Kapukulu’nun ne ve nerede olduğunu size anlatacak değilim. Çok da merak ediyorsanız açar okur, öğrenirsiniz. Meraklısına diyorum tabi.

Bir toplantıya katıldığımızda, bizlere ev sahipliği yapan kişi, kurum, firma veya marka yetkilinin ağzından çıkan ilk cümleler şunlar olur genellikle. Aynısı siyasetçiler ve bürokratlar için de geçerli diyebilirim rahatlıkla ve emin olarak.

Şunu derler, “Basın, yürütme, yasama ve yargıdan sonra dördüncü kuvvettir. Basın önemlidir. Basın özgür olmalıdır. Basın bizim sesimiz, gözümüz, kulağımız…”

Başka ne kalıyor geriye, dalağımız, ciğerimiz, yüreğimiz, bağırsaklarımız… Sanki basın sakatatçı dükkânı.

Bir kahvaltı, bir yemek ile basını kafaya, makasa aldıklarını sananlar, bakıyorum esnafa destek kampanyası başlatmışlar. Kim yapmış bunu, Ticaret ve Sanayi Odamız. O’nun mümtaz başkanı sayın Şahin Balcıoğlu… Sever, sayarım kendisini. Önemserim, ciddiye alırım ve nezaketine, hitabetine on üzerinden on puan veririm her daim.

Esnafa destek kampanyası diyordum. Biz de destekliyoruz bu öneriyi. Amenna… Yerinde ve isabetli olmuş. İhtiyaçları da vardı. Zor durumdalar, sıkıntı içindelerdi.

*

Aşağıda okuyacağınız notlar, sevgili Serdar Bursalı’dan. Bakın ne demiş!

İş adamı Cavit Çağlar'ın büyük paralar harcayarak hayata geçirdiği ve çok önemli televizyoncuları transfer ederek yayına giren Olay TV, sadece 26 gün sonra tepeden gelen baskılarla yayın hayatına son verdiğini açıkladı. Ve bu haberi de sadece Fox TV yayınladı! Demem o ki, her şeyin tek ele döndüğü şehrimizde de manzara çok farklı değil. Sadece istenilen hayatta kalıyor. Koskoca Başbakan Yardımcısının bile Kahramanmaraş’ta bir yayın kuruluşuna esnaftan reklam istediğine kendim şahit oldum. Esnafına sahip çık kampanyasına katkı ve destek için bizi davet ettiler. Bir Allah’ın kulu da çıkıp bu memlekette karın tokluğuna çalışan gazetecilere eviniz, aileniz var, peki derdiniz var mı demedi! 1.5 yıldır sadece halk ve esnaf değil basın mensupları da can çekişiyor!”

Alkışlıyorum Serdar’ı.

*

Aslına bakılırsa ondan önce değerli meslektaşım sayın Mustafa Şirin, BİR ÖNERİ çizgisinde, esnafa desteğe onay verirken, basının da göz ardı edilmemesi gerektiğini hatırlatmıştı. Bir uyarı, bir temenni niteliğinde…

Haklı…

Basın çalışanları da esnaf. Vergi veriyorlar, işyerleri var, elaman çalıştırıyorlar. Ancak bu şehirden sorumlu olanlar, ki buna siyasiler de dâhil diyebilirim rahatlıkla, kendini bu şehirde yetkili ve etkili gören kimseler, markalar, firmalar, kurumlar ve bürokrat kesimi, basını hep kendilerinin arka bahçesi olarak görmüşlerdir. Belki biz de zaman zaman bunlara, bu algılara, bu düşüncelere zemin hazırladık ama toplumun bakış açısını değiştiremedik, ya da değiştirilmesini istemediler. Acaba hangisi?

“Çağırırsak gelirler, iki ayak da ödünç alırlar, bir kahvaltıya, bir dürüme, bir yemeğe reklamımızı yaparlar, haberimizi girerler!”

Hep bunu açık açık söylediler, söylediniz de. Arka planda bu algıyı yarattılar ve basını emir eri, kurşun asker, ya da kapıkulu askeri yerine koyarak, onu sadece midesini doyurmayı kafasına koyan ve birinci iş olarak adlandıran insanlar, (gene insanlar dedim, iyi tarafıma denk geldiniz) bir gün olsun ‘Sizin derdiniz var mı, nasıl geçiniyorsunuz, verginizi verebiliyor, kiralarınızı ödeyebiliyor musunuz? İşe girecek bir oğlunuz, kızınız, damadınız, gelininiz var mı?’ diye sormayı bırakın bir tarafa; (Gerçi belediye meclis üyelerinin veya partili, olmadı torpilli kimseler dururken basın çok da umurundaydı sanki.) telefonlara çıkmamalarına alıştık da, görseler kaldırım değiştirecekler, Allah’ın selamını da esirgeyecekler!

*

Başta belediyeler. Büyük veya küçük… Kime el altından, başka kurum kanalı ile kime ne verir, ne kadar verir, ne zaman verir, bizi ilgilendirmese de, insan duydukça, düşündükçe çıldırası geliyor.

Zaten bu şehirde kendini etkili, yetkili ve sorumlu yerine koyan sorumsuzlar, (siyasiler, siyasi parti temsilcileri) basın mensuplarını gördüklerinde sahte gülücükler dağıtsalar da, canım cicim deseler de, içlerinden gelmediği halde göstermelik yağ çekseler de, basın mensupları artık sizin gerçek yüzünüzü öğrendi, keşfetti.

Belki geç oldu ama güç olmadı.

*

Ben sana reklam, ilan vermiyorum, abone olmuyorum ve başka kurumlara da dayatma içindeyim. Belediyeler vermesin, Odalar vermesin, markalar@firmalar vermesin, ee, basın mensupları, çalışanları demir leblebi yesin, öyle mi?

Kendin vermiyorsan verme! Ama başkalarına karışma, müdahale etme! Onlar da seçilmiş insanlar, onların da bir aklı, bir vicdanı var. Sende yok diye neden başkalarını da aynı kefeye koyuyorsun!

*      

Kimse sesini çıkartmıyor, yüksek perdeden dillendirmiyor diye bizi korkak bezirgâna da benzetmeyin! Yavuz atın tekmesi berk olurmuş! Bu ifademi isterseniz tehdit olarak da yorumlayabilir, algılayabilirsiniz. Çok da derdimde değilsiniz!

Gazeteci arkadaşlarımın da…

Kimse bizim için, reklam, ilan ve abone için araya girmesin, tavassutta bulunmasın! Haa, derseniz ki ‘yaşayan yaşar, kalan kalır, kalanlar bir gün görür, kalmayanların da canı cehenneme!’

Yok dostum yok, o kadar da ucuz değil bu işler.

Rızkı veren Allah. Amenna! Acından ölen bir gazeteci arkadaşım yok çok şükür. Her gün kabak dolması yemesek, arada bulgur pilavına talim etsek de, karnımız doyuyor bir şekilde.

Ama bizi konuşurken, bizi karşınızda gördüğünüzde vıcık vıcık yağ çekerken, ne olur, biraz samimi olun, ciğerimizi yiyin!

Aklınız, merhamet duygunuz ve vicdanınız varsa tabi…

Yoksa zaten sorun yok!