Mehmet Bağlar, Kahramanmaraş’ın tarihini, kültürünü, değerlerini, insanlarını ve bugüne kadar gelmiş geçmiş sanatçılarını anlatan arşivini sadece Manşet Gazetesi ile paylaştı.

Bağlar, 7’den 70’e Maraş ile ilgili bilgiler olan bu özel arşivini gazetemiz okuyucuları ile buluşturarak, kültür ve sanat anlamında vatandaşların gönül dünyalarını aydınlatıyor. Kahramanmaraş’ın tarihi dokusunu ve kültürünü ele aldığımız bu özel arşivde, şehrin geçmişten bu güne gelen ozanlarını, bestekârlarını ve sanatçılarını ele alıp bu özel kişilikleri tek tek sayfa sütunlarımıza taşımaya devam ediyoruz. Her hafta Pazartesi günü gazetemizde siz değerli okuyucularımız için yazılar yazan ve arşivinde ki tarih kokan notları bizimle paylaşan Bağlar, bu hafta dini musikiyi kaleme aldı.

Volkan Müzik Galerisi Yöneticisi, araştırmacı ve bağlama üstadı Mehmet Bağlar’ın kaleminden dini musiki;


 

M.Ö V yüzyılda dini törenlerde raks, musiki ve kurban ayinlerinin bir arada olduğu görülür. Ne var ki bunlar ilkel ve Totemizm’e kaçan bir biçimdedir. Şaman Türklerinde de dini törenlerde dönüşler, semaya benzer ise de bu bir vecd’tir, diye düşünülebilir ancak. Mevlana ile ise, dine musiki ve sema ( raks ) ile, güneş sisteminin etrafında dönen seyyareler gibi dönen semazenlerle, zamanımızdan 700 küsur yıl öncesinde dine bir başka anlayış gelmiştir. Hristiyanların kiliselerinde org, Mevlana’dan 200 yıl sonra yer almıştır. Müslümanlardan ilhamla denebilir. Zamanımıdan 200 yıl önce başlayan bale sanatı, hiç kuşkusuz Mevlana semalarından etkilenmiştir, diye düşünülebilir. Mevlana’ya kadar, sema, bir başka deyişle raks veya bale ve beraberinde dini musiki, hiçbir anlayışta yoktur, görülmemiştir. Bir çok tarikat kurulmuştur, ama sadece Mevlevi tarikatıdır ki, dini musikinin doğmasına ilerlemesine sebep olmuştur. ( malum ) Mevlana; Celaleddini Rumi 1207’de, bazılarına göre de daha önce Belh şehrinde doğmuş ve bizzat Mevlevi tarikatını kurmuştur. Onu bu tarikata götüren sevgili babası Muhammed Veled’in daha sonra da yakını Tirmizli Seyyid Burhanettin’in ölümü olmuştur, derler. Mevlana’nın oğlu Sultan Veled, bu tarikatın iç talimatını bizzat kaleme almış, babasının kurduğu Mesleviliğin ölümsüz olmasını istemiş ve başarmıştır.

Tarikatalarda beraberce yapılan dualar, zikr ve zikrler musiki ile veya musikisiz olarak yapılmıştır. Zikr, oturarak yapıldığı gibi, ayakta da yapılmış, buna ‘’ kıyam veya devran ‘’ denmiştir. Kıyam zikrinde, dervişler, ayakta yan yana sıra olurlar, yüksek sesle zikr ederkende sağa sola, öne arkaya ( vecd’den ) sallanırlar. Devran sikrinde ise yine ayakta dururlar ama birbirlerinin kollarına girerler, yahutta kollarını birbirinin omuzlarına atarak halka olurlar, zikr süresince durmadan dönerler. Bundan başka yine dönerek yapılan ‘’ bedevi topu ‘’ denen zikr’de ise, herkes birbirine dayanır ve kitle halinde dua edilir. Mevlevi dervişleri ise, sema veya zikr esnasında konuşmazlar. Buna rağmen diğer tarikatlarda ‘’ zakir ‘’ lerin okuduğu ilahilere dervişlerde katılırlar, bir çeşit koro meydana getirirler. Dervişler aynı güfte ve besteyi tekrarladıkları halde, zakirlerin sadece bu maksatla bestelenmiş eserleri okudukları görülür. Ve bir zakir bakışı, ezberinde 1000 kadar eseri ezbere ve günün önemine göre, Muharrem ve Sefer aylarında Hüseyin’in şehadetini tasvir eden mersiyeler veya Rebiülevvel veya Rebiülahır aylarında Hz. Muhammed’i anan ilahiler vb…. okutmak zorundadır.

Zikr esnasında, hareketler ölçülü, göze hoş gelecek şekilde daha çok çalgı eşliğinde olur. Çalgı eşliğinde yapılan zikr’lerde ancak Mevlevi görülür. Diğer tarikatlarda sadece sese yer verilir çalgı bulunmaz. Çalgılı zikr’lerde Mevlevilik, Kadirilik, Rifailik, Bedevilik, Şazelilik, Sadilikten sonra önem verilen Halvetilik tarikatıdır. Bu tarikatın Bayramilik, Ahmedilik, Sünbülilik, Gülsevilik, Sinalilik, Şemsilik, Uşşakilik gibi dallara ayrıldığı yâda kıvrak hareketli dini musiki eserleri verdiği görülür. Halvetilik ve ile Kadirilik tarikatı birleşerek Aşrefilik denen bir başka tarikatı meydana getirmiş, bunlar ise son derece hareketli ve ahenkli ilahilerle diğerini gölgede bırkan eserler vermişlerdir. Hatta bu ilahiler için sofu çıldırtan bile denmiştir. Dini musiki eserleri verme bakımından en çok eser verenler ise Halveti mensuplarıdır. Bunlar hareket yerine tam tersini sükûneti tercih etmiş, çevik hareketlerden kaçmış, zikrlerini ağır, itidalli davranışlar halinde yapmışlardır. Zikr, Mevlevilerde mukabele diye anılmaktadır. Mukabelede zikr’de Küdum zen başı, küdum vurarak ayin esnasında mutribi yönetir, neyler üflenir, nakkare veya dümbelekler vurulur, tasavvufi sema başlar. Rifai, Kadiri, Bedevi ve Sadi tekkelerinde ise ayinler sadece kandil ve bayram gecelerinde yapılmış ve ayin esnasında nevbet ( halile, küdum, mazhar ) eşlik etmiştir. Aslında Mevlevi semalarında ise çalınan bestelere ayin denilmektedir ve Türk musikisinde önemli ve büyük bir reformdur.

Genel olarak ayin, sema denen dört bölğmden oluşur ve semanın bölündüğü kısımlarda da bağlantılıdır. Mesela, her selamda bestelenmiş birkaç çeşit beyit vardır. Bunar meslevi ve Divan-ı Kebir’deki gazellerden seçilmilerdir ve Farisicedir. Arada ise Yunus Emre’den ilahilerinde yer aldığı olur. Ayinde usül geçkileri ( batı musikisinde modilation denen ) gelenektir. Birinci selamda devri-revan, devri-hindi, devri düyek, ağır düyek, ikinci selamda ağır evfer, üçüncü selamda devrş kebir usülleri kullanılır, sonlarına doğru ise devri kebir, ağır düyek, ağır firençin, çift düyek gibi usllerden aksak semaiye girilir ve bu esnada saz semaisine geçilir. Buna takibende hareketli bir ifade taşıyan yörük semai ile üçüncü selam bitirilir. Dördüncü selam sükunet ile başlar ve devri kebir usülünde ayinde ki makamdan peşrev çalınarak mukabele ile bitirilir. Gülbenk ( hep bir ağızdan ve makamla yapılan dua ) okunur, hülar çekilir, şeyh gideri semazenler dağılırlar.

Mevlevi musikisinde vuruş ( ritim ) kısa tek, çift,çift,tek,çift,tek şeklinde ve tamamen kendine hastır. Derviş musiki aletleri ney, kurüm, nakkare’den başka rebab, mazhar ( frame-drum ), halile, zil, zither ( kanuna benzeyen, 30-40 telli mızrapla çalınan bir çalgı ) büyük tambu, küçük tambur ve ud olarak görülür. Ney tamamen doyuya ait bir nefesli sazdır, Türklerin elinde ise bir başka biçim ve özellik kazanmıştır. Kudüm ise tembalin deedesidir. Mevlevilerce dügah ve rast makamına göre düzenlenir. Bu çalgı nakkareden büyük, küstan küçüktür, üzeri deri ile kaplıdır. Semazenler ise bu kudüm’ün vuruşlarına göre ayak uydururlar. Mevlevilerce, Mevlevi olabilmek için ayrı ve özel bir eğitimden geçmek gerekir. Bundan sonra sıra semazen olmaya gelebilir. Semazen olmak isteyen derviş yanında çivili bir tahta taşır, bunda talim eder. Bu semazen namzedi, sol ayak başparmağını çivinin arasından geçirir ve kaymadan dönmeyi öğrenmeye çalışır. Tahriş etmemesi içinde çivinin üzerine tuz dökülür. Semazenler özel beyaz tennure denen etek giyerler, dönerken bu eteğin havalanması için de etrafına pervaz çevirirler. Yakasız, kolsuz, beyaz cekete ise Destegül tabir edilir, bellerine doladıkları uzun kuşağın adı ise eliflamenttir. Sikke veya fahir dedikleri 30 cm bıyunda açık yeşil keçe külah giyerler. Merasim veya ayinlerde, özel günlerde destar dedikleri yeşil bir sarığı bu sikkerlerin üzerine sararlar. Şeyhler, giyilmeden omuzlara alınan cübbe ( hırka ) kullanırlar. Geldikleri zaman selam verir ve postlarına otururlar, aşır okurlar, bu aşır dinlendikten sonra sıra Naıt’ın okunmasına gelir. Daha sonra neyzen ayinin makamında bir taksim yapar, ( irticali bir çalış ) taksimi takiben ayin makamında peşrev başlar. Semazenlerde ilahi bir huşu içinde vecd ile döner, dönerler. Bittikten sonra şeyhlerini selamlarlar. Eğer bir niyaz var ise ( yalvarı ) ayine ilave edilir, okunur.

Bugüne kadar 140 ayin bestelenmiş, lakin bunların 16’sı unutulmuş, zamanımıza kadar ulamamıştır. Zamanımıza kadar gelebilen bu ayinlerin içinde en güçlüsü ITRİ’nin bestesi olan ayin ve na’t’tır. Itri, sağlığında yeni kapı mevlevhanesi’ne devam etmiş ve bu bestesini bu dergah için yazmıştır. Ayrıca Mevlevi olduğu da sanılmaktadır. Ayin ve na’t için kullanılan makamlar, ısfahan, yegâh, bestenigâr, hicaz, nühüft, suzinak, acem aşiran, dügâh, hüseyni, kargar, müstear, neva, saba, sedd-i-arab’tır. Ayin ve na’t’an başka, dini musiki türleri de yazılmıştır. Mesela, miraciye, mevlid, ilahi, durak, mersiye, salat, ( Allah’ın Hz. Muhammed’e Rahmet’üselam’ı ) duasının çeşitli makamlarda bestelenmesidir. Güfte Kur’an-ı Kerim’den alınır ve durak evferi usulü ile bvestelenir. Saba selatı, Cuma salatı ve salat’ı umumiye gibi çeşitleri vardır. Bu besteler çalınmak için değil de sadece söylemek için, ses için yazılmışlardır. Salat’ı-umumiye mevlide ve birde sakal-ı-şerif’in ziyareti esnasında topluca okunur. Ayrıca bunların teşbih, tevşid, Muhammediye, kaside gibi türleri de bulunur. Bunlardan diğer tarikatlar da yararlanmışlardır. Bektaşiler ise bu ilahilere, ilahi demeyip nefes demişlerdir. Sonuç olarak hepsinde de amaç, Tanrı’ya niyaz, yalvarı ve yakarı ve Hz. Muhammed’e sevgi, hayranlık ve bunun ifadesidir.

Editör: Mahmut Beyaz