Kendi iç ekonomik konularımızı konuşmaktan ve yaşadığımız sorunlara yanıt aramaktan dış dünyayı unuttuk. Belki de dış ekonomik gelişmelere hızlı adaptasyon olamadığımız için böyle olduk. Bugünkü yazıyı uluslararası ticaretin önemi ve yapısal analizi üzerine yoğunlaştırmak ve analiz etmek isterim.


 

Her ay Türkiye İstatistik Kurumu dış ticaret rakamlarını açıklar. Örneğin Temmuz 2018 verilerine göre

  1. 2018 Temmuz ayında bir önceki aya göre ihracat %5,1 arttı, ithalat %1,3 azaldı

  2. Dış ticaret açığı %32,6 azaldı

  3. Avrupa Birliği’ne ihracat %14,7 arttı

  4. En fazla ihracat yapılan ülke Almanya oldu

  5. İthalatta ilk sırayı Çin aldı

  6. Yüksek teknolojili ürünlerin imalat sanayi ihracatı içindeki payı %2,8 oldu

  7. Yüksek teknolojili ürünlerin imalat sanayi ithalatı içindeki payı %13,5 oldu.

Verilen bu saf rakamların altında dış ticaretin daha değişik anlam ve önemi mevcuttur. Örneğin ihracatın artıp aynı zamanda ithalatın azalmasının son dönemde tek sorumlusu döviz kurlarındaki yüksek dalgalanma ve seviye olarak karşımıza çıkmaktadır. Öte yandan, bu seviyenin yüksek olmasına neden olan makroekonomik faktörleri açıklamaya ayrıca gerek yok. Üzerinde durmak istediğimiz esas itibariyle iki temel konu var burada: ihracatta teknolojik seviyeye göre ürün sınıflandırması ve endüstri-içi dış ticaret.

Son verilere göre orta-yüksek teknolojilerin ürünlerin ihracat içindeki payı %35’ler seviyesinde gerçekleşmektedir. Aynı kapsamda, ileri teknoloji ürünlerin payı ise maalesef %3’lere sıkışmış bir yapı arz etmektedir. Dolayısıyla, klasik yaklaşımla “katma değeri yüksek ürün üretip ihraç etmeliyiz” fikri bu gidişle sadece söylemde kalacak gibi gözüküyor. Bunun esas nedeni ve çözümü ise dış ticaretin ikinci biçiminde yatmaktadır: endüstri-içi-dış ticaret.

Aynı yapıdaki/kategorideki ürünün hem ihraç hem de ithal edilmesine endüstri-içi-dış ticaret denir. Örneğin, ayakkabının ihraç edilip yabancı marka ve menşeli ürünlerin ithal edilmesi bu gruba girer. Gelelim temel sorun ve çözümüne. Endüstri-içi-ticaretin yurtiçi üretim sürecinde en büyük avantajı yarattığı teknolojik seviyesi yüksek ürün grubu ve ürün çeşitlendirmesidir. Hem tekel hem de rekabet koşullarını bünyesinde barındıran bu üretim sisteminde sektörün içindeki firmaların birlikteliği ve tatlı rekabeti maliyetleri düşürdüğü gibi firmalar arası teknoloji transferini mümkün kılmakta, böylece sektörde kalıcı bir işbirliği ve teknoloji birikimi sağlamaktadır.

Teknoloji seviyesinin yükselmesine ve ihracına olanak sağlayacak bu yapılanmanın özel bir anahtarı var: coğrafik olarak ekonomik üretim yapısının yoğunlaşması. Nobel ödüllü Paul Krugman’ı ödüle taşıyan bu yapılanmayı ayrıntılı incelemek gerekecektir.

Gelecek yazımızda bunu irdeleyeceğiz.