Ne zaman fiyatlardaki artış haberleri olsa kulağımızı dört açıp dikkatli bir şekilde dinleriz. Nedeni ise alım gücümüzü azalttığı ve gelirimizin bir kısmını alıp götürdüğünden dolayıdır. Peki, nedir bu enflasyon ve nasıl hesaplanır, dahası neden fiyatlar hep yukarı yönlüdür ülkemizde, çözümü var mıdır?

Bebek Arabası ve oto koltuğundan mücevhere, hamur tatlılarından test kitabına, şans oyunlarından bilgisayara kadar geniş bir yelpazeye sahip olan “enflasyon sepeti” tam 407 ürünü kapsıyor. Gruplandırılarak ağırlığı oluşturulan ürün yelpazeleri ise esas hesaplamanın çatışını oluşturuyor. Bu hesaplamaya esas olan ağırlıklar ise toplumun harcama eğilimine göre şekillenmekte, zaman zaman da hükümet tarafından değiştirilmekte ve enflasyon hesabı yeni şekiller alabilmektedir.

Enflasyonun bize verilen rakamlar çerçevesinden değerlendirilmesi yanında ona etki eden faktörleri tartışmak hem tüketici, hem firmalar ve hem de hükümetin ekonomik rolü bakımından önemlidir. Bunu yaparken bilinen, kabul görmüş açıklamaların dışına çıkmak amacındayız.

Hadi başlayalım!

Yaygın görüş enflasyonun kaynağını toplam talebin toplam arzı aşmasıyla açıklamaya çalışır ve tedaviyi de para ile oynamakta bulur. Fiyatlar genel seviyesi yükseldiğinde (yani enflasyon) para arzını ve dolayısıyla toplam talebi kısmakla bunun aşağı çekebileceğini belirten teorisyenler, çoğu zaman kısa dönemle uzun dönemi birbirinden ayıramazlar. Evet, enflasyonu anlık yaklaşımlarla kısa dönemde (o da belki) kontrol altına alabilirsiniz ama acısı arkasından gelir çoğunlukla.

Yaygın ekonomik görüşlerin aksine faizlerin, enflasyonun ve kurların temel davranışının kalıcı bir şekilde kararlı davranmasının ana kesişim noktasının emek piyasası ve ücret oluşumu olduğunu vurgulamak isterim. Bu oluşumun yanında emek piyasası, ekonomide iki ana akım olan Klasik (kapitalist) ekonomi ve Keynesyen ekonomi teorilerinin de tek ayrım noktasıdır. Söz konusu ayrım, tek olmasına rağmen, zincir şeklinde tüm ekonomik değişkenlere ve politikalara bakış açısını oldukça fazla değiştirmektedir.

Emek piyasasında üretimin, hükümet harcamalarının, fiyatların, nominal ücretlerin ve en önemlisi istihdamın ile işsizliğin fotoğrafını aynı anda görürüz. Hükümet harcamalarındaki artışın istihdamı artırdığı ve bunun da reel ücretleri düşürdüğü gerçeği bizi enflasyona götürür çünkü bu harcamalar üretimi ve enflasyonu doğrudan artırırken, nominal ücretler sabit kalsa da enflasyonist baskı ile reel ücretleri düşürecektir. Düşen reel ücretler ise emek arzını azaltıp işsizliği artıracaktır. Dolayısıyla, işsizliğin artması sonucu azalan gelir ve talep ise tekrar fiyatları düşürücü etkiye sahip olacaktır. Bu politika açıkça görüldüğü üzere enflasyon sorununa hastalıklı bir çözüm sağlamakta ama sürdürülemez bir özelliğe sahip olmaktadır.

Hükümet harcamaları yanında toplam talebi dolaysıyla enflasyonu etkileyen diğer faktörlerinde rolüne değinmemiz gerekecek. Bunlar vergiler, para arzı, beklenen enflasyon ve sermaye birikimi ile bütçe dengesi, ticaret dengesi ve kurlardır. Bildiğimiz üzere bir kısmı (para arzı, beklenen enflasyondaki artış, sermaye stoku, kurların düşmesi) talebimizi ve dolayısıyla fiyatlar genel seviyesini artırırken diğerleri (vergiler vb) aksi yönde hareket ederler. Bunlar aslında genel ekonomik akımların analiz ettikleri temel noktalardır. Analize girmeyen ve sayısal araştırmalarımdan çıkan sonuçlara göre tüm bu faktörleri buluşturan ve bir üst çatı görevi gören faktörler emeğin ve sermayenin ayrı-ayrı verimliliği ile toplam verimlik dediğimiz emeğin ve sermayenin beraber oluşturdukları verimliliktir.

Hem emek ve hem de sermaye verimliliği, ayrı-ayrı veya beraber, oluşturdukları üretim gücü ile toplam arzın davranışını etkileyerek enflasyon sorununun çözümüne giden yolun taşlarını örerler. Öyle kuvvetli taşlar ki bunlar, kur, dış ticaret ve bütçe dengesinin yarattığı sel bile etki edemez ona.

Yani enflasyon sorununa ve bunun yanında diğer çoğu istenmeyen sonuçlara kalıcı çözümün, biraz zaman alsa da, verimlilik olduğunu kabullenmek gerekecektir. Yapısal reformların en güzel meyvesidir verimlilik, aynı zamanda…


 


 

Kaynak: Türkiye İstatistik Kurumu, TÜİK