Bir Pazar günü kendimle başbaşayım ve bir an zaman tüneline girdiğimi hissettim...O dolu dolu güzelim Ramazan günlerini yaşadım...

İnsan geçmişe özlem duyduğunda yaşlandığını hissedermiş...Galiba bende yaşlanıyorum...Aklıma unutamadığım çocukluğum geldi.

Hacı Hasan Mahallesi yeniden gözlerimde canlandı.Kiremit çatılı,sarı boyalı,yeşil bahçeli evimizde yaşadığım; iftar ve sahur sofralarını hatırladım.

O yıllarda Ramazan davetleri önce akrabalara sonra komşulara verilirdi.Bu sımsıcak sofralarda fakir tanıdıklarda unutulmazdı.

Bir oda içerisine, büyük sinilerde hazırlanmış; üç-dört yer sofrası kurulurdu... Ve tarifsiz bir huzur içinde beklenen iftar saati...Hele dakikalar yaklaştıkça, insanlar pür dikkat kaleden atılacak top sesine odaklanırdı.

Önce top sonra ezan sesi...Arkasından kaşık sesleri...Bizim oralarda yemekler tek tek servis edilir ve mis gibi kokan naneli yoğurt çorbasıyla oruçlar açılırdı..Sırayla sebzeli et yahnisi,kürt pilavı...Finalde ise muhteşem ev işi cevizli baklava...

Çay servisinden sonra ise topluca mahalle camisine teravih namazına gidilirdi .

Sahur yemeğinin favorisi ise geleneksel lezzet erişte idi...Mahallemizde Ramazan öncesi komşu kadınlar biraraya gelerek birbirlerine erişte keserlerdi. İmece usuluyle hanımlar kendi yoğurdukları hamuru kurutup, evlerine erişte hazırlardı.

Sahurda uykulu gözlerle yediğim çığırtma ve üzüm hoşafı tadınını da unutamam...

Bugünlerde ise komşular birbirini iftar ve sahur sofralarında değil iftar çadırlarında görüyor.Sonuçta insanlar yine bir araya geliyor ama eş-dost ile güzelleşen iftar- sahur sofralarının tadı her zaman yine bir başka oluyor...

Bir gerçekte yaşadığımız anı güzelleştirmek ve zenginleştirmek. Hz. Mevlana ne güzel öğüt veriyor... ‘Dün dünde kaldı cancağızım, yeni şeyler konuşmak zamanı’...Bizi biz yapan bazı kültürel değerlerimizi unutabiliriz ama rahmet ve bereket ayında gönül kapılarımızı kapamayalım ne olur!..