Geçtiğimiz günlerde Marmara Üniversitesi 135. Kuruluş Yıl Dönümü Programı"nda konuşan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, "Yardımcı doçentliğin sadece bir siyasi karar olduğunu dile getirdik. Dedik bir öyle bir adım atalım ki, ara unvanı ortadan kaldırıp doktoradan doğrudan doçentliğe geçilmesini temin edecek çalışma yapalım. Doktoradan sonra bir de yardımcı doçentlik olmayacak. Doktoradan sonra kazanan doçentliğe gidecek” demişti. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu sözlerinin ardından ise değişiklik için kolları sıvayan ve bu kapsamda harekete geçen Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) yeni bir çalışmaya imza atarak, "Yardımcı doçentlik" kadrosu yerine "doktor öğretim görevlisi" kadrosu taslağını hazırladı. Hazırlanan bu taslak ise Milli Eğitim Bakanlığı’nca kanun teklifi olarak TBMM’ye sunuldu. YÖK’ün düzenlediği ve hâlihazırda kanun teklifi olarak bekleyen bu yeni taslak birçok akademisyenin tepkisine neden olurken, bizde Manşet Gazetesi olarak Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi’nin yolunu tuttuk. Yeni düzenlemeyi üniversitedeki Profesör, Doçent ve Yardımcı Doçentlere sorarak, bütün yönlerini ele aldık. Üniversite hocalarından aldığımız ortak görüş ise Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, “Doktoradan sonra bir de Yardımcı Doçentlik olmayacak” sözlerine rağmen YÖK’ün ise olayı farklı boyuta taşıması oldu.

İşte KSÜ’deki Profesör, Doçent ve Yardımcı Doçentlerin yeni düzenleme hakkındaki görüşleri;

İLK ÖNCE ORTAÖĞRETİMDE 2 YIL STAJYER OLARAK DERSE GİRSİNLER”

Prof. Dr. Ahmet Eyicil
Yardımcı doçentlik önceki sistemde çok kabul görmemişti. Hatta bizden önceki akademisyen arkadaşlar biz yardımcı doçentken bize dolgu macunu olarak bakarlar ve yorumlarlardı. Bu açıdan eski sistemde yardımcı doçentlik itibar görmedi. Yanlışlığı ise şu idi, doktorası olan bir arkadaşı iki gün sonra yardımcı doçent yapıp hemen derse girdirebiliyordu. Dolayısıyla burada henüz daha öğrenciliğini atlatmadan hocalık kimliğini veriyordun. Burada bir erken uygulama söz konusuydu. Ancak eski duruma göre yardımcı doçent olanların unvanlarının bu unvanla devam etmesi gerekirdi. Yeni uygulamada yardımcı doçentlerin Öğretim Görevlisi statüsüne çekilmesi de bir hak kaybıdır. Her ne kadar yeni yasada öğretim görevlisine çekilen önceki doçentlerin ekonomik olarak durumlarının iyileştirileceği söylenmiş ise de bu bir unvan meselesi, hak olarak yardımcı doçentle profesörün hakkı aynıydı. Fakat şimdi o hakkı elinden almış oldular. Diyelim ki onlar emekliye ayrılırsa yardımcı doçent olarak kat sayısı farklı öğretim görevlisi olarak kat sayısı farklı. Yeni yasaya göre doktoralı eleman öğretim görevlisi mantığı kabul edildi. Yine de bu yeni uygulamada doktoralı öğretim görevlisi mantığı da çok yerinde bir mantık değil. Eğer derse sokacaksan doktorasını bitirdikten sonra bir veya iki yıl stajer olarak derse giren hocanın yanında uygulamalı eğitim görmesi lazım. Her ne kadar teorik bir şekilde eğitim dersleri veriliyorsa da uygulanmayınca bu iş olmuyor. Şimdi hemen onu derse sokuyorsun uygulama olmadan burada yine sıkıntılar olacaktır. Benim nacizane görüşüm şudur, ister doktor olsun isterse de başka bir unvan, üniversitelerde derse girecek kim olursa olsun ortaöğretimde en az iki yıl derse sokmak gerekir. Ortaöğretimde derse girme, yani ders verme alışkanlığını uygulayarak kazanmadan bu arkadaşları üniversitede derse sokarsanız sadece bilim aktarır, teyp gibi olur. Ama üniversitedeki gençlerinde birçok sıkıntıları vardı, dertleri vardı dolayısıyla bunu buraya adapte etmekte güçlük çekilmektedir. Bugün de hala bu sıkıntıyı yaşıyoruz.

AKADEMİNİN TEMEL SORUNLARINA ÇARE OLACAĞINI DÜŞÜNMÜYORUM”

Doç. Dr. Fikret Birdişli
Sistemde yapılmak istenen değişikliklerin iki gerekçesi var, bir tanesi Türkiye’deki akademik yaşamda sıklıkla şikâyet edilen akademik kalitenin daha yükseğe çekilmesi, hani Türk üniversitelerinin dünya üniversiteleri arasında yer almaması gibi sorunlar dile getiriliyordu. Biz bu akademik kaliteyi nasıl geliştirebiliriz motivasyonuayla hareket edildi. Bir de ikinci olarak mevcut kadroların öteden beri dile getirilen şikâyetlerini bir çözüme ulaştırmak, özellikle yardımcı doçentlikten, doçentliğe geçişte yaşanan bazı sorunlar, şikâyetler oluyordu. Her halde bu şikâyetleri değerlendirmek için böyle bir yasal düzenleme yapılmış. Şimdi yasal düzenlemenin bütününü dikkate aldığımızda her düzenlemede olabileceği gibi bunda da artı veya eksi tarafları var. Türkiye’deki akademik kalitenin yükseltilmesiyle ilgili kaygılara bu düzenlemenin cevap vereceğini düşünmüyorum işin doğrusu. Çünkü bence sorun yasal düzenlemede yâda idari önlemlerde değil de daha niteliksel yani özde. Bilim adamı düşüncesi ve bilim etiği gibi Türkiye’de bu konularda sorunların olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla insan kalitesini güçlendirecek şeyler yapılmadığı sürece idari tedbirlerle ve yasal düzenlemelerde bu sorunların çözüleceğini çok sanmıyorum. Ama buna karşı idare bir şeyler yapmaya çalışıyor. Kendi elindeki imkânları kullanarak bu doğrultuda özellikle kadrolar veya mevcut akademik ilerlemelerle ilgili şikâyetler dikkate alındığında bu çalışma ne gibi sonuçlar getirir. Bir defa merkezden yerele yetki aktarımı var. Mesela daha önce Üniversitelerarası Kurul tarafından yapılan doçentlik sınavları veya doçentlik unvanı verilmesi büyük oranda üniversitelere aktarılmış. Bu tabi ki beraberinde ciddi bir karmaşayı getirecek gibi gözüküyor. Çünkü her üniversite kendi koşullarını belirleyeceği için, eskiden tek bir merkezde tek bir koşul varken sanki standart çıkacak gibi. Bu durumda mesela artı tarafı şu, Doğu’da veya yeni açılmış bir üniversitede akademik personel bulmakta zorlanan üniversitelerin doçentlik kriterlerini daha da aşağıda tutarak belki personel çekmesi mümkün olacak. Diğer üniversitelerde bu göstergeler birer prestij olarak görünecektir. Bir üniversite tarafından kabul edilmiş doçentlik unvanının diğer bir üniversite tarafından kabul edilmeme durumu var. Bu ciddi bir problem. Tabi bütün bunlar aslında yaşanmadan, uygulamada birebir görmeden bütünüyle öngörülmesi zor. Zaten mevcut yasa TBMM’ye sevk edildi, komisyon görüşmelerinden sonra genel kurula gelecektir kabul edilirse. Uygulamada doğrudan olumsuzlukları göreceğiz. Kaygıların ne derece doğru olduğu o zaman görülecek. Şimdi teorik olarak düşünüyoruz, yardımcı doçentlik unvanının kaldırılması ise bu unvanı kullanan ülkeler de vardı, kullanmayan ülkelerde vardı. Şimdi kullanan ülkelere benzemekten çıkıp kullanmayan üniversitelere benzemeye başladık. Yardımcı doçent olan arkadaşların özlük haklarında bir değişiklik yok. Sadece unvan değişikliği oldu. Onda da bir hak kaybı olmayacak. Zaten doğrudan doçentliğe başvuru da bulunulabiliyordu. Doçentlik için başvuruda bulunduğunuz zaman doktor olarak başvuru yapıyordunuz zaten, o konu da da çok ciddi bir değişiklik görmüyorum. Benim genel olarak asıl kaygım Türkiye’de akademik kaliteyi yükseltebilmek için bu süreci kolaylaştırmak yerine daha da tersine zorlaştırılması gerekir. Daha kaliteye odaklanılmalı, daha kaliteyi artırıcı önlemler alınmalı. Kolaylıkla unvanları vermenizle bu akademik boşluk etik anlamda dolmuyor. Daha kötü bir sonuç çıkıyor, yani unvan sahibi doçentiniz profesörünüz çok ama ortaya çıkan bir ürün yok. İnsanlar bunu Türkiye’de akademik öğrenimi bir kariyer mesleği olarak görüyor. O yüzden mesela bakıyorsunuz, çok yoğun doçentliğe geçebilmek için bir çalışma, doçent olduktan sonra da herkeste bir rahatlama görülüyor. Eskiye rağmen bu şartlar zaten hafifletilmişti. Mesela doçentliğe geçişte, doçentlik tezi kaldırılmıştı. Türkiye’de bunların bir çare olmadığını yaşayarak gördük. Ben genel olarak bu uygulamanın, Doğu’daki üniversitelere kadro açısından bir fayda sağlayacağını düşünüyorum ama onun haricinde Türkiye’deki akademinin temel sorunlarına çare olacağını düşünmüyorum.

BİLİMSEL KALİTEYİ ARTIRACAK BİR UYGULAMA”

Yrd. Doç. Enver Günay
Bu konuda iki türlü cevap verilebilir. Birincisi bu kriterleri geçenlerin verdiği cevap, bir de bu kriterleri aşamayanların verdiği cevaplar. Bunlar arasında en doğruyu yansıtan şey daha çok bu kriterlere takılanların verdikleri cevaptır. Çünkü şöyle yada böyle bir şekilde geçenler daha çok kriterlerin artırılmasını isterler bunu da akademik kaliteyle filan ilişkilendirmek istemiyorum. Aslında bu düzenlemenin var olan haliyle akademik kaliteyle uzaktan yakından bir alakası da yoktur. Bir engel konmuş üç aşamalı, bu üç aşamalı engeli geçenler geçse bile de yara alarak geçiyordu. Bunun birinci engeli dildi, dil ön şarttı. İkincisi eser değerlendirilmesiydi, üçüncü engel de mülakat denen ucube bir şeydi. Yani mülakat denen ucube bir şey de ülkenin dört bir tarafından akademisyenler toplanıyorlar ve canlı bir biçimde kişiyi jüri önünde sorguya çekiyorlardı. Bu oldukça objektif, hukuken denetlenemeyen, yargısal denetime de tabi olmayan ama bir kişinin de hayatını doğrudan etkileyen çok olumsuz bir durumdu. Şimdi bu düzenleme tam anlamıyla bir devrimdir. Bunu da açıkça söyleyeyim, Cumhurbaşkanı’ndan daha başka birisinin de denetlemeye cesaret edemeyeceği bir şeydir. Çünkü bu biraz daha yerleşik düzene hizmet eden bir durumdur. Yani bu dil, çok açık ki akademik kaliteyi artıran bir şey değil, fakat dil engelinin olması ve bundan daha da önemlisi dil engelinin ön şartı olarak olması çok büyük bir engel teşkil ediyordu. Bir sürü insan bundan dolayı akademik kariyer yapamıyordu. Şimdi bu düzenleme bu olumsuzluğu tamamen değiştirdi. Bir kere mülakatı kaldırdılar, bu sübjektif bir değerlendirmenin ortadan kalkması demektir. Hukuken denetlenemeyen bir aşamanın ortadan kaldırılması bakımından çok hayırlı oldu. Fakat daha hayırlı bir şey var oda dil şartının bir ön şart olarak kullanılamaması yani doktorayı bitiren kişi yeni düzenlemeyle doğrudan akademik çalışmalarını tamamladıktan sonra Üniversitelerarası Kurul’a müracaat ettiğinde Üniversitelerarası Kurul ona doçentlik yeterlilik belgesi veriyor. Doçentlik yeterlilik belgesini aldıktan sonra şahıs, daha sonra dili geçtiğinde ki taban 55’tir bunda, geri kalan üst sınırı da üniversiteler belirleyecek. Dili geçtiğinde üniversitelere müracaat edecek. Fakat eski sistemde dil ön şarttı, dili geçmek için kişi uzun süre uğraşıyordu neredeyse on yıl çalışıyordu. Onun sonunda dili geçtiği zaman ön şartı yerine getirdiği için müracaat hakkını yerine getirdiğinde akademik çalışmaları on yıl, beş yıl, yedi yıl bekledikten sonra başlıyordu. Bu da olağanüstü bir verimsizlikti. Bu atın arkada, arabanın önde olduğu sistem yerini atın önce arabanın arkada olduğu daha verimli bir sisteme dönüştü. Burada taban olarak dilin belirlenmesi iyidir, üst sınırın da üniversitelere bırakılması da yerinde olmuştur. Üniversitelere olağanüstü bir yetki artışı var. Fakat bu üst sınırda da mesela Boğaziçi tamam dili 80 puan yapsın, ODTÜ’de yapsın ama Anadolu’daki üniversitelerde buna gerek yok. Temel olarak 55 baz alındıktan sonra üst sınırı üniversiteler belirleyecek buda olağanüstü bir devrim. Yardımcı doçentliğin isim olarak da anlamı biraz daha zayıf bir anlamdı, onun kaldırılmasıyla getirilen statü aynen yardımcı doçentin haklarını kazandıran ve daha da ileri yani aylıkta da birtakım iyileşmeler görüyoruz. Her bakımdan bunu büyük bir yenilik, büyük bir devrim ve pratik bir çözüm olarak görüyoruz. Tam anlamıyla da destekliyoruz. Bundan memnun olmayacakları düşünebiliyorum, sadece bu üç aşamalı dikenli bariyeri geçenler kendileri geçtikleri için mutlaka eleştiren taraf olacaklardır. Fakat hiçbir eleştirilecek tarafı yok her bakımdan eski sistemden daha iyi daha bilimsel kaliteyi artıracak bir uygulamadır. Doktorayı bitirdikten sonra yedi yıl dille uğraştıktan sonra bilimsel çalışmalara başlayan adam mı daha verimlidir, yoksa doktorayı bitirdikten hemen sonra yaptığı her çalışmanın doçentliğe başvuruda kullanılacağı için bilimsel çalışma yapan insan mı daha verimlidir. Bilimsel kaliteyi de doğrudan arttıracak yararı olan bir düzenlemedir.

YÖK’ÜN KENDİ KRİTERLERİNDE DÜZENLEME YAPMASI GEREKİR

Yrd. Doç. Mehmet Akif Kara
Öncelikle tabi bu yasanın güzel ve olumlu taraflarının da olduğunu düşünüyorum. Yani her ne kadar sanki doktor öğretim görevliliği yardımcı doçentlikle aynı paralelde düşünülse de bir takım yasanın avantajlarının olduğunu düşünüyorum. Örneğin mesela biraz daha dil sınavında esneklik sağlanmış durumda. Veya işte biraz daha sözlünün kalkması bir takım şaibelerin ortadan kalkmasını sağlıyor tabi ki. Daha önceden benim dil problemim yok tamam ama bazı arkadaşlarımızda dil problemi var açıkçası. Burada şöyle bir durum ortaya çıkıyordu. Bu arkadaşlar özellikle dili geçmeden, dilde yeterlilik puanı almadan kendilerini akademik çalışmaya veremiyorlardı. Bu işin avantaj boyutu. Şimdi ise dil şartı olmadan da siz gidiyorsunuz Üniversitelerarası Kurul’dan başvurunuz sonrası belgenizi alıyorsunuz ve doçent olabilirsiniz. Başvuracağınız üniversitenin belirleyeceği dil puanına göre dil için hazırlık yapabiliyorsunuz. Batıdaki bir üniversite atıyorum 80-90 dil puanı isterken belki de Doğu veya Güneydoğu’da bizim gibi birtakım bölgelerde yeni kurulan üniversitelerde dil puanı 55 yâda 60 olabiliyor. Buda işte akademisyene bir takım başka üniversitelerde insanların daha kolay kadro bulabilmelerine imkân sağlayabiliyor doçentlik anlamında. Olayın bir başka boyutu tabi ki mülakat boyutu, yani bu çok şaibeli bir boyut. Hani bu noktada çok fazla şeyler söyleniyor. Çok basit bir şekilde bu süreci geçenlerin olduğu söylendiği gibi çok ileri düzeyde bilimselliği olmakla birlikte bu süreçten geçemeyen insanların olduğu da söyleniyor. Ama bu sübjektif bir değerlendirme. Mülakat boyutu sübjektif bir olay olduğu için kaldırılmasının doğru olduğunu düşünenlerdenim. Burada tabi şöyle bir nokta var benim anladığım kadarıyla Cumhurbaşkanı’nın esas düşüncesi buradaki yardımcı doçentliğin kaldırılarak tamamen doktoradan doçentliğe geçiş sürecinde biraz daha esnek olunması mantık olarak. Bu dil ve mülakatın kalkmasıyla sağlanıyor. Ama şöyle bir sıkıntımız var, YÖK’ün özellikle bu doçentlik için gerekli olan yayın kriterlerinde son yaptığı düzenlemelerde bir değişiklik yok. Yasanın bize gösterdiği nokta bunun biraz daha kolaylaşması. Ama mesela YÖK’ün kriterleri bununla uyuşmuyor. Hani bu tamamen ortadan kalksın demiyoruz ama daha önce yardımcı doçent olan arkadaşlarımızın yayın kriterleri şuanla çok farklı. Yayın yönetmeliği yaklaşık bir yıl önce çıkarılmıştı, yardımcı doçentin özellikle doktora sonrası çalışmalarında 90 puan, işte doktora öncesinde de 10 puan alması gerektiğini belirten yayın kriterleri yaklaşık yanılmıyorsam iki yıl önce belirlenmişti. Bu kriterler önceki kriterlere göre çok daha ağırdı, yayın anlamında. Fakat mesela bu yasal düzenleme yapılmakla beraber YÖK’ün bu yapmış olduğu yönetmelikte bir değişiklik olmadı. 2018 yılına giriyorsunuz, doçentlikle ilgili düzenlemelerin aynı olduğunu görüyorsunuz. Yasa koyucunun amacı neydi, sürecin biraz daha rahatlatılmasıydı. Ama YÖK’ün yönetmeliğinin buna imkan vermediği düşüncesindeyim. Eğer yasa koyucunun amacına bakılacaksa YÖK’ün de burada düzenleme yapması gerektiğini düşünüyorum. Kendi yayın kriterlerinde. Yasayı tamam yaptın ama o zaman sen kendi yönetmeliğini de buna uygun bir şekilde biraz daha esnetmek durumundasın. Burada bir sıkıntı olduğunu düşünüyorum ama genel olarak bu yasal düzenlemenin iyi olduğunu düşünüyorum.

SIK SIK KRİTERLERİN DEĞİŞMESİ DOĞRU DEĞİL”

Yrd. Doç. Dr. Osman Ağır
Yeni gelecek olan sistem her şeyden önce açıklıkla ifade edilmemiş. 2’ncisi Yrd. Doç. Dr.’lar açısından muallakta kalan 2 husus var. Bir tanesi Yrd. Doç.’lere Doktor Öğretim Görevlisi statüsü veriliyor. Bu bizim açımızdan psikolojik olarak olumsuz algılanıyor. Yani genel olarak bir statü düşüklüğü algılanıyor. Ama mantıklı düşündüğünüz zamanda aslında bir statü değişliği söz konusu değil. Aslında bu 2 unvanda birbirinden farklı değil, ikisi de aynı. Bu göreve de atama yoluyla geliyorsunuz. Fakat psikolojik olarak böyle bir algı var. Bir de sık sık kriterlerin değişmesi doğru değil. Yani bir bakıyorsunuz 3 ay önce doçentlik kriterleri farklı, 3 ay sonra farklı. Benim kendi görüşüm bir sistemin kurulup bütün herkesin aynı sistem dâhilinde akademi de yükselebilmesidir. Bu tarz değişiklikler insanları psikolojik olarak ister istemez etkiliyor. Ama bunların yanında sözlü sınavın kalkmasını olumlu buluyorum. Çünkü sözlü sınav objektif bir sınav olmayabiliyor. Birisine çıkan jüri daha olumlu kanat bildirebiliyor. İşte bir başkasına çıkan jüri olumsuz kanaat bildirebiliyor. Bakıyorsunuz akademik yönden bilimsel açıdan çok iyi çalışmaları olan birisi sözlü sınavda takılabiliyor. Bu açıdan sözlü sınavın kaldırılması doğru. Ancak yeni sistemde sınavların üniversitelere bırakılması da çeşitli sakıncalar doğurabilir. Tamam, sözlü sınav kaldırılsın ama bunu yine de YÖK’ün kontrol ve denetiminde üniversiteler yapsın. Diğer kriterlerle ilgili bir takım sakıncalar vardı ve onlar değişmedi. Kriterlerin içerisinde sadece şekilciliğe iten bir takım şeyler var. İnşallah bunlarda düzelir. Tabii bu şu anda halen yasalaşma aşamasında belki mecliste yeniden bir değişime uğrayabilir. Bizim istediğimiz objektif bir sistemin kurulması.

BİR BELİRSİZLİK VAR”

Yrd. Doç. Dr. Samet Alıç
Aslında burada önemli olan unvan değil, bizim burada en önemli karşı çıktığımız nokta Öğretim Görevliliğine düşürülmesidir. Yrd. Doç. Unvanını alsınlar Doktor unvanımız kalsın ama öğretim görevliliğine devam edelim. Öğretim üyesi hakkı olan Öğretim Görevlisi diye bir kadro olamaz. Yani mevcutta bir öğretim görevlisi var. Yasa onlardan farklı olacaksınız ama adınız yine öğretim görevlisi olacak diyor. Madem öyle biz Doktor Öğretim Görevlisi olarak kalmayı tercih ederiz. Bunun haricinde maddiyatının iyileştirileceğini söylüyorlar ama bu kısım şu anda kimsenin umurunda değil. Herkesin umurunda olan nokta öğretim üyeliğinden öğretim görevliliğine düşürülmedir. Doçentlik konusunda ise bizim merak ettiğimiz temel konulardan birisi ise şu; daha önce bizim eserlerimiz hem değerlendirme komisyonuna giriyordu hem de bir sözlü sınav oluyorduk. Şu an ise mevcut yapılan yazılı açıklamada bir inceleme komisyonunun olacağı söyleniyor. Burada bir belirsizlik var. İnceleme komisyonu biz diyelim ki 200 puan topladık, bu 200 puanı kafasına göre eskiden olduğu gibi 50 puana düşürebilecek mi? Yoksa sadece inceleyip 200 puan doğrudur doçent oldun diyecek mi? Yani bu yeni değişen sistem eskisinin aynısı mı? Yoksa bizim eserlerimiz sadece incelemeden geçip tastik edilecek mi? Diğer bir husus ise bizim kadrolarımızla ilgili en büyük problemimiz sözleşmeli olmasıdır. Diyelim ki biz öğretmen yetiştiriyoruz. Öğretmenlerimiz gidiyor daimi kadrolu oluyor. Türkiye’de verilen en üst düzey eğitim doktoradır. Daha üstü yoktur. Doktor olduğunuz zaman Türkiye’deki en büyük eğitimi aldınız demektir. Dolayısıyla Türkiye’de en büyük eğitimi verdiğiniz insanları hem işe almakta zorlanıyorsunuz velev ki aldınız onları 2’şer, 3’er yıllık sözleşme ile alıyorsunuz. Bence buraya bir açıklık getirmeleri lazım. Hatta öğretim üyeliğinin altında bulunan diğer kadrolar mesela okutmanlık kadrosu daimi kadrodur. Ama öğretim üyelerinin tamamı sözleşmeli çalışmalıdır. Unvandan ziyade kadro konusunda çalışmalarını temenni ediyoruz.

UCU AÇIK VE SORU İŞARETLERİNİ BARINDIRAN BİR TAKIM HUSUSLAR VAR”

Yrd. Doç. Dr. Erhan Alparslan
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Yardımcı Doçentliğin kaldırılması konusundaki görüşleri çerçevesinde YÖK’ün hazırlamış olduğu değişiklik önergesi önceki gün TBMM’ye kanun teklifi olarak sunulmuş durumda. Ancak şunu söylemek gerekir ki kanun teklifinde daha açıklanması gereken ucu açık ve soru işaretlerini barındıran bir takım hususlar var. Bunların açıklığa kavuşturulması gerekiyor. Nitekim mecliste yapılan görüşmelerde bu konularda müdahil olunması gerektiğini düşünüyoruz. Sözlü sınavın kaldırılması konusu en çokta şikâyet edilen konuların başında geldiği için kimi çevrelerce ve Profesör ve Doçentlerin yaklaşımlarına baktığımız zaman bu konuda yapılan değişliğin aslında denetimi ortadan kaldıracağını ve aslında eski uygulamanın uygun olduğunu söyleseler de denetimler noktasında konu yeniden düzenlenebilirdi. Belki imtihan süresi içerisinde oluşabilecek bir takım sorunları bertaraf etme konusunda kamera sistemi de getirilebilirdi. Ama kaldırılması konusunda da tabii eserlerden geçmiş birinin tekrar jüri üyelerinin karşısında yeni bir sınavdan geçmesi pekte etik olmadığını düşünüyorum. Akademik yeterlilik ise bu konuda özellikle yapılacak değerlendirmeler bilimsel çalışmalar bazında olmalıdır. Diğer bir konu ise özellikle kadronun değiştirilmesidir. Bu en çok eleştirilen konulardan birisi. Doktor Öğretim Görevlisi olarak tanımlaması aslında yanlış bir tanımlamadır. Çok karışıklığa sebebiyet verilebilecek durumdadır. Çünkü üniversitelerde ki özellikle kadroların içerisinde bir öğretim görevlisi kadrosu vardır. Bunların mutlaka düzeltilmesi gerekiyor. Yani tekrar kanun teklifine baktığımız zaman üniversitelerin durumu, ÜAK’ın bu konudaki bir takım uygulamalar konusunda ucu açık diyebileceğimiz konular söz konusudur. Bunların daha da netleştirilmesi ve Yardımcı Doçent statüsünde bulunanlarla ilgili tasarrufların yeniden düzenlenmesi ve herhangi bir hak kaybına yol açılmaması ve bundan sonraki uygulamalar konusunda bu düzenlemelerin yapılması gerektiğini düşünüyoruz. Yine dil konusunun netlik kazanması gerekir. Bir taraftan 65 puan zorunluluğunun kaldırılması ibaresi yer aldıktan sonra en son kanun teklifine baktığımız zaman Doktor Öğretim Görevlisi olabilme şartlarında en az 55 puanın getirilmiş ama ondan sonraki ibarede de özellikle ÜAK’tan doçentlik yeterlilik belgesi aldıktan sonraki atama aşamasında üniversitelere bırakılması konusu suiistimalleri beraberinde getirebilir. Yapılan değerlendirmeye ve çalışmalara baktığımız zaman gerçekten yaklaşık 50 bin kadar yardımcı doçentin sorunlarına çözüm getirecek mi, getirmeyecek mi konusunda soru işaretlerinin olduğu düşünüyorum.

ÇOK BÜYÜK BİR DEĞİŞİKLİK DEĞİL”

Yrd. Doç. Dr. Mustafa Edip Çelik
Burada rektörlere çok fazla yetki verilmesinde bazı sıkıntılar var. Aslında en büyük sıkıntı da yapılan değişikliklerin cumhurbaşkanının yaptığı açıklamaları tam olarak karşılayamamasıdır. Çünkü cumhurbaşkanı doktoradan sonra doçentliğin önü açılsın ara kadrolar olmasın şeklinde bir açıklama yapmıştı. Ama yapılan değişikliklere baktığımız zaman sadece kelime farklılıkları var. İşte Yardımcı Doçentlik ibaresi yerine Doktor Öğretim Görevlisi şeklinde bir ibare koymuşlar. Dolayısıyla aslında burada biraz yanıltmanın söz konusu olduğunu düşünüyorum. Yani değişen çok fazla bir şey yok. Tek değişen ÜAK’tan sözlü sınavın kaldırılmış olmasıdır. Bundan sonraki süreç yine aynı şekilde işliyor. Dil konusunda 65 puandan 55 puana indirildi ama yine üniversiteler istedikleri puanı koyabiliyorlar. Aslında bu sistem şu anda var. Yani öyle çok büyük bir değişiklik değil. Sadece 65’ten 55’e müracaat şansı verdiler ama doçentlik alabilmesi için yine üniversitenin belirleyeceği kadroya bağlı ki üniversitelerin de ben 70’in altında bir puan belirleyeceğini düşünmüyorum. Dolayısıyla burada üniversiteler arasındaki uygulama farklılıkları olacak. Sıkıntılardan biri de Yardımcı Doçentlikten Doktor Öğretim Görevliliğine geçişte sanki tenzil rütbe gibi bir durum söz konusudur. Çünkü mevcut açıklamalarda Öğretim Üyesi nedir? Profesör, Doçent, Öğretim Görevlisi şeklinde açıklama var. Peki, neden Doktor Öğretim Üyesi değil de görevlisi? Yani burada ismen tenzil rütbe var gibi. Bu sıkıntıların mecliste giderileceğini düşünüyorum. Bir de tabii değişiklikten sonra uygulamaya bir bakmak lazım. Ama öncelikle ilk bakışta göze çarpan bu konular.

HABER: EMRE AKKIŞ/AHMET GÜNEÇIKAN

Editör: Mahmut Beyaz