Başlığı, YENİEVİM’den aldım. Onların sloganı galiba. Dur dedim, bu bana iyi geldi, tam köşe yazılık bir konu çıkar bundan dedim ve oturdum bilgisayarın başına.

*

Ya zili çalacaksın, ya tak tak diye vuracaksın ki, içeriden ‘kim o!’ desinler ve açsınlar. Yoksa çalmadığın kapı eşiğinde bekler durursun! İçeri girmek istiyorsan, hareket edeceksin, geldiğini hissettireceksin, ’ben geldim!’ dedirtecek şekilde kapıyı çalacaksın.

Zili çalacaksın ki, kapıya iki tık tık yapacaksın ki, kapılar açılsın! Yani elin zile, kapının tokmağına gidecek!

Mesela bir kurumun başında amirsiniz… Memurlarınıza iyi davranmıyor, onları ezmeye çalışıyor, onlara zulmediyor, partinin adamlarını sırf koltuğunuzu korumak adına kolluyorsanız, ehliyet ve liyakate önem vermeden, sırf yakınlarına iş imkânı ve çalışma ortamı hazırlıyorsan, kapı açılsa bile nafile!

Mesela patronsunuz… Çok zenginsiniz, fabrika işletiyor, istihdam ve üretim temin ediyorsunuz. Çalışanlarınızın hakkını ödemiyor, belirli saatler dışında da ücretsiz çalıştırıyor, yemeğinden, servisinden kısıntı yapıyorsanız, kapıların sana açık olacağını düşünüyorsun yanılıyorsun! Kul hakkından bihaber, sırf servetinize servet katabilmek uğruna işçinin alın terini sömürüyor, bunu da inanç, Kur’an, Allah adına yaptığınızı söylüyorsanız, ahır kapısı bile çok size.

*

Mesela gazetecisiniz… Yalan dolan haberlerle, belge olmadan bilgi kırıntılarından ve dedikodudan öteye gitmeyen duyumlarla milletin aklını çeliyorsanız, kamuoyunu yanlış yönlendiriyorsanız… Köşe yazarısınız örneğin; eleştireceğim diye eleştirinin boyutunu kişisel hırs ve çıkarlarınıza alet ediyorsanız, gece külahlı, gündüz silahlı gezip, duygularınıza ve bilgisayarınızın klavyelerine söz geçiremiyorsanız, eleştireceğim diye özel hayata balıklama dalıp belden aşağı vuruyorsanız, bırakın o büyük kapıları, kümes kapısını bile aralama şansınız olmayacak!

Esnafsınız mesela… İnsanlar günümüzde canı ile vicdanı arasında gidip geliyor. Herkes evine ekmek götürme derdinde. İşi de yoksa, çalışmıyorsa, çocuklarının eğitim ve sağlık sorunları ağır basıyorsa, sizden istediği veresiye bir parça öteberiyi hakkı bir iken deftere iki yazıyorsanız, terazide hile yapmak tabi ki çok ayıp, çok günah! Bunu bildiğiniz halde, insanları en umutsuz, en karamsar günlerinde dahi aldatıyorsanız, dürüstlükten bırakını söz etmeyi, insanlık kapısından içeri bile sokmazlar sizi…

*

Mesela siyasetçisiniz… Seçim öncesi bol bol vaadler verdiniz. Uçuk, hayata geçirilmesi imkansız vaadler. Maşallah gitmediğiniz yer de kalmamıştı, sıkılmadık el, dokunmadık omuz da bırakmamıştınız. Seçim bitti, yapı paydos misali, bir daha o insanların bırakın kapısını, kapısının önünden bile geçmediğiniz halde, susuz aldığınızda bir bardak su için o kapının yüzünüze kapatılacağını hiç düşünmediniz mi?

Belediye başkanısınız mesela… Tabi ki bir siyasi kimliğiniz var. Her ne kadar ‘ben siyasetçi değilim!’ deseniz de, neticede bir siyasi partinin gölgesi altında seçime girdiniz ve kazandınız. Yoksa çapınız belli, karekökünüz ve özgül ağırlığınız belli iken, mahalleye muhtar bile olamayacak iken hasbelkader başkan olduğunuzda, insanlara dokunmuyorsanız, gönüller inşaa edemiyorsanız, insanların beklentilerine cevap vermek şöyle dursun bir de onları kapı önünde günlerce beklettiğiniz yetmiyormuş gibi, adam yerine koymayıp telefonlarına bile çıkmıyorsanız, seçim öncesi ‘oğlunu, kızını, damadını işe alırım’ halde, iş için geldiklerinde, ‘söz verirken sarhoştum’ kabilinden yaklaşımla tanımamazlıktan geldiysen, çaldığın kapıdan sana ‘kim o?’ diye cevap verecek birini bulabilmen çok zor!

*

Mesela bürokratsınız… Vali, emniyet müdürü, başsavcı, bir daire amiri… Üst düzey bürokrat yani… Aldığınız maaşın hakkını vermeniz gerekiyor. Neticede siz devletsiniz. Vatandaş, sizin adil olmanızı bekler. İnsanları etnik kimlikleri, renkleri, farklı dilleri yüzünden ayırırsanız, ‘sen bizim partiden değilsin, muhakkak X partisine oy vermişsindir’ deyip siyaseti asli görevinize monte edip, birilerinden, bir yerlerden aferin almak, madalya beklemek ve koltuğu korumak adına sınıf farkı gözetiyorsanız, devlet yerine parti basın sözcüsü, ya da il başkanı gibi davranıyorsanız, devletin size verdiği o maaş, bir gün gelir sizi cehennemin kapısından dahi içeri girmeye bile yetmeyecektir!

*

Kapı çalacaksanız, kapıdan içeri adım atmak gibi bir düşünceniz varsa, her kim ise, rengi, dili, dini ne olursa olsun, herkese insan evladı gözüyle bakarsak, ‘Allah’ın yaratığı kul’ diye tanımlarsak, cüzdan ile vicdan arasındaki mesafeyi (maske bile ikinci planda kalıyor) koruyorsanız, sırf Allah rızası için hizmet etmeyi kendinize şiar ediniyorsanız, kul hakkına riayet edip, insanları seviyor, gönüllerine dokunuyorsanız, kapıları çalmanıza gereke yok, zaten size açılmış demektir.

Ama yine de zil çalmayı, kapının tokmağına dokunmayı, ‘ben geldim!’ demeyi unutmayın! Nezaketen, saygı gereği.

İçerden ‘kim o!’ denilmesine gerek de kalmayacak! Çünkü herkes sizi tanıyacaktır. İyi niyetiniz ve samimiyetiniz size kapıları ardına kadar açacaktır.

Vicdanlar bile…

 *

Son sözüm, gönül kapısını aralayabiliyor, girmek için çaba gösteriyorsanız, ne mutlu size! Yok eğer gönlünüz yoksa, zaten bütün kapılar size kapalı demektir.

Bütün mesele gönül, bütün mesele gönül dili, bütün mesele esnaf dili, bütün mesele dostluk, sevgi dili.

İleri giderseniz, ‘dilin tepene çekilsin!’ derler. Siz onlardan olmayın, sakın ha!