. Özel sektör yüzde 5 büyürken, Enflasyon yüzde 15 ise enflasyonun üzerinde zam vermesi hem işçiye verilen bir zarar mekanizması, âmâ batmamak için mecbur kalıyorsa mantıklı şekilde enflasyona zam veremeyecektir. Bunu yaratanda doğal olarak siyasettir. Koltuk ekonomidir. Yani bir ekonomik kalkınmayı, ekonomik gelişmeyi, ekonomik büyümeyi genel olarak yaratan devlettir. Üretmese bile devlettir. Bir tane endeks vardır ve ben bunu herkese öneririm. Özgürlük endeksi. Ekonomik özgürlük endeksi. Ve bu ekonomik endeksinde enflasyon vardır, iş yapabilme kolaylığı vardır, dış ticaret vardır, siyaset vardır, siyasetin uygulamaları vardır. Yani yaklaşık 170-180 tane değişkeni hamurlarmışlar bir tane endeks haline getirmişler endeks ne kadar yükselirse ülke o kadar iyiye gidiyor anlamına gelir. Biz yerimizi koruyoruz. Hafifte aşağıya iniyoruz. Kötü bir şey. Özgürüz veya değiliz bu politikanın işi. Bizim işimiz değil. Ekonomik özgürlük değince ben şunu anlarım, Bir işletme kurarken ya da yeni bir genişleme yaparken, imza sayısı, Ankara’ya git gel, harç yatır bunları anlarım ben.”

(Haber: Hakan Aydın-Fazilet Çomruk)

Editör: Mahmut Beyaz