Ülkemizde yazısız gelenek halini almıştır. Her on yılda bir şöyle yada böyle, o yada bu şekilde bir af gündeme gelir. Gündeme gelirse de o af bir şekliyle çıkar. Öyle ki, uzun yıllar hüküm giyen, cezaevine giren şahıslarda bile, “nede olsa on senede bir af geliyor, en fazla on sene yatar çıkarım” düşüncesi bilinç altının bir tarafına yazılıyor.

Af söylemi, dedikodusu çıkmasıyla birlikte doğal olarak cezaevlerinde büyük bir dalgalanma olur. Büyük bir beklenti oluşur. İçerde yatan insanların yeniden gökyüzü ile buluşmaları, hayatlarına kaldıkları yerden devam etme umutları yeşerir. Bir umut sarmalı alır başını gider.

Peki af olayı nedir, toplumdaki karşılığı nedir?Herhangi bir suçtan dolayı yargılanıp, hakkında hüküm verilen insanları devletin affetmesi ne kadar doğrudur? Suçlarının cezasını çeken insanları salıvermek onları büyük bir mutluluğa sevk ederken, toplumsal barışı etkiler mi?

Diğer insanların hoşnutsuzluğuna sebep olur mu? Cezaevlerinin boşaltılması, fiziki yetersizlikten dolayı en azından içerde kalanların cezalarını daha insancıl şekilde çekmelerini sağlayacak olması, bu kararın verilmesinde ne kadar etkili olacaktır?

Bunların hepsi bir yana, olayı suç mağdurları açısından bakmak bizi en doğru noktaya getirecektir. Basit anlatımı ile, bana size, eşime, çocuğuma, kardeşime karşı suç işleyen, zarar veren, canımı yakan insan/ların bir kanun ile salıverilmesini ben kabullenir miyim? Benim affetmediğim hükümlüyü devlet nasıl affeder?

Evet, affetmemesi gerekir. Çünkü ben affetmiyorum.

Öyleyse doğru çıkarım, devlet yalnızca kendisine yapılan suçları affeder. Kişiye karşı işlenilmiş suçları affetmez/affetmemeli.

Orda da bir nevi sor işaretleri mevcut. Devlet kim? Devlet sen, ben. Devlet hepimiz. Devlete karşı işlenen suçlar denilince akla terör suçları geliyor.

Askere, polise sıkılan her kurşun aslında o asker yada polis nezninde devlete sıkılıyor. Onlara idam sesleri yükselirken devlete karşı işlenen suçlara af diye bir şey… Yok olamaz.

Netice itibari ile, af… Nerden baksan sıkıntı, hoşnutsuzluk, huzursuzluk.