Bir akşam vakti; dalgaların sesi rüzgâra karışıyor,

Ben neden hüzünlüyüm, neden keyifsiz, neden kırgınım? Bilemiyorum…

Ne yudumladığım kahvenin kokusu, ne de “o” çok sevdiğim denizin yosun kokusu beni rahatlatmaya yetmiyor.

Dalgaların her seferinde daha büyük bir şiddetle kayalıklarla dans edişi, akmamak için direnen gözyaşlarıma meydan okur gibi…

Düşünceler firarda, kelimeler tek tek dansa kaldırıyorlar birbirlerini.

Düşünüyorum…

Beni ben yapan şeyleri, önüme ansızın çıkan ve benim se sabırla yürüdüğüm dik yokuşları,

Gül bahçesinde gezerken yüreğime batan dikenleri…

Bazen hayat gerçekten çok zor ve acımasız...

Ne kadar temkinli olursan ol, ne kadar dik durursan dur…

İstediğin kadar sevgi pıtırcığı ol…

Öyle bir an geliyor ki baka kalıyorsun etrafında olup bitene

Ve… Hayat yine bildiği gibi akıyor.

Yıllar içerisinde bedel ödeyerek kazandığın adına da hayat tecrübeleri dediğin kavram artarken; bazen gülümsemelerin de azalıyor…

İşte o zaman başlıyorsun sorgulamalara, can yakmalara…

Kuruyorsun orta yere “darağacı” nı Savcı’da sensin, Hâkim de…

Art arda gelen sorular yumağı bir çığ gibi büyüyor, ramak kalıyor altında seni ezmesine…

Beynin bunlara yanıt vermek için çaba harcarken, dilin lâl oluyor.

Yaşadığın şehir bırak “griye” bürüne dursun,

Sen asıl kalem tutan elin, gönül mevsimine bak! Hazan olmuş…

Şimdi yorgun yüreğimde bir damla bırakıyorum çocukluğumdan kalma,

Büyüsünde yarına ışık olsun diye,

Ama zor, çok zor…

Dileğim bir gün ışığın karanlığı sonsuza dek yenmesi için…